BURS

BURS

28 Mart 2012 Çarşamba

43. KIRKÜÇÜNCÜ MEKTUP


 43.

 KIRKÜÇÜNCÜ MEKTUP

Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîd-i Buharî "rahmetullahi aleyh" hazretlerine yazılmışdır. Tevhîd-i şühûdî ve tevhîd-i vücûdî bildirilmekde, ayn-ül-yakîn ve hakk-ul-yakîn anlatılmakdadır:
Allahü teâlâ, size selâmet versin! Her kusûrdan, sıkıntıdan korusun! Âmîn.
Bu yüksek insanların "rahmetullahi aleyhim" tesavvuf yolculuğunda, ön­lerine çıkan tevhîd iki dürlüdür: Tevhîd-i şühûdî, Tevhîd-i vücûdî.
(Tevhîd-i şühûdî) bir olarak görmekdir. Ya'nî sâlik [yolcu], herşeyi ya­panı bir görür. Ayrı ayrı şeyler görülmez. Tevhîd-i vücûdî, var olanı, bir bil- mekdir. Ondan başka herşeyi yok bilmekdir. Yok olmakla berâber, O bir mevcûdun aynaları sanmakdır. Tevhîd-i vücûdî, ilm-ül-yakîn kısmından olu­yor [ya'nî kalb ile bilmekdir]. Tevhîd-i şühûdî ise, ayn-ül-yakîn kısmından oluyor [ya'nî, görmekdir]. Tevhîd-i şühûdî, bu yolda, elbette vardır. [Her sâlik, buna yakalanacakdır.] Çünki, bu tevhîd olmadıkça, Fenâya kavuşu- lamaz, ayn-ül-yakîn nasîb olamaz. Çünki, birşey görülür ve görünmesi kuvvet bulursa, başka hiçbirşey görülemez. Tevhîd-i vücûdî ise, böyle de­ğildir. Ya'nî, lâzım değildir. Çünki böyle ma'rifet [bilgi] olmadan da, ilm- ül-yakîn hâsıl olur. Mevcûdun bir olduğunu, ilm-ül-yakîn ile bilmek, On­dan başka şeyleri yok bilmeği îcâb etmez. Ya'nî, Allahü teâlâyı var bilmek ve bu bilginin, insanı kaplaması, Ondan başka şeyleri bilmemeği îcâb etdir- mez. Meselâ, bir kimsede, güneşin var olduğuna yakîn hâsıl olunca, bu ya- kîn, bu kimseyi kapladığı zemân, yıldızları yok bilmesi lâzım gelmez. Fe- kat, güneşi gördüğü zemân, yıldızları elbette görmez. Güneşden başka birşey görmez. Yıldızları görmediği için, yıldızları yok bilmez. Hattâ, var olduklarını, fekat görünmediklerini bilir. Bu kimse, bu zemân, yıldızlar yok- dur diyenlere inanmaz. Sözlerinin doğru olmadığını bilir. İşte tevhîd-i vü- cûdî, bir mevcûddan başka, her şeyi yok bilmek olup, akla ve islâmiyyete uygun değildir. Tevhîd-i şühûdî ise, mevcûdu bir görmekdir ve akla ve is- lâmiyyete uygundur. Meselâ, güneş doğarken, yıldızlar, yok oluyor de­mek, doğru değildir. Fekat, bu zemânda, yıldızları görmemek doğrudur. Gü­neşin ziyâsı çok olduğu ve insanın gözü kuvvetsiz olduğu için yıldızlar gö- rülmemekdedir. Eğer, güneşin ziyâsı, insanın gözünü kuvvetlendirseydi, gü­neşle birlikde yıldızları da görürdü. Bu görüş (Hakk-ül-yakîn) makâmın- da olur. İşte Söfiyye-i aliyyenin büyüklerinden ba'zısının, islâmiyyete uy- mıyor görünen sözlerini, ba'zı kimseler tevhîd-i vücûdî sanmışdır. Meselâ, Ebû Mensûr-i Hallâcın (Enelhak) sözü ve Ebû Yezîd-i Bistâmînin "rahme- tullahi aleyh" (Sübhânî) sözü ve bunlar gibi sözler, böyledir. Böyle sözle­ri, tevhîd-i şühûdî bilmemiz lâzımdır. Bu sûretle, islâmiyyete uygun olur­lar. Bu büyükler, o hâl içinde, Allahü teâlâdan başka, hiçbirşey göremeyin­ce, bu sözleri söylemiş, Allahü teâlâdan başka birşey yokdur, demek iste­mişlerdir. (Enelhak) demek, ben yokum, Allahü teâlâ vardır, demekdir. Kendini görmeyince, var olduğunu bilmemişdir. Yoksa, kendini görüp, Hak teâlâyım dememişdir. Böyle söylemek küfrdür.
Süâl: Kendinin var olduğunu bilmemek, yok bilmek değil midir? Bu da, tevhîd-i vücûdî olmaz mı?
Cevâb: Var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir. O ze- mân, şaşkınlık hâlidir. Akl işlemez. Hiçbir şeye hükm, karâr verecek hâl­de değildir.
(Sübhânî) sözü de, Hak teâlâyı tenzîhdir. Kendini tenzîh değildir. Çün- ki, kendi varlığını bilmemekdedir. Birşeye hükm edemez.
[Hindistândaki islâm âlimi Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Merec-ül- bahreyn)de diyor ki, (Tesavvuf büyükleri, islâmiyyete uymıyan sözleri söylerken çok kızan ve çok sevinen insan gibidirler. Kızmak ve sevinmek, insanın aklını örter. İhtiyârını giderir. Tesavvuf serhoşları da, böyle şu'ûr- suz konuşmuşlardır. Bu hâllerinde ma'zûr iseler de, böyle sözlerine uymak câiz değildir).].
(Ayn-ül-yakîn) makâmı, hayret, şaşkınlık makâmıdır. Bu makâmda, ba'zıları, böyle şeyler söylemişdir. Bu makâmdan kurtarıp da, hakk-ul-ya- kîn makâmına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyliyemez ve haddi aşmazlar.
Zemânımızda, tarîkata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu sü­sü vererek, tevhîd-i vücûdîyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrûm kalmışlardır. Tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayâlleri ile ma'nâ vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde söylemekdedirler.
Tesavvuf büyüklerinin kitâblarında, tevhîd-i vücûdîyi gösteren, böyle sözler görülürse, ilk zemânlarında, ilm-ül-yakîn mertebesinde söylemiş olduklarını, sonra bu makâmdan ilerleyip, ayn-ül-yakîn makâmına götürül­düklerini düşünmelidir.
Süâl: Tevhîd-i vücûdî sâhibi olan, mevcûdü [ya'nî var olanı] bir bildiği gibi, bir vücûd [varlık] görmekdedir. Ya'nî ayn-ül-yakîn mertebesine de mâ- likdir.

Cevâb: Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, tevhîd-i şühûdînin, âlem-i misâldeki sûretini görmekdedir. Tevhîd-i şühûdîye kavuşmamışdır. Tevhîd-i şühûdî başkadır. Âlem-i misâlde gördükleri, bu sûreti başkadır. Çünki, tevhîd-i şü- hûdî mertebesinde, hayret, şaşkınlık hâsıl olur. Hiçbir şeye hükm ede­mezler. Hâlbuki, tevhîd-i vücûdî sâhibi, tevhîd-i şühûdînin, âlem-i misâl­deki sûretini gördüğü zemân yine ilm sâhibidir. Çünki, herşeyin yok oldu­ğunu bilmekdedir. Yok demek, bir hükm, karâr vermekdir. Hayret ile ilm, birlikde bulunamaz. O hâlde, tevhîd-i vücûdî sâhibi, ayn-ül-yakîn ma- kâmına varmamışdır. Hâlbuki, tevhîd-i şühûdî sâhibini hayret makâmın- dan ileri götürürlerse, hakk-ul-yakîn makâmındaki ma'rifete kavuşur ki, bu makâmda ilm ile hayret birlikde bulunur. Hayretsiz olan, hayretden önce olan ilm, ilm-ül-yakîndir. Bu cevâbı, bir misâl ile aydınlatalım:
Devlet reîsi olmağa elverişli bir kimse, rü'yâda, kendini devlet reîsi ol­muş, o makâmda o işin başında görür. Fekat, bu kimse, elbette devlet re- îsi olmamışdır. Yalnız âlem-i misâldeki sûretini, kendinde görmüşdür. Devlet reîsliği nerede, rü'yâda gördüğü sûret nerede! Şu kadar var ki, rü'yâsı, âlem-i misâldeki sûret olmakla berâber, bu kimsenin, bu sûretin as­lı olan makâma kavuşmağa elverişli olduğunu haber vermekdedir. Eğer ça­lışır, uğraşırsa, Allahü teâlânın ihsânı ile, o makâma kavuşabilir. Bir şeye elverişli olmak ile, o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? Aralarında, çok fark vardır. Ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline ka­vuşamaz. Onların cemâli ile şereflenemez.
Bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemânımızda ba'zıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve ba'zıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhîd-i vücûdî yolunu tutmuş, sevâbı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, Allah yapıyor diyor. Hattâ, herşeyi Hak teâlâ biliyorlar. Bu kurnazlıkla islâmiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. Böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. İbâdet etmek lâzımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islâmiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. Hâşâ ve kellâ! Öyle değildir. Hiç de, dedikleri gibi değildir. Bun­ların kötü düşüncelerinden, Allahü teâlâya sığınırız!
Tarîkat ve islâmiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. Araların­da kıl ucu kadar fark yokdur. Ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. İslâmiyyete uymıyan herşey bozukdur. Atılması lâ­zımdır. İslâmiyyetin istemediği bir müslimânlık, zındıklıkdır. İslâmiyyete yapışarak hakîkati aramak, tesavvufdur.
Allahü teâlâ, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin "aley- hisselâm" yoluna, hem zâhirde, hem bâtında, tâm uymakla şereflendirsin! Âmîn.
Sevgili hocam "kaddesallahü sirreh" çok zemân, tevhîd-i vücûdî yolun­da idi. Risâlelerinde ve mektûblarında, bu yolu gösterdi. Fekat sonra, Hak teâlâ lutf ederek, bu makâmdan ilerletdi. Bu dar bilgilerden kurtar­dı. Talebesinden Abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel bu­yurdu ki, (Pek iyi anladım ki, tevhîd-i vücûdî, dar bir sokak imiş. Ana cadde, başka imiş. Böyle olduğunu, önceden de biliyordum. Fekat, şimdi, pek yakîn anladım). Bu fakîr [ya'nî İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh"], ho­cama hizmet etdiğim zemânlar, tevhîd-i vücûdî yolunda idim. Bu yolu kuvvetlendiren keşfler hâsıl olmakda idi. Fekat, Allahü teâlânın ihsânı, bu makâmdan kurtarıp, dilediği makâmla şereflendirdi. Sözü uzatmamak için, burada kesiyorum. Vesselâm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder