BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

15. ONBEŞİNCİ MEKTUP


15. 

ONBEŞİNCİ MEKTUP

Hâzır olan gâibin, bulmuş olan kaçırmışın, kavuşmuş olan mahrûmun sunduğu şöyledir ki: Çok zemândır onu arardım, hep kendimi bulurdum. Sonra, işim öyle oldu ki, kendimi arasaydım, onu bulurdum. Şimdi, onu gayb etdim, kendimi buluyorum. Onu kaçırdığım hâlde aramıyorum, yok oldu­ğu hâlde özlemiyorum. İlm bakımından huzûrdayım, kavuşmuşum, karşı­lıyorum. Zevk bakımından ise, gayb etdim, aramıyorum. Zâhiri bekâ, bâ­tını fenâdır. Bekâda iken fânîdir. Fenâda olduğu hâlde bâkîdir. Fekat, ilmle olan fenâdır ve zevkle olan bekâdır. İşi, düşmekde ve inmekdedir. İler- lemekden ve yükselmekden kalmışdır. Onu, kalbden kalbin sâhibine gö­türmüşlerdi. Şimdi kalbin sâhibinden kalb makâmına indirdiler. Rûh, nefs- den kurtulmuşdu. Nefs de itmînâna kavuşdukdan sonra rûhun nûrlarının çokluğundan çıkmışdı. Şimdi rûh ile nefsi onda topladılar. Onu her ikisi ara­sında geçit yapdılar. Bu aracılıkla, yukarıdan almak, aşağıya vermek ni'me- tini ihsân etdiler. Fâideli şeyleri alır, aldıklarını başkalarına verir. Hem alı­cı ve hem vericidir. Fârisî mısra' tercemesi:
Yüksek makâmınıza sunulur ki, sol el, kalb makâmına işâretdir. Kalbin sâhibine yükselmeden öncedir. Yukarıdan indikden sonra kalb makâmı- na getirirler. Bu makâm başkadır. Sağ ile sol arasında geçitdir. Kavuşan­lar, bunu iyi bilir. Sülûk yapmamış olan meczûblar, kalb makâmına varır­lar. Bunlara (Erbâb-i kulûb) denir. Kalbin sâhibine kavuşmak için sülûk yapmak lâzımdır. Bir makâmın bir kimseye verilmesi demek, ona bu ma- kâmda husûsî bir şân hâsıl olması demekdir. Bu şân ile, o makâmın erbâ- bından ayrılır. Ayrılıklarından biri, cezbenin, önce olması demekdir ve o makâmda husûsî bekâsı hâsıl olarak o makâmın bilgilerine ve ma'rifetle- rine kavuşur. Kalb makâmının bilgileri ve cezbenin, sülûkün, fenâ ve be- kânın ne oldukları ve bunlara benzer bilgiler, bundan evvelki mektûblar- da, yazılarak sunulacağı bildirilen kitâbda açıklanmışdır. Mîr Seyyid Şâh Hüseyn, acele ile yola çıkdı, temize çekmek nasîb olmadı. Bu kitâb üzerin­deki kıymetli düşüncelerinizi ve emrlerinizi okumakla şerefleniriz inşâal- lahü teâlâ. Azîz Mütevakkıf cezbe makâmında yukarıdan inmişdir. Fekat yüzü bu âleme değildir. Hep yukarıya bakmakdadır. Yükselmesi başkası­nın çekmesiyle olduğu için cezbeye uygundur. İnerken, birlikde az birşey getirdi. Nisbetinin aslı, başkasına bağlı olan teveccüh idi. Kendisini bu te­veccüh yükseltiyordu. Bu nisbeti şimdi de vardır. Cezbe nisbetinde, cesed- deki rûh gibidir ve karanlıkda bulunan ışık kaynağı gibidir. Fekat bu cez­be, büyüklerimizin bildirdiği cezbe değildir "kaddesallahü teâlâ esrâre- hüm". O cezbe, Hâce-i Ahrâr "kuddise sirruh" hazretlerine yüksek dede­lerinden gelmişdir. [Ya'nî annesinin dedelerinden gelmişdir. (Reşehât) ki- tâbı.] O büyüklerin, bu makâmda husûsî şânları vardır. Birkaç talebe rü'yâda gördüler ki, yukarıda adı geçen Azîz Mütevakkıf, Hâceyi yimişdir. Bu rü'yâ, bu makâmın görüneceğini göstermekdedir. Bu cezbenin fâide ver­mek makâmı ile ilişiği yokdur. Bu makâmda, yüz, hep yukarı doğrudur ve hep şü'ûrsuzluk lâzımdır. Cezbe makâmlarından çoğuna kavuşdukdan sonra bunlar sülûke uygun olmaz. Bunları yazarken o makâma doğru idim. Ba'zı incelikleri göründü. Sebebsiz teveccüh olunamıyor. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir. O azîz, birkaç aydan beri aşağı inmişdir. Fekat bu cezbe makâmına tam girmiyor. Bu makâmın şânını bilmediği için giremiyor. Dağınık düşünceleri buna sebeb oluyor. Bu saçma yazılar yük­sek kapınıza kavuşduğu zemânda, bu makâma tam gireceğini ümmîd ede­rim. Hâce hazretlerini bundan sonra tam indirirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder