BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

4. DÖRDÜNCÜ MEKTUP



 DÖRDÜNCÜ MEKTUP

Bu mektûb yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Kıymeti çok büyük olan Ramezân ayının üstünlüklerini ve (Hakîkat-i Muhammediyye)yi bildirmek- dedir:

Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek katınıza sunar ki, çok zemândan beri yüksek kapınızın hizmetçilerinin hâllerini bildiren mubâ- rek mektûbunuza kavuşmakla şereflenemedim; gözlerim yoldadır. Mubâ- rek Ramezân ayının gelmesi hayrlı olsun. Bu ayın Kur'ân-ı kerîm ile tam bağlılığı vardır. Bu bağlılıkdan dolayı, Kur'ân-ı kerîm bu ayda inmeye başladı. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde, (Kur'ân-ı kerîm Ra­mezân ayında indirildi) buyuruldu. Kur'ân-ı kerîm, Allahü teâlânın zâtının ve şü'ûnlarının bütün kemâllerini kendinde toplamışdır, asl dâiresinin içindedir. Ona hiçbir zıl yaklaşmamışdır. (Kâbiliyyet-i Ûlâ) onun zıllidir. Ramezân-ı şerîf ayının Kur'ân-ı kerîm ile bağlılığı olduğu için, bu ay da bü­tün hayrları ve bereketleri kendinde toplamışdır. Bütün bir yıl içinde her­hangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayrlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. Bir kimse bu ay­da kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. Bu ayı kötülükle geçirir­se, bütün senesi kötü geçer. Ramezân-ı mubârek ayı bir kimseden râzı olur­sa, o kimseye müjdeler olsun. Bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayrlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! Bu ayda, Kur'ân-ı ke­rîmi hatm etmek, aslın bütün kemâllerine ve zıllin bütün bereketlerine ka­vuşmak için olabilir. Ramezân-ı şerîfde Kur'ân-ı kerîmi hatm eden kimse­nin, bereketlerine kavuşması hayrlarından pay alması umulur. Bu ayın günlerinin bereketi başka, gecelerinin hayrları başkadır. İftârda acele et­menin ve sahûru gecikdirmenin, böylece gecesi ile gündüzünün tam ayrıl­masının sünnet olması, bu incelikden ileri gelebilir. Yukarıda söylediğimiz (Kâbiliyyet-i Ûlâ)ya (Hakîkat-i Muhammediyye) de denir "alâ masdarihes- salâtü vesselâmü vettehıyye". Bu, bütün sıfatları bulunan (Kâbiliyyet-i zât) demek değildir. Büyüklerden birkaçı böyle demiş ise de, öyle değildir. Zât-i ilâhînin ilm i'tibârının kâbiliyyetidir ki, Kur'ân-ı kerîmin hakîkati olan, zâtın ve şü'ûnlarının kemâllerinin hepsine bağlıdır. Sıfatlara bağlı olan ve zât ile sıfatlar arasında bir geçit olan (Kâbiliyyet-i ittisâf), ondan başka bü­tün Peygamberlerin hakîkatlarıdır "alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vet- teslîmât vettehıyyât". Bu kâbiliyyet, kendisinde birçok (İ'tibârat) bulun­mak düşüncesi ile, birçok hakîkatlar olmuşdur. Hakîkat-i Muhammediyye olan kâbiliyyet, kendisinde zılliyet bulunmakla berâber, sıfatlara benzemez. Zât-i ilâhî ile arasında hiç bir perde yokdur. Muhammedî yaratılmış olan ev- liyânın hakîkatları, Zât-ı ilâhînin ilm i'tibârı ile olan kâbiliyyetleridir. Bu kâ- biliyyet-i Muhammediyye, Zât-i ilâhî ile o çeşidli kâbiliyyetler arasında bir geçitdir. Bu kâbiliyyete onlardan birinin adı da verilir. Çünki, bu kâbi- liyyet sıfatlara yakındır. Sıfatlarda olan ilerleme, bu kâbiliyyete kadar olur. Bunun için, bu kâbiliyyete (Hakîkat-i Muhammediyye) denilmişdir. Bu kâbiliyyet-i ittisâf, gözden hiç yok olmadığı için, buna o kâbiliyyetlerin de ismi verilmişdir. Çünki, hakîkat-i Muhammediyye, arada hep perde­dir. Kâbiliyyet-i Muhammediyye, Zât-i ilâhîde bir i'tibârdır ve sâlikin gö­zünden yok olabilir. Yok olduğu da bilinmekdedir. Kâbiliyyet-i ittisâf da, i'tibâr ise de, arada geçit gibi olduğundan, sıfatlar gibi, zâtdan başka, ay­rıca vardır ve gözden yok olamaz. Bunun için, bu perdenin aradan hiç kalkmadığını söylemişlerdir.

Asl ve zıllı bir arada toplayan makâmın böyle bilgileri çok gelmekdedir. Bunların çoğu kâğıd üzerine yazıldı. (Makâm-ı kutbiyyet), zıl makâmının bilgilerinin inceliğinin kaynağıdır. (Ferdiyyet mertebesi), asl dâiresinin ma'rifetlerinin gelmesine vâsıtadır. Zıl ile aslı birbirinden ayırmak, bu iki ni'mete kavuşmadan olamaz. Bunun içindir ki, büyüklerden çoğu, kâbiliy- yet-i ûlâya (Te'ayyün-i evvel) diyorlar ve zâtdan ayrı değildir diyorlar. (Te- cellî-i zâtî), bu kâbiliyyeti görmekdir diyorlar. İşin doğrusu, bizim bildir­diğimiz gibidir. Allahü teâlâ, işin doğrusunu doğru olarak bildirir ve dile­diğini doğru yola kavuşdurur. Yazmak emr olunan şeyleri bitiremedim. Ya­zılanlar öylece kaldı. Bu duraklamanın hikmeti acaba nedir? Mektûbu sı­kılmadan dahâ uzatmak edebsizlik olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder