BURS

BURS

28 Mart 2012 Çarşamba

47. KIRKYEDİNCİ MEKTUP


 47. 

KIRKYEDİNCİ MEKTUP

    Bu mektûb, yine nakîb ya'nî diyânet işleri reîsi, seyyid şeyh Ferîde gönderilmişdir. Geçen senelerdeki kâfirlerin azgınlığından şikâyet etmek- de, müslimânların, dîne hürriyyet veren hükûmete düâ etmesi lâzım oldu­ğunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâ sizi, iyilerin iyisi olan atalarınızın yolunda bulundursun ve onların önce, en üstününe "aleyhissalâtü vesselâm", sonra geridekilerin hep­sine, düâlarımızı ve selâmlarımızı erişdirsin!
İslâm âlimi, milletin yanında, bedendeki kalb gibidir. Kalb, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalb bozuk olunca bütün uzvlar, hep kötü iş yapar. Bunun gibi, âlimler iyi ise, millet de iyi olur. İleriye gider. Onlar, bo­zuk olursa, millet de bozulur. Felâkete gider. Ekber şâhın hükûmeti zemâ- nında, müslimânların başına ne sıkıntılar, ne felâketler gelmişdi, hepimiz biliyoruz. Bin yıl önce, müslimânlar kendi dinlerinde olacak, kâfirler de ken­di yollarında kalacakdı. Nitekim, Kâfirûn sûresi, bu hâli haber vermekde- dir. Bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslimânların önünde, dinsizliklerini açıkca yapıyor, bu mubârek islâm memleketinde ya'nî Hin- distânda, müslimânlar, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapamıyorlardı. Yerlerin, gök­lerin, her çeşid enerjinin sâhibi olan, Allahü teâlânın sevgilisi, Muhammed aleyhisselâma inananların, onun ışıklı yolunda ilerliyenlerin aşağılanma­sı, hırpalanması, ona inanmıyanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. Müslimân- lar, yaralı kalbleri ile, sabr ediyorlardı. İslâm düşmanları [yazıları ile, ka­lemleri ile, sözleri ile, mevkı' kuvveti ile ve her vâsıta ile], alay ederek, taş­kınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. Hidâyet, se'âdet güne­şi, dalâlet ve irtidâd bulutları ile örtülmüş, hak, fazîlet ışıkları, haksızlık, ah­lâksızlık perdeleri altına çekilmişdi.
Din düşmanı olanların ölmesi, bunların yerine gelenlerin, müslimânla- ra da hak ve hürriyyet tanımaları haberi işitildiği ânda müslimânlar, bun­lara her dürlü yardım ve hizmeti kendilerine borç bildi. Kavuşulan hürriy- yetden fâidelenerek, bu temiz mayalı, asîl kanlı milletin, islâmiyyete yapış­masına, dînin, îmânın kuvvetlenmesine çalışmağı en mukaddes vazîfe bil­di. Bütün müslimânların, devlete, hükûmete sözleri ile, yazıları ile ve elle­ri ile, işleri ile yardım etmesi zâten vâcibdir. İslâmiyyete yardımın en kıy­metlisi ve ehemmiyyetlisi, Ehl-i sünnet i'tikâdını ve ahkâm-ı islâmiyyeyi meydâna çıkarmak, [Ehl-i sünnet velcemâ'at i'tikâdını bozmak için çıka­rılan kitâblara, mecmû'a ve gazetelere cevâb yazarak, komünistlerin, ma­sonların, mezhebsizlerin devletimize karşı körükledikleri] fitne ve fesâd ate­şini söndürmekdir. [Böylece, din hırsızlarının, yehûdî, hıristiyan ve mürted- lerin, müslimân yavrularını aldatmalarını önlemekdir.] İslâmiyyete, hükû- mete ve millete, bu imdâdı yapacak olan, ancak, doğru yolda olan âlimler­dir. Böyle âlimler siyâsetle uğraşmaz. Dîni, siyâsete, mal, sandalye ve şöh­ret kazanmağa âlet etmez. Kendilerine din adamı ismini verip Kur'ân ter- cemeleri, din kitâbları yazan, mal ve makâm âşıkları, âhıret âlimi değil, dün- yâlık toplayıcılarıdır. Bunların kitâbları, mecmû'aları, sözleri zehrdir. Dî­ni, îmânı bozar ve millet arasına fitne, fesâd sokar. Fârisî beyt tercemesi:
Ekber şâh zemânında, müslimânların başına gelen belâlara hep böyle, din adamı şekline giren, dinsizler sebeb olmuşdu. Milleti hep bunların ki- tâbları, gazeteleri kışkırtmışdı. Müslimân ismi altında, yanlış yolda giden­lerin başları, hep bu kötü din adamları olmuşdur. Din âlimi tanınmıyan bir kimse, yoldan çıkarsa, bu sapıklığı, başkalarına bulaşmaz veyâ nâdiren bu­laşır. Zemânımızın tarîkatcıları da, müslimânları doğru yoldan çıkarıyor. Bunlar da, sahte din adamlarının [kitâbları, mecmû'aları ve gazetelerdeki] yazıları gibi, gençlerin dîninin, îmânının bozulmasına sebeb oluyor. İşte bu­gün, her müslimân, elinden gelen yardımı yapmayıp islâmiyyet yine bozu­lur, hakâret altına düşerse, hükûmete yardımı esirgeyen her müslimân âhıretde mes'ûl olacakdır. Bunun için, bu fakîr [ya'nî İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi aleyh"] gücüm, kuvvetim olmadığı hâlde, yardıma koşma­ğa özeniyorum. Güçlükleri yenerek, islâmiyyete ufacık bir hizmet edebil­mek yolunu arıyorum. İyilerin çoğalmasını istiyen de, onlardan sayılır bu­yurmuşlardır. Belki, bu zevallıya da, müslimânlara serbestlik veren, onla­rın hakkını koruyan, âdil hükûmet adamlarına nasîb olan, büyük sevâbla- rın damlaları bulaşır diye ümmîdleniyorum. Kendimi, Yûsüf aleyhisselâ- mı, birkaç iplikle satın almak için, pazara çıkan kocakarıya benzetiyo­rum.
Bu günlerde huzûrunuzla şereflenmek ümmîdindeyim. Allahü teâlâ, si­ze din üzerinde konuşmak fırsatını ihsân buyurmuşdur. Her konuşmanız­da, müslimânların, dinlerini râhatca ve kolayca öğrenmeleri ve ibâdet edebilmeleri için [ve mürtedlerin müslimânlara saldırmalarını önlemek için] gayret buyurmanızı cândan diliyoruz. Geçici ve sonsuz devletlere kavuşma­nız için düâ ederim.
[İslâmiyyet, Allahü teâlânın emrleridir. Hâkim, Allahü teâlâdır. Emri de, Kur'ân-ı kerîmdir. İslâmiyyet, dünyâdan kalkdı. Hiçbir yerde kalma­dı. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmi, yalnız okumak için göndermedi. Amel için, din âlimlerinin, anlayıp fıkh kitâblarında bildirdiklerini yapmak için gön­derdi. Bunları yapacak, yapdıracak da hakîkî din âlimleridir. Bunlara (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Mısr, Sûriye ve Irak çokdan bozuldu. Fransız­lar, İngilizler, birinci cihân harbinden sonra buraları işgâl etdiler. İslâm düş­manlığını, ahlâksızlığı, merhametsizliği getirdiler. Fikr hürriyyeti getiriyo­ruz diyerek, çeşidli fırkalar, partiler kurdular. Her partili, diğerlerine düş­man oldu. Milleti parçaladılar. İkinci cihân harbinden sonra, çekilip gider­lerken de, din câhili, zâlim kimseleri müslimânların başında bırakdılar. Bu dinsiz hükümetler, zındanları ve i'dâmları ile, hakîkî islâm âlimlerini im- hâ etdiler. Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî ve teblîg-ı cemâ'atcılar gibi mezhebsiz, reformcu, sahte din adamları da,kitâb- ları, mecmû'aları ve gazeteleri ile hakîkî din bilgilerini, Ehl-i sünnet ilm­lerini yok etdiler. Müslimânlık, ilm üzerine kurulduğundan, ilm ve âlim kal­mayınca, islâmiyyet bozuldu. Bulut olmayınca, yağmur beklemek, mu'ci- ze istemek olur. Allahü teâlâ, bunu yapabilir. Fekat, âdeti böyle değildir.

İslâm âlimi yetişebilmesi için, islâm ilmleri meydâna çıkıp, yayılıp, yüz se­ne geçmesi lâzımdır.
Müslimân, yaşadığı memleketin hükûmetine, isyân etmez. Bölücülük yapmaz. Fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. Kendi îmânını, ibâdetleri­ni, ahlâkını, hareketlerini düzeltmeğe çalışır. Mezhebsizlerin, münâfıkla- rın kitâblarını, gazetelerini okumaz. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeğe ve yapmağa çalışır. Kimseye fenâlık etmez. Kimsenin canına, malına, hakkı­na, ırzına, nâmûsuna saldırmaz. İslâmiyyete ve kanûnlara uygun yaşar. Yu­karıda bildirilenlerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı hakîkî din ki- tâblarında mevcûddur.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder