BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

32. OTUZİKİNCİ MEKTUP


 32.
 
 OTUZİKİNCİ MEKTUP

Bu mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede yazılmışdır. Eshâb-ı kirâmın "aleyhimürrıdvân" kemâlâtını ve hazret-i Mehdîyi bildirmekdedir:
Lutf ederek gönderdiğiniz mektûb geldi. Bu garîbleri hâtırladığınıza şükr eyledim. Büyük hocamızın senelerle hizmetinde hiç istifâde etmemiş gibi­yim diyor ve sebebini soruyorsunuz. Efendim! Böyle şeylerin cevâbını yazmak, hattâ anlatmak uygun değildir. Çünki, okumakla, dinlemekle an­laşılmaz. Sevgi ve i'timâd olmak şartı ile, uzun zemân berâber bulunmak lâzımdır. Başka yol ile ele geçemez. Fârisî beyt tercemesi:
Râhat gece, tatlı mehtâb bul bana, Her şeyden anlatayım, o zemân sana.
Her süâle cevâb vermek lâzımdır buyurmuşlar. Onun için kısaca bildi­reyim ki, tesavvuf yolculuğunda, her makâmın, ayrı bilgileri, ma'rifetleri, hâlleri vardır. Her makâm için ayrı vazîfe, zikr ve teveccüh lâzımdır. Ba'zı makâmda zikr, başka makâmda Kur'ân-ı kerîm okumak, nemâz kılmak, ba'zısında cezbe, ba'zısında sülûk, ba'zısında ise bu ni'metin her ikisi var­dır. Öyle makâmlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makâmlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin "sallallahü aley­hi ve sellem" eshâb-ı kirâmının "aleyhimürrıdvân" hepsi, bu makâmlara ka­vuşmuş, bu büyük ni'met ile şereflenmişdir. Bu makâmların sâhibleri, baş­ka makâmların sâhiblerine benzemez. Başka makâmların sâhibleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makâm, Eshâb-ı kirâmdan sonra, hazret-i Mehdîde görünecekdir. Tesavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu ma- kâmdan haber vermişdir. Bu makâmın ilmlerinden, ma'rifetlerinden söy- liyen ise, yok gibidir. Bu makâm, Allahü teâlânın, öyle büyük bir ni'meti- dir ki, dilediği, seçdiği bahtiyârlara nasîb olur. Eshâb-ı kirâm "aleyhimür­rıdvân" bu pek yüksek mertebeye, dahâ ilk sohbetde ayak basardı ve ze- mânla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetişdirmek is­terlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifet- lerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. Bu mertebelere yetişebil­mek, insanların en üstününün "aleyhi ve alâ âlihissalevât" sohbeti ile mümkin olabilir. Onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereke­ti ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdı- ran nisbet ile, yol ile şereflenir. Fârisî beyt tercemesi:
Cezbe, sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri an­laşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İn­sanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.
Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bu­lundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hare­ketlerini değişdirmesinler! Ra'd sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İn­sanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni'metleri- ni değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kim­se durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyurul- du. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı ver­medi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ'atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr "rahmetullahi aleyh" afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.
Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebin­deki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değil­dir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek ho­camın "rahmetullahi aleyh" kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunan­ların hepsine düâlar ederim.
Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıkları­nı ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşı­lamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, iş- leyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.
Sığınağımız, kıymetli rehberimiz "kuddise sirruhül'azîz" burada bulu­nanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazı­yorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, ora­da bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe verme­sini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gü­cümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr "rahmetullahi aleyh" bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görül- müşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, on­ların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.
Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya'nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.
Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ'at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya'nî san'at- ların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Si- beveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünce­leri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksan­lık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdül- hâlık hazretleri zemânında yok idi "kaddesallahü sirrehümâ". Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretle­ri "rahmetullahi aleyh", bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olma­mış biliyordu. Eğer dahâ yaşasaydı, Allahü teâlânın irâdesi ile, bu nisbeti kim bilir nereye kadar yükseltecekdi. Bunun yükseltilmemesi için uğraş­mak doğru değildir. Fakîr, bu nisbetin değişmeden nasıl kalacağını bilemi­yorum. Sizdeki nisbet bile başkadır. Onların nisbetine hiç benzememekde- dir. Bu sözümüz, onların yüksek huzûrunda çok söylenmişdi. Şeyh İlâhdâd fakîri, nisbetin ne olduğunu nereden bilmekdedir? Kalbinde bir parça hu- zûr vardır. Ne hâlde olduğunu başkaları da bilmekdedir. O nisbeti kendi­sine veren kimdir? Bunları bana bildiriniz. Böylece bu fakîr de kendisine yardımda bulunayım. Rü'yâlara güvenmeyiniz! Çünki, çoğu hayâl ile gö- rülmekdedir, doğru olmazlar. Şeytân, kuvvetli düşmandır. Onun aldat­masından kurtulmak güçdür. Ancak, Allahü teâlânın koruduğu seçilmiş kimseler kurtulur.
Süâl: Kazanılmış olan nisbetlerin geri alınmasını soruyorsunuz?
Cevâb: Efendim! O nisbeti geri almakda rehberin ihtiyârı, irâdesi olmaz. Birlikde iken de söylemişdim. O hâl, şimdi de öyledir, yok olmamışdır. Yok oldu sanmak doğru değildir. Kalbden işitdiğiniz sesin de, bununla bir ili­şiği yokdur. Ateşin külü soğuyunca ve içinde ateş kalmayınca da, üzerine su dökülürse, ateşe dökmüş gibi ses çıkarır. Sesi duyunca, külün içinde ateş kalmışdır demek doğru olmaz. Yine söylüyorum, rü'yâlara kıymet verme­yiniz! Bu sözüm, bugün sizden gizli ise, yarın inşâallahü teâlâ belli olacak- dır. Mektûbunuzda üzerine çok düşmüş olduğunuz için, cevâbını bildirme­ğe mecbûr kaldım. Yoksa, sebeb olmadan bir şey yazılamıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder