BURS

BURS

28 Mart 2012 Çarşamba

44. KIRKDÖRDÜNCÜ MEKTUP


 44. 

KIRKDÖRDÜNCÜ MEKTUP

    Bu mektûb, yine nakib, seyyid şeyh Feride yazılmışdır. İnsanların iyisi­ni medh etmekde ve Ona uymağa teşvik etmekdedir:
Merhamet ederek göndermiş olduğunuz, kıymetli mektûbunuz, en iyi bir zemânda, fakîri şereflendirdi. Okuyarak mesrûr olduk. Allahü teâlâya hamd olsun ki, Muhammed aleyhisselâmın fakrinden, size mîrâs nasîb ol­muş. Fakîrlere karşı teveccüh ve sevgi ve onlara bağlılık, bu mîrâsdan hâ­sıl olmakdadır. Hiçbirşeyi olmayan bu fakîr, ne cevâb yazacağımı şaşırdım. Arabın en hayrlısı olan, büyük ceddinizin üstünlüklerini bildiren haberle­ri yazarak, bu mektûbumu, âhıretde azâblardan kurtulmak için vesîle ya­pacağım. Aleyhissalâtü vettehıyye efendimizi medh etmeğe kalkışmıyorum. Yazılarımı, Onun ile kıymetlendiriyorum. Arabî beyt tercemesi:
Muhammed aleyhisselâmı medh edemiyorum, Onunla, yazılarımı kıymetlendiriyorum.
Allahü teâlâya sığınarak ve Ondan yardım dileyerek bildiriyorum ki: Mu- hammed "aleyhisselâm", Allahü teâlânın resûlüdür. Âdem oğullarının seyyidi, efendisidir. Kıyâmet gününde, kendisine uyarak Cehennemden kur­tulanların en cömerdidir.
[Seyyid Abdülhakîm Efendi "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" buyur­du ki: Her Peygamber "salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma'în", kendi zemâ- nında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üs­tündür. Muhammed "aleyhisselâm" ise, her zemânda, her memleketde, ya'nî dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncıya kadar, gelmiş ve gele­cek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir ba­kımdan Onun üstünde değildir. Bu, güç birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmışdır. Hiçbir insanın Onu medh ede­cek gücü yokdur. Hiçbir insanın, Onu tenkîd edecek iktidârı yokdur].
Kıyâmet günü kabrden en önce O kalkacakdır. En önce, O şefâ'at ede- cekdir. En önce, Onun şefâ'ati kabûl olacakdır. Cennet kapısını önce O ça- lacakdır. Kapı, Ona hemen açılacakdır. (Livâ-i hamd) denilen bayrak, Onun elinde bulunacakdır. Âdem "aleyhisselâm" ve Onun zemânından kıyâmete kadar gelen her mü'min, bu bayrak altında bulunacakdır. Bir hadîs-i şerîfde, (Kıyâmet günü, önce gelenlerin ve sonra gelenlerin seyyi- diyim. Hakikati bildiriyorum, öğünmüyorum) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın habibiyim, sevgilisiyim. Peygamberlerin reisiyim. Öğün- mek için söylemiyorum). Bir hadîs-i şerîfde, (Peygamberlerin "aleyhimüs- selâm" sonuncusuyum, öğünmüyorum. Ben Abdüllahın oğlu Muhammedim "aleyhissalâtü vesselâm". Allahü teâlâ insanları yaratdı. Beni insanların en iyisinde yaratdı. Allahü teâlâ, insanları fırkalara [kavmlere, ırklara] ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra bu en iyi fırkayı kabilelere [cemâ'at- lere] ayırdı. Beni en iyisinde bulundurdu. Sonra, bu cemâ'ati evlere ayırdı. Beni, en iyi evden [ya'nî âileden] dünyâya getirdi. İnsanların en iyisiyim. En iyi âiledenim. Kıyâmetde, herkes susduğu zemân, ben söyliyeceğim. Kim­senin kımıldıyamadığı vaktde, onlara şefâ'at ediciyim. Kimsede ümmıd kalmadığı bir zemânda, onlara müjde vericiyim. O gün her iyilik, her dür- lü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Livâ-i hamd benim elimdedir. İn­sanların en hayrlısı, en cömerdi, en iyisiyim. O gün emrimde binlerce hiz­metçi vardır. Kıyâmet günü, Peygamberlerin imâmı, hatîbi ve hepsine şe- fâ'at edici benim. Bunları öğünmek için söylemiyorum). [Hakîkati bildiri­yorum. Hakîkati bildirmek vazîfemdir. Bunları söylemezsem, vazîfemi yapmamış olurum] buyurdu. O olmasaydı "aleyhissalâtü vesselâm", Alla- hü teâlâ, hiçbirşeyi yaratmazdı. Rab olduğu, ma'bûd olduğu meydâna çık­mazdı. Âdem "aleyhisselâm", su ile toprak arasında iken [ya'nî çamuru yoğ­rulurken], O "aleyhisselâm" Peygamber idi. Fârisî beyt tercemesi:
Günâh işlese de, çekilmez hesâba, böyle bir seyyidin izindeki kimse.
Bütün insanlığın seyyidi, en üstünü olan, böyle bir Peygambere "aley- hissalevâtü vettehıyyât" inanan, Onun yolunda giden kimse, elbette üm­metlerin en iyisi olur. Âl-i İmrân sûresinin, (Siz ümmetlerin, din sâhible- rinin en hayrlısı, en iyisisiniz!) meâlindeki yüzonuncu âyeti bunlara müj­dedir. Ona inanmıyan, [Onu anlıyamıyan, kendileri gibi sanan], insanla­rın en kötüsüdür. Tevbe sûresinin, (Vahşî, kalbleri katı câhiller, sana inanmaz. Dahâ çok münâfıkdırlar) meâlindeki doksansekizinci âyeti bun­ları göstermekdedir. Dünyânın bugünkü hâlinde, Onun sünnet-i seniyye- sine [ya'nî islâmiyyete] uymakla şereflendirilenler, ne kadar bahtiyârdır. Onun dînine inanan, Ona ümmet olanın, az bir iyiliğine katkat sevâb ve­rilir. Eshâb-ı Kehf [ya'nî Tarsusdaki mağarada bulunan yedi kişi] "rahme­tullahi aleyhim ecma'în" bir güzel iş yapmakla, yüksek derecelere ka- vuşdu. Bu işleri de, din düşmanları, her tarafı kapladığı vakt, kalblerinde- ki îmânı korumak için, başka yere hicret etmeleri idi. Bugün, Ona îmân edip, az bir ibâdet yapmak, sanki düşman saldırıp, her tarafı kapladığı ze- mânda, askerin, az bir hareketinin çok kıymetli olmasına benzer. Sulh ze- mânında, askerin, bundan katkat fazla çalışması, böyle kıymetli olamaz.
Muhammed "aleyhisselâm", Allahü teâlânın mahbûbu olduğu için, Onun izinde giden, mahbûbluk derecesine yükselir. Çünki, muhib [ya'nî aşık], sevgilisinin ahlâkını, alâmetlerini kimde görürse, onu da sever. Ona uymıyanların hâlini, bundan anlamalı! Fârisî beyt tercemesi:
Muhammed "aleyhisselâm ", yüzü suyudur cihânın, kapısının toprağı olmıyan, toprak altında kalsın!
Eshâb-ı Kehf "rahmetullahi aleyhim ecma'în" gibi hicret edemiyen, bâtın yolu ile hicret etmeğe çalışmalıdır. Düşmanlar arasında bulunur­ken, gönülleri, onlardan ayrı, uzak olmalıdır. Allahü teâlâ, bu sûretle de, se'âdete kapıları açabilir. Nevruz günü [martın yirminci günü], geliyor. [Kâ­firlerin, ateşe tapanların bayramı olan] o günlerde, ne karışıklık, ne kadar taşkınlık, şaşkınlık olduğunu biliyorsunuz. O karanlık günleri atlatdık- dan sonra, Allahü teâlâ nasîb ederse, sizinle görüşmek şerefine kavuşma­ğı ümmîd ediyorum. Nâzik başınızı ağrıtmamak için, mektûbuma son ve­riyorum. Allahü teâlâ, kerîm olan babalarınızın yolundan ayırmasın! Size ve onlara kıyâmete kadar selâm olsun! Âmîn.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder