80.
SEKSENİNCİ MEKTUP
Hak teâlâ, Muhammed Mustafânın "alâ sâhibihessalâtü
vesselâm" nûr- lu caddesinde
yürümek nasîb eylesin! Fârisî mısra' tercemesi:
Hadîs-i şerîfde, müslimânların yetmişüç
fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmişüç
fırkadan herbiri, islâmiyyete uyduğunu iddi'â etmekdedir. Cehennemden
kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söy-
lemekdedir. Mü'minûn sûresi, ellidördüncü [54] ve Rûm sûresi
otuzikin- ci âyetinde meâlen,
(Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmek- dedir)
buyuruldu. Hâlbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin
alâmetini, işâretini, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem"
şöyle bildirmekdedir: (Bu
fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gitdiği yolda bulunanlardır).
İslâmiyyetin sâhibi kendini söyledikden sonra, Es- hâb-ı
kirâmı da "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în", söylemesine lüzûm
olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshâbımın
gitdiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshâbımın gitdiği yoldur) demekdir.
Nitekim Ni- sâ sûresi, yetmişdokuzuncu âyetinde meâlen,
(Resûlüme itâ'at eden, elbette Allahü teâlâya itâ'at etmişdir)
buyuruldu. Resûle itâ'at, Hak teâlâya itâ'at demekdir.
Ona "sallallahü aleyhi ve sellem" uymamak, Allahü teâlâya
isyândır. Allahü teâlâya itâ'atin, Resûlüne itâ'atden başka
olduğunu sananlar için nâzil olan, Nisâ sûresinin, (Allahü
teâlânın yolu ile, Resûlünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Senin
söylediklerinin ba'zısına inanırız, ba'zısına inanmayız diyorlar. İkisi
arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. Bunlar, elbette kâfirdir)
meâlindeki yüzkırkdokuzuncu âyeti, bunların kâfir
olduklarını bildiriyor. Eshâb-ı kirâmın "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ec-
ma'în" yolunda gitmeyip de, Peygambere "aleyhissalâtü
vesselâm" uyduğunu söyliyen, yanılıyor. Ona "sallallahü aleyhi ve
sellem" uymuş değil, is- yân etmiş
oluyor. Böyle yol tutan, kıyâmetde kurtulamıyacakdır. Mücâdele sûresinin,
(Doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. Biliniz ki, onlar yalancıdır, kâfirdir)
meâlindeki onsekizinci âyeti bu gibilerin hâlini gösteriyor.
Eshâb-ı kirâmın
"aleyhimürrıdvân" yolunda giden, hiç şübhe yok ki,
Ehl-i sünnet vel cemâ'at fırkasıdır. Allahü teâlâ, bu fırkanın
yorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol
mükâfat versin! Cehennemden kurtulan fırka,
yalnız bunlardır. Çünki, Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve
sellem" Eshâbına "aleyhimürrıdvân" dil uzatan, bunlara uymakdan,
elbette mahrûmdur.
[Şî'îler, oniki kısmdır. Her kısmı da kollara ayrılmışdır. Ba'zısı
abdest- siz, guslsüz gezer. Nemâz kılanları azdır.
Hepsinin i'tikâdı, inanışı Ehl-i sün- netden
ayrıdır. Alevî değildirler. (Alevî),
Ehl-i beyti seven, onların yolunda giden kimse demekdir. İmâm-ı Alîye ve bunun
hazret-i Fâtımadan olan çocuklarına
(Ehl-i beyt) denir. Ehl-i beyti sevmek şerefini Ehl-i sünnet
kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde îmân
ile gitmenin alâmeti, işâreti demişdir. O hâlde alevî, Ehl-i
sünnetdir. Bunun için, alevî olmak isteyen kimsenin, Ehl-i sünnet olması
lâzımdır. Bugün, zındıklar ve müslimânlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubârek
Alevî ismini Ehl-i sünnetden alıp, kendilerine mal
etmek istiyorlar. Bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmağa,
Resûlullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar.
Bu konuda, (Eshâb-ı Kirâm) ve (Hak Sözün
Vesîkaları) ki- tâblarımızda
geniş bilgi vardır.]
Mu'tezilî fırkası
ise, sonradan meydâna çıkmışdır. Bunun kurucusu olan Vâsıl
bin Atâ, Hasen-i Basrînin "rahmetullahi aleyh" talebesinden idi.
Îmân ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek,
Hasen-i Basrînin yolundan ayrıldığı için, Hasen-i
Basrî, buna (İ'tezele annâ) buyurdu ki, bizden ayrıldı demekdir. Diğer bütün
fırkalar da, sonradan meydâna çıkdı.
Eshâb-ı kirâma dil
uzatmak, Allahü teâlânın Peygamberine "sallallahü aleyhi
ve sellem" dil uzatmak olur. (Eshâb-ı kirâma saygı göstermiyen, Al-
lahü teâlânın Resûlüne îmân etmemişdir) buyuruldu. Çünki, onların
kötülenmesi, sâhiblerinin, efendilerinin "sallallahü aleyhi ve
sellem" kötülenmesi olur. Böyle yanlış i'tikâda düşmekden, Allahü teâlâya
sığınırız! Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkan
ahkâmı bizlere getiren, Eshâb-ı kirâmdır.
Onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden
düşer. İslâmiyyeti bizlere getiren, Eshâb-ı kirâm arasından belli
kimseler değildir. Bunda, herbirinin hizmeti, payı
vardır. Hepsi adâletde, doğruluk- da,
öğretmekde müsâvîdir. Eshâb-ı kirâmdan "aleyhimürrıdvân" herhangi
birine dil uzatılınca, dîn-i islâm kötülenmiş, söğülmüş olur. Allahü teâ-
lâ, bu çirkin hâle düşmekden hepimizi korusun!
Eshâb-ı kirâma
söğen eğer, (Biz, yine Eshâb-ı kirâma uyuyoruz. Onların hepsine uymak, şart
değildir. Hattâ mümkin değildir. Çünki, sözleri birbirine uymıyor. Yolları
başka başkadır) derse, bunlara deriz ki: Eshâb-ı ki- râmdan
ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkâr etmemek lâzımdır. Bir
kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. Çünki, meselâ
Emîr [Alî] "radıyallahü anh", diğer üç halîfeyi büyük
biliyor, hurmet ediyor ve uyulmağa lâyık olduklarını biliyordu. Bunlara, seve
seve bî'at etmiş, hilâfetlerini kabûl
etmişdi. Diğer üç halîfeyi sevmedikçe, Emîre "radıyallahü teâlâ
anhüm" uyduğunu söylemek yalan olur, iftirâ olur. Hattâ, Emî-
ri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabûl etmemek olur.
Alla- hü teâlânın arslanı Alî "radıyallahü
anh" için, onları idâre ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, câhilce,
ahmakca söz olur. Allahın arslanının, o kadar
ilm ve kahramanlığı ile, tâm otuz sene, üç halîfeye karşı düşmanlığını
saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini hangi akl
kabûl eder? En aşağı bir müslimân bile böyle iki yüzlülük yapamaz.
Emîri "radıyallahü anh" bu kadar küçülten, âciz, hîleci
ve münâfık yapan böyle sözlerin
çirkinliğini anlamak lâzımdır. Allah göstermesin, Emîrin "ra-
dıyallahü anh" böyle olduğunu, bir ân kabûl etsek bile,
Peygamber efendimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" bu üç halîfeyi
"rıdvânullahi teâlâ aleyhim
ecma'în" medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara
kıymet vermesine ne diyecekler? Peygamber "sallallahü aleyhi ve
sellem" efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? Hâşâ! Bu, hiç olamaz.
Peygamberin "sallallahü aleyhi ve sellem" doğruyu
bildirmesi vâcibdir. İdâ- re ediyordu diyen
zındık olur, dinsiz olur. Mâ'ide sûresi, yetmişinci âyetinde meâlen,
(Ey kıymetli Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! Bunları,
doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazîfeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni,
düşmanlık etmek istiyenlerden korur) buyuruldu. Kâfirler diyordu
ki, Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem", vahy olunan şeylerden,
işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. Bunun üzerine, bu
âyet-i kerîme gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. Peygamberimiz
"sallallahü aleyhi ve sellem", âhırete teşrîf edinceye kadar, üç
halîfeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki, bunları
övmek, üstün tutmak, hatâ olamaz, yanlış yol
olamaz.
Îmân edilecek şeylerde Eshâb-ı kirâmın
hepsine uymak lâzımdır. Çün- ki, i'tikâd edilecek
şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. Fürû'da,
ya'nî yapılacak işlerde ayrılma olabilir.
Eshâb-ı kirâmdan "rıdvânullahi teâlâ aleyhim
ecma'în" birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünki, hepsinin
îmânı, i'tikâdı birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur.
Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında
birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötülemek, onun
söylediklerine inanmamak olur. Tekrâr söyliyelim ki, islâmiy-
yeti bizlere bildiren, onların hepsidir. Onların herbiri âdildir,
doğrudur. Her- birinin islâmiyyetde bildirdiği birşey
vardır. Herbiri âyet-i kerîmeleri getirerek, Kur'ân-ı kerîm toplanmışdır. Bir
kısmını beğenmiyen, islâmiyye- ti bildireni
beğenmemiş olur. Görülüyor ki, bu kimse, islâmiyyetin hepsini yapmamış olur.
Böyle olan da, Cehennemden kurtulabilir mi? Bekara sûresi,
seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Kur'ân-ı kerîmin bir
kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların
cezâsı, dünyâda, rezîl, rüsvâ olmakdır. Âhıretde de, en şiddetli azâba
atılacaklardır) buyuruldu.
Kur'ân-ı kerîmi Osmân "radıyallahü anh"
topladı. Hattâ, Ebû Bekr-i Sıd- dîk ile
Ömer-ül Fârûk "radıyallahü anhümâ" topladı. Emîrin "radıyallahü
anh" topladığı Kur'ân-ı kerîm, bundan başkadır. Görülüyor
ki, bu büyükleri kötülemek, Kur'ân-ı kerîmi kötülemeğe kadar gidiyor. Allahü
teâlâ, bütün müslimânları, böyle belâya düşmekden korusun! Şî'î mezhebinin
müc- tehidlerinden birine sordular ki: Kur'ân-ı
kerîmi, Osmân "radıyallahü anh"
toplamışdır. Onun toplamış olduğu, bu Kur'ân için ne dersiniz? Ona
bir kusûr bulmakda, hiç fâide göremem. Çünki, Kur'ân-ı kerîme dil
uzatılırsa, din yıkılır dedi.
Aklı olan kimse, Peygamber efendimizin
"sallallahü aleyhi ve sellem" vefât
etdiği gün, Eshâb-ı kirâmın "radıyallahü teâlâ aleyhim ecma'în"
hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette
söyliyemez. Hâlbuki o gün, Eshâb-ı
kirâmdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve Ebû Bekr-i Sıddîkı
"radıyallahü anhüm" halîfe yapdı. Otuzüçbin Sahâ-
bînin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir.
Nitekim, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve
sellem", (Ümmetim yanlış bir iş üzerinde,
söz birliği yapmaz!) buyurmuşdu. Emîrin "radıyallahü
anh" önceden, üzülmesi, o
konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. Kendisi de böyle olduğunu
bildirmiş ve (Konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. Yoksa,
iyi biliyorum ki, Ebû Bekr "radıyallahü anh" hepimizden üstündür)
buyurmuşdu. Kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. Ya'nî, o
zemân, Ehl-i Beytin arasında idi. Onları tesellî
ediyordu.
Peygamberimizin "sallallahü aleyhi
ve sellem" Eshâb-ı kirâmı "radıyal- lahü
teâlâ aleyhim ecma'în" arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden,
kötü düşüncelerden değildi. Çünki onların mubârek nefsleri
tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. Emmârelikden kurtulmuş,
itmînâna [doğruyu anlamağa, inanmağa] kavuşmuşdu. Onların bütün istekleri,
islâmiyyete uymakdı. Ayrılıkları, ictihâd
ayrılığı idi. Doğruyu meydâna çıkarmak içindi. Yanılan- larına
da, Allahü teâlâ bir derece sevâb verecekdir. Doğru olanlara, en az
iki derece vardır. O büyüklerin hiçbirini, dilimizle
incitmemeliyiz. Herbi- ri için hep iyi
söylemeliyiz. Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden imâm-ı Şâ-
fi'î "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki, (Allahü teâlâ,
ellerimizi, o kanlara bu- laşdırmadı. Biz de
dillerimizi bulaşdırmayalım). Yine buyurdu ki, (Resû- lullahdan
"sallallahü aleyhi ve sellem" sonra, Eshâb-ı kirâm
"aleyhimürrıd- vân" çok
düşündü. Yer yüzünde Ebû Bekr-i Sıddîkdan dahâ üstün kimseyi bulamayıp, onu
halîfe yapdılar. Onun emrine girdiler). İmâm-ı Şâfi'înin bu
sözü de, hazret-i Alînin "radıyallahü anh" hiç ikiyüzlü olmadığını ve
Ebû Bekr-i Sıddîkı seve seve halîfe yapdığını
göstermekdedir.
Meyân şeyh Ebülhayrin oğlu, Meyân Seyyid,
büyük zâtların evlâdıdır. Dekken seferinde de
hizmetinizde bulunmuşdur. Yardım ve iltifâtınıza kavuşacağı umulur. Mevlânâ
Muhammed Ârif de, ilm talebesi olup, büyükler soyundandır. Babası öldü. Hoca
idi. Maâşını almak için yanınıza geldi. Kolaylık
göstermeniz kereminizden umulur. Vesselâm, vel ikrâm!
[Üç halîfeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele
bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimânlıkdan büsbütün
ayrıldıklarını, hattâ islâmiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek
için, islâm âlimleri pekçok kitâb yazmışdır. Bunlardan birkaçının ismi ve
yazarı aşağıda bildirilmişdir. Alevî olduklarını
söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitâbları
dikkat ile okuyarak, Ehl-i sünnet ile bunların arasındaki ayrılıkları
incelemelerini ve akl, vicdân ve insâf ile, doğru yolu seçmelerini ve bölücü
câhillerin yalanlarına, iftirâlarına aldanmamalarını, kurtuluş, selâmet yoluna
sarılarak, din ve dünyâ se'âdetine kavuşmalarını, din kardeşliği ve insanlık
nâmına, Allahü teâlâdan düâ ederiz.
İslâm
âlimlerinin müslimânlara nasîhat vermek için, yazmış oldukları ki-
tâblardan, elimize geçen birkaçı şunlardır:
1- (İbtâl-ül
Menhec-il-bâtıl) kitâbını Fadl bin Ruzbehân yazmışdır. Şî'î
fırkasından, İbn-ül-Mutahhirin
(Minhâc-ül-kerâme) kitâbını red etmekde, yanlışlarını
vesîkalarla çürütmekdedir. Kitâbı 852 [m. 1448] de İsfehanda
yazmışdır.
2- (Nüzhet-ül-isnâ
aşeriyye) kitâbıdır. Fârisîdir. Mirzâ Ahmed bin Ab-
dürrahîm-i Hindî yazmışdır. Şî'îleri anlatmakdadır. 1255 [m.
1839] de ve- fât etmişdir.
3- (Nevâkıd)
kitâbını, Mirzâ mahdûm yazmışdır.
(En-nevâkıd lil-Revâ- fıd) kitâbını, seyyid Muhammed bin
Abdürresûl Berzencî yazmışdır. 1103
[m. 1711] de denizde boğuldu.
4- (Muhtasar-ı
Nevâkıd) kitâbı, Nevâkıd kitâbının kısaltılmışıdır. Muhammed bin
Abdürresûl-i Berzencî kısaltmışdır.
5- (Seyf-ülbâtir
li-rikâb-işşî'a-ti verrâfida-til-kevâfir) kitâbını, şeyh Alî
bin Ahmed Hîtî 1025 [m. 1615] de İstanbulda yazmışdır.
6- (Ecvibe-tül
Irâkıyye alel'es-iletil-Îrâniyye) kitâbını Şihâbüddîn sey-
yid Mahmûd bin Abdüllah Âlûsî yazmışdır. Bağdâdda şâfi'î âlimi
idi. 1270 [m. 1854] de vefât etdi.
7- (Ecvibe-tül-Irâkıyye
alel'es-iletil-lâhûriyye) kitâbını da Âlûsî yazmışdır. Hayderî
de, böyle bir kitâb yazmışdır.
8- (Nefehât-ül-kudsiyye
fî mebâhis-il-imâmiyye fî-redd-iş-şPa) kitâbın- da da, Âlûsî, şî'îlere cevâb vermekdedir.
9-
(Nehc-üs-selâme)
kitâbını da Şihâbüddîn Âlûsî yazmışdır.
10- (Sârım-ül-hadîd)
kitâbını, Muhammed Emîn bin Alî Bağdâdî yazmışdır. İbni Ebî-hadîdin iftirâlarını
cevâblandırmakdadır.
11- (Reddi-alel-imâmiyye)
kitâbını, Alî bin Muhammed Süveydî Bağdâdî yazmışdır. Şâfi'î olup, 1237 [m.
1822] de, Şâmda vefât etmişdir.
12- (Hadîka-tüs-serâir)
kitâbını, Abdüllah bin Muhammed Bitûşî yazmışdır. Şâfi'î, Bağdâdî olup, 1211
[m. 1797] de Basrada vefât etdi.
13- (Tuhfe-i
isnâ aşeriyye fî redd-ir-revâfıd) kitâbını, şâh Abdül'azîz-i
Dehlevî, fârisî olarak yazmışdır. 1239 [m. 1824] de vefât
etmişdir. Arabî- ye tercemesi, Şükrî
Âlûsî tarafından kısaltılarak, (Muhtasar-ı tuhfe)
ismi ile, Bağdâdda ve m. 1976 da İstanbulda
basılmışdır.
14- (Minha-tül-ilâhiyye
muhtasar-ı Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbını, Mahmûd Şükrî Âlûsî
yazmışdır. 1373 [m. 1953] de Kâhirede basılmışdır.
15- İmâm-ı
Rabbânî "rahmetullahi teâlâ aleyh" (Mektûbât)
kitâbında, Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, çok kuvvetli
delîllerle açıklamakdadır.
16- (Hucec-i
kat'ıyye) kitâbını, Abdüllah-i Süveydî, arabî olarak yazmış-
dır. (En-Nâhiye an'ta'n-i
Emîril-müminîn Mu'âviye) arabî kitâbı ile birlik-
de, 1402 [m. 1981] de İstanbulda basılmışdır.
17-
Şihristânînin "rahmetullahi teâlâ
aleyh" (Milel-Nihal) kitâbında
ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde,
şî'îlik uzun anlatılmakda ve cevâbları verilmekdedir.
18-
Türkçe (Tezkiye-i
ehl-i beyt) kitâbı, şî'îlere cevâb vermekdedir.
Yenikapı mevlevî-hânesi şeyhi, Osmân efendi tarafından yazılmış,
1295 [m. 1877] de İstanbulda basılmışdır.
(Hucec-i kat'ıyye) ile birlikde, latin harfleri ile, İstanbulda
basılmışdır.
19- İmâm-ı
Rabbânî hazretlerinin "rahmetullahi teâlâ aleyh"
(Redd-i re- vâfıd) kitâbı fârisî olup, türkçesi İstanbulda
basılmışdır.
20- Büyük
âlim, İbni Hacer-i Heytemî "rahmetullahi teâlâ aleyh",
(Sa- vâ'ık-ul-muhrika) kitâbında, şî'îlerin yanıldıklarını âyet-i
kerîme ve ha- dîs-i şerîfler ile isbât etmekdedir.
21- Yine
İbni Hacerin (Tathîr-ul-cenân vel-lisân an Mu'âviyetebni Ebî Süfyân)
kitâbında, hazret-i Mu'âviyeye "radıyallahü anh" dil uzatılamıya-
cağını, çok güzel isbât etmekdedir.
22-
İbni Teymiyye
(Minhâc-üssünne-tinnebeviyye fî nakdı kelâm-ış- şî'a vel-kaderiyye)
kitâbında, şî'î âlimlerinden İbnil mutahhirin (Minhâc- ül-kerâme)
kitâbını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir.
23-
Yine İbni Teymiyye, (Fedâil-i
Ebî Bekr ve Ömer) kitâbında, Es- hâb-ı
kirâmın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır.
24- (Mevâhib-i
ledünniyye) tercemesinde ve türkçe
(Mir'ât-i kâinât)da,
Eshâb-ı
kirâmın şanları bildirilmekdedir.
25- Seyyid
Abdülhakîm Efendinin "rahmetullahi teâlâ aleyh" türkçe
(Sa- hâbe-i kirâm) risâlesi İstanbulda basdırılmış olup, çok
fâidelidir.
26- (Nûr-ül-Hüdâ)
kitâbı, 1005 [m. 1597] yılında Karakaşzâde Ömer bin Muhammed
Bursavî Halvetî tarafından yazılmış olup, şî'îlere ve hurûfîle-
re cevâb vermekdedir. 1286 [m. 1867] da İstanbulda basılmışdır.
1047 [m. 1638] de Edirnede vefât etdi.
27- (Menâkıb-i
çıhâr yâr-i güzîn) kitâbı, türkçe olup, Eshâb-ı kirâmın "radıyallahü
anhüm ecma'în" üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. Seyyid
Eyyûb bin Sıddîk Ürmevî yazmışdır. Muhtelif zemânlarda
basılmışdır. 1264 [m. 1847] ve 1418 [m.1998] İstanbul
baskıları çok güzeldir.
28- İstanbulda
çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, (Hak Sözün
Ve- sîkaları) ve (Eshâb-ı Kirâm)
kitâblarında, şî'îlik açıklanmakda, islâm âlimlerinin bunlara verdikleri
nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır.
29- Tenâsüha
inananların ve Allah insana hulûl etdi diyenlerin, kâfir oldukları
(Berîka) ve (Hadîka)
kitâblarında yazılıdır.
30- Yûsüf
Nebhânî, (Şevâhid-ül-hak) kitâbının son kısmlarında,
şî'île- re vesîkalarla cevâb vermekdedir.
31- Seyyid
Ahmed Dahlân
"rahmetullahi aleyh" (El-fethul-mübîn)
kitâbında, şî'îleri red etmekdedir.
Bu kitâbı, Süveydînin (Hucec-i kat'iy- ye)si
sonunda basılmışdır.
32- Şâh
Veliyyullah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh"
(İzâle-tül-hafâ an hi- lâfetil-hulefâ) kitâbında, şî'îlere
kuvvetli vesikalarla cevâb vermekde, haz- ret-i
Mu'âviyeyi övmekdedir. Bu kitâb fârisî olup, Urdu diline tercemesi
ile birlikde, 1392 [m. 1972] de Pâkistânda basılmışdır. İki
cilddir].
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder