BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

24. YİRMİDÖRDÜNCÜ MEKTUP


 24. 

YİRMİDÖRDÜNCÜ MEKTUP

Bu mektûb, Kılınc Hâna yazılmışdır. Sofinin kâin ve bâin olduğu ve kal­bin birden fazla şeye bağlanmıyacağı ve muhabbet-i zâtiyye hâsıl olunca sev­giliden gelen elemlerle ni'metlerin müsâvî olduğu ve mukarreblerle ebrâ- rın ibâdetleri arasındaki başkalığı ve kendini yok bilen Evliyâ ile insanla­rı da'vet için geri dönmüş olan Evliyânın başkalıkları bildirilmekdedir:
Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine "aleyhi ve alâ âlihis- salevâtü vetteslîmât" size selâmet ve âfiyet versin! Hadîs-i şerîfde, (Kişi, sevdiği ile birlikde olur) buyuruldu.
Kalbinde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu "teâlâ ve tekaddese" dileyen kimselere "rahmetullahi teâlâ aleyhim ec- ma'în" müjdeler olsun. Bu hadîs-i şerîfe göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile be- râber olur. Görünüşde insanlar ile birlikde ve onlarla alış verişde ise de, ha- kîkatde Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. Bu so- fî, Allahü teâlâ ile (Kâin)dir. Ya'nî Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan (Bâin)dir. Ya'nî ayrıdır. Yâhud, görünüşde insanlar ile kâindir. Hakîkat- de ise insanlardan bâindir. Kalb, ya'nî gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlâd, mevkı', medh olunmak gibi çeşidli arzûları ve bağlantıları ve sevdikleri gö­rülür ise de bu sevgilileri hakîkatde hep bir sevgilisi içindir. O biricik sev­gilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. Onların nefslerini düşünmemek- dedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kal­maz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsi­dir. Çünki hiçbirşeyi o şey için sevmemekdedir. Onun için hiçbirşey perde olmaz. Kul, hep nefsini düşünmekdedir. Bunun için perde, yalnız kendisi­dir. Başka hiçbir şey değildir. Kul, kendinin nefsini düşünmekden büsbü­tün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbi­ne yerleşemez. Bu büyük ni'met, ancak tam fenâ hâsıl oldukdan sonra el­de edilebilir. Mutlak olan Fenâ da, Tecellî-i zâtîye bağlıdır. Çünki, ortalık- dan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zâtiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin ni'metleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. Bu zemân, ihlâs hâsıl olur. Rabbine an­cak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil. İbâdeti, ni'metlere kavuş­mak için olmaz. Çünki, ona göre ni'metlerle azâblar arasında başkalık yokdur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir.
Ebrâr böyle değildir. Bunlar, Allahü teâlâya ni'metlerine kavuşmak için ve azâbından korkdukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefs- lerinin arzûlarıdır. Çünki bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek se'âdeti- ne kavuşmamışlardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyi- âtı olmuşdur). Çünki, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâtdır. Başka ba­kımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâtdır. Ya'nî iyilikdir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavuşdukdan ve bu se- bebler âlemine indikden sonra, Allahü teâlâya, korku ile ve ni'metlerine kavuşmak için ibâdet eden de vardır. Fekat, bunların korkuları ve arzûla- rı kendi nefsleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine ka­vuşmak için ve Onun gazabından, gücenmesinden korkdukları için ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünki, Cennet, Allahü teâlânın rızâ­sının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için düâ ederler. Çünki, Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulunduğu yer­dir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için de­ğildir. Çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuşlardır. Al- lahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavuşan, (Vilâyet-i hâssa) makâmına erdik- den sonra (Peygamberlik) makâmının yüksekliklerinden bir şeylere de ka­vuşur.
Sebebler âlemine inmeyen ise, müstehlik olan, ya'nî kendini yok bilen Evliyâdan olur. Bunun Peygamberlik makâmının kemâlâtından haberi yokdur. Başkalarını kemâle getiremez. Yukarıda bildirdiğimiz birinci sınıf Evliyâ "rahmetullahi aleyhim ecma'în" gibi değildirler. Allahü teâlâ, insan­ların en üstünü hürmetine "aleyhi ve alâ âlihi ve etbâ'ihi minessalevâti ef- dalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" bizleri bu büyükleri sevmekle şeref­lendirsin. Çünki, (Kişi, sevdiği ile berâber olur). Evvelimiz ve sonumuz se- lâmetde olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder