BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

7. YEDİNCİ MEKTUP


7.
 YEDİNCİ MEKTUP
 
Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, Arşın üstündeki makâma, rûhumun yükselerek ulaşdığını anladım. Burası Hâce Behâeddîn-i Buhârî "kaddesallahü sirrehül akdes" hazretlerinin ma- kâmı idi. Bir zemân sonra, maddeden yapılmış olan bu bedenimi de, o ma- kâmda buldum. O zemân böyle anladım ki, bu madde âlemi ve gökler aşa­ğıda kaldı. İsmleri ve nişânları yok oldu. O makâmda yalnız Evliyânın bü­yüklerinden birkaçı vardı. O zemân bütün âlemi o mahâlde ve o makâmda kendime ortak buldum. Onlardan temâmen ayrı olduğum hâlde kendimi on­larla birlikde görünce şaşırdım kaldım. Zemân zemân öyle hâller hâsıl olu­yor ki, ne kendim kalıyorum ve ne âlem kalıyor. Gözüme hiçbirşey görün­müyor. Hâtırıma birşey gelmiyor. Şimdi de bu hâldeyim. Âlemin varlığını ve yaratılmış olduğunu ne biliyorum ne görüyorum. Bundan sonra yine o ma- kâmda yüksek bir köşk görüldü. Bir merdiven konuldu. Oraya çıkdım. Bu makâm da, âlem gibi yavaş yavaş aşağı indi. Her ân yükseldim. Orada abdes- tin şükr nemâzını kılmak hâtırıma geldi. Kıldım. Çok yüksek bir makâm gö­rüldü. Nakşibendiyyenin dört büyük Hâcesini orada gördüm. [Bu dört zâtın "kaddesallahü esrârehüm" Hâce Abdülhâlık-ı Goncdevânî ve Hâce Muham- med Behâeddîn-i Nakşibend ve Hâce Alâ'üddîn-i Attâr ve Hâce Ubeydul- lah-ı Ahrâr oldukları zan olunur.] Seyyid-üt-tâife Cüneyd ve bunun gibi birkaç velî de orada idi. Birkaç velî bu makâmdan dahâ yukarıda idi. Fekat bunun direklerini tutmuş oturuyorlardı. Birkaç velî de bu makâmdan dahâ aşağıda idi. Derecelerine göre yer almışlardı. Kendimi bu makâmdan çok uzakda gördüm. Hattâ bu makâmla hiçbir ilgim yok idi. Bunun için çok üzüldüm. Aklımı kaçıracak gibi oldum. Aşırı üzüntüden ve sıkıntıdan canım çıkacak idi. Çok zemân bu hâl üzere kaldım. Sonunda, yüksek teveccühle­riniz ve yardımlarınız ile kendimi o makâma ilişik gördüm. Önce başımı onun yüksekliğinde buldum. Kendim de yükselerek o makâmın üstünde otur­dum. İyice inceliyerek, o makâmın tam bir tekmîl makâmı, ya'nî sâlikleri ke­mâle erdirenlerin makâmı olduğu anlaşıldı. Sülûk, ya'nî tesavvuf yolculuğun­da en son bu makâma varılır. Tam sülûk yapmamış olan meczûb bu makâ- ma kavuşamaz. O makâmda şöyle düşündüm ki, çok zemân önce yüksek ka­pınızda bildirdiğim rü'yâ ile bu makâma yetişmiş oldum. O rü'yâda emîr-il- mü'minîn hazret-i Alî "kerremellahü teâlâ vecheh" (Göklerin ilmini sana bil­dirmek için geldim) buyurmuşdu. İyi dikkat ederek bu makâmın, Hulefâ-i Râşidîn "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" arasında yalnız Emîr hazretle­rine ayrılmış olduğunu anladım. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.
Kötü huyların her ân kendimden ayrılarak uzaklaşdıkları görülüyor. Bir­çoklarının iplik gibi çıkdıkları, başkalarının solucan gibi ayrıldıkları belli oluyor. Bir vakt geliyor ki, tam ayrıldıkları anlaşılıyor. Başka bir zemân, baş­ka birşey yine görülüyor.
Ba'zı hastalıkların ve sıkıntıların gitmesi için teveccüh ederken, Allahü teâlânın bu teveccühden râzı olup olmadığını bilmek lâzım mıdır, yoksa lâ­zım değil midir? (Reşahât) kitâbında hâce Nakşibend "kaddesallahü sir- rehül akdes" hazretlerini anlatırken bildirdiklerinden, lâzım olmadıkları an­laşılıyor. Siz, bunun için nasıl emr buyuruyorsunuz? Böyle teveccühde bulunmak bu fakîre tatlı gelmiyor.
Tâliblerde huzûr hâsıl oldukdan sonra, zikr etmelerine son vererek bu huzûr üzerinde durmaları lâzım mıdır, değil midir? Huzûrun hangi merte­besinde zikr yapılmaz? Burada öyle sâlikler var ki, başlangıçdan sonuna ka­dar zikr yapıyorlar. Zikri hiç bırakmıyorlar. Nihâyete kadar yaklaşıyorlar. İşin doğrusu nasıldır? Ne yapmamız emr buyurulur?
Yüksek kapınıza dördüncü olarak sunulur ki, Hâce hazretleri [ya'nî, Ubeydüllah-i Ahrâr] (Fıkarât) kitâbında buyuruyor ki, (Sonunda zikr yapmak emr olunur. Çünki, birçok dilekler vardır ki, zikrsiz ele geçmez). Bu dileklerin ne olduğunu beyân buyurunuz.
Beşinci olarak yüksek kapınıza sunulur ki, çok kimse geliyor tarîkat öğ­retilmesini istiyorlar. Fekat, yidikleri lokmaların halâl olmasını gözetemi­yorlar. Bu gevşek davranışları ile birlikde huzûra ve biraz şü'ûrsuzluğa ka- vuşdukları görülüyor. Lokmalara dikkat etmeleri için sıkışdırılacak olur­sa, istekleri gevşek olduğundan, büsbütün bırakıp gidecekler. Bunlara ne yapmamız emr buyurulur? Birçokları da, yalnız bu şerefli zincire halka ol­mak istiyor, zikr öğretilmesini istemiyorlar. Bu kadarcık bağlanmaları câ- iz midir, değil midir? Eğer câiz ise, nasıl yapacağımızı emr buyurunuz? Sö­zü dahâ uzatmak saygısızlık ve tam edebsizlik olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder