BURS

BURS

29 Mart 2012 Perşembe

80. SEKSENİNCİ MEKTUP


 80.

 SEKSENİNCİ MEKTUP

Hak teâlâ, Muhammed Mustafânın "alâ sâhibihessalâtü vesselâm" nûr- lu caddesinde yürümek nasîb eylesin! Fârisî mısra' tercemesi:
Hadîs-i şerîfde, müslimânların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmişüç fırkadan herbiri, islâmiyyete uyduğunu iddi'â etmekdedir. Ce­hennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söy- lemekdedir. Mü'minûn sûresi, ellidördüncü [54] ve Rûm sûresi otuzikin- ci âyetinde meâlen, (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmek- dedir) buyuruldu. Hâlbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan bi­rinin alâmetini, işâretini, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" şöyle bildirmekdedir: (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gitdiği yolda bulunanlardır). İslâmiyyetin sâhibi kendini söyledikden sonra, Es- hâb-ı kirâmı da "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în", söylemesine lüzûm olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshâbımın gitdiği yol­dur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshâbımın gitdiği yoldur) demekdir. Nitekim Ni- sâ sûresi, yetmişdokuzuncu âyetinde meâlen, (Resûlüme itâ'at eden, elbet­te Allahü teâlâya itâ'at etmişdir) buyuruldu. Resûle itâ'at, Hak teâlâya itâ'at demekdir. Ona "sallallahü aleyhi ve sellem" uymamak, Allahü teâlâya isyândır. Allahü teâlâya itâ'atin, Resûlüne itâ'atden başka olduğunu sanan­lar için nâzil olan, Nisâ sûresinin, (Allahü teâlânın yolu ile, Resûlünün yo­lunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Senin söylediklerinin ba'zısına inanı­rız, ba'zısına inanmayız diyorlar. İkisi arasında ayrı bir yol açmak istiyor­lar. Bunlar, elbette kâfirdir) meâlindeki yüzkırkdokuzuncu âyeti, bunların kâfir olduklarını bildiriyor. Eshâb-ı kirâmın "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ec- ma'în" yolunda gitmeyip de, Peygambere "aleyhissalâtü vesselâm" uydu­ğunu söyliyen, yanılıyor. Ona "sallallahü aleyhi ve sellem" uymuş değil, is- yân etmiş oluyor. Böyle yol tutan, kıyâmetde kurtulamıyacakdır. Mücâde­le sûresinin, (Doğru birşey yapdıklarını sanıyorlar. Biliniz ki, onlar yalan­cıdır, kâfirdir) meâlindeki onsekizinci âyeti bu gibilerin hâlini gösteriyor.
Eshâb-ı kirâmın "aleyhimürrıdvân" yolunda giden, hiç şübhe yok ki, Ehl-i sünnet vel cemâ'at fırkasıdır. Allahü teâlâ, bu fırkanın yorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükâfat versin! Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. Çünki, Peygamberimizin "sallallahü aley­hi ve sellem" Eshâbına "aleyhimürrıdvân" dil uzatan, bunlara uymakdan, elbette mahrûmdur.
[Şî'îler, oniki kısmdır. Her kısmı da kollara ayrılmışdır. Ba'zısı abdest- siz, guslsüz gezer. Nemâz kılanları azdır. Hepsinin i'tikâdı, inanışı Ehl-i sün- netden ayrıdır. Alevî değildirler. (Alevî), Ehl-i beyti seven, onların yolun­da giden kimse demekdir. İmâm-ı Alîye ve bunun hazret-i Fâtımadan olan çocuklarına (Ehl-i beyt) denir. Ehl-i beyti sevmek şerefini Ehl-i sün­net kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefesde îmân ile gitmenin alâmeti, işâreti demişdir. O hâlde alevî, Ehl-i sünnetdir. Bu­nun için, alevî olmak isteyen kimsenin, Ehl-i sünnet olması lâzımdır. Bu­gün, zındıklar ve müslimânlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mubârek Alevî ismini Ehl-i sünnetden alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. Bu güzel is­min gölgesi altında, gençleri aldatmağa, Resûlullahın yolundan ayırmağa uğraşıyorlar. Bu konuda, (Eshâb-ı Kirâm) ve (Hak Sözün Vesîkaları) ki- tâblarımızda geniş bilgi vardır.]
Mu'tezilî fırkası ise, sonradan meydâna çıkmışdır. Bunun kurucusu olan Vâsıl bin Atâ, Hasen-i Basrînin "rahmetullahi aleyh" talebesinden idi. Îmân ile küfr arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, Hasen-i Basrînin yolundan ayrıldığı için, Hasen-i Basrî, buna (İ'tezele annâ) buyur­du ki, bizden ayrıldı demekdir. Diğer bütün fırkalar da, sonradan meydâ­na çıkdı.
Eshâb-ı kirâma dil uzatmak, Allahü teâlânın Peygamberine "sallallahü aleyhi ve sellem" dil uzatmak olur. (Eshâb-ı kirâma saygı göstermiyen, Al- lahü teâlânın Resûlüne îmân etmemişdir) buyuruldu. Çünki, onların kötü­lenmesi, sâhiblerinin, efendilerinin "sallallahü aleyhi ve sellem" kötülen­mesi olur. Böyle yanlış i'tikâda düşmekden, Allahü teâlâya sığınırız! Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkan ahkâmı bizlere getiren, Eshâb-ı kirâmdır. Onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetden düşer. İslâmiyyeti bizlere getiren, Eshâb-ı kirâm arasından belli kimseler değildir. Bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. Hepsi adâletde, doğruluk- da, öğretmekde müsâvîdir. Eshâb-ı kirâmdan "aleyhimürrıdvân" herhan­gi birine dil uzatılınca, dîn-i islâm kötülenmiş, söğülmüş olur. Allahü teâ- lâ, bu çirkin hâle düşmekden hepimizi korusun!

Eshâb-ı kirâma söğen eğer, (Biz, yine Eshâb-ı kirâma uyuyoruz. Onla­rın hepsine uymak, şart değildir. Hattâ mümkin değildir. Çünki, sözleri bir­birine uymıyor. Yolları başka başkadır) derse, bunlara deriz ki: Eshâb-ı ki- râmdan ba'zısına uymuş olmak için, hiçbirini inkâr etmemek lâzımdır. Bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz. Çünki, meselâ Emîr [Alî] "radıyallahü anh", diğer üç halîfeyi büyük biliyor, hurmet edi­yor ve uyulmağa lâyık olduklarını biliyordu. Bunlara, seve seve bî'at etmiş, hilâfetlerini kabûl etmişdi. Diğer üç halîfeyi sevmedikçe, Emîre "radıyal­lahü teâlâ anhüm" uyduğunu söylemek yalan olur, iftirâ olur. Hattâ, Emî- ri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabûl etmemek olur. Alla- hü teâlânın arslanı Alî "radıyallahü anh" için, onları idâre ediyordu, yüz­lerine gülüyordu demek, câhilce, ahmakca söz olur. Allahın arslanının, o kadar ilm ve kahramanlığı ile, tâm otuz sene, üç halîfeye karşı düşmanlı­ğını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık etdiğini han­gi akl kabûl eder? En aşağı bir müslimân bile böyle iki yüzlülük yapamaz. Emîri "radıyallahü anh" bu kadar küçülten, âciz, hîleci ve münâfık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lâzımdır. Allah göstermesin, Emîrin "ra- dıyallahü anh" böyle olduğunu, bir ân kabûl etsek bile, Peygamber efen­dimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" bu üç halîfeyi "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddet­çe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? Peygamber "sallallahü aley­hi ve sellem" efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? Hâşâ! Bu, hiç olamaz. Peygamberin "sallallahü aleyhi ve sellem" doğruyu bildirmesi vâcibdir. İdâ- re ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. Mâ'ide sûresi, yetmişinci âyetin­de meâlen, (Ey kıymetli Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! Bunları, doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazîfeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur) buyurul­du. Kâfirler diyordu ki, Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem", vahy olu­nan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. Bu­nun üzerine, bu âyet-i kerîme gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. Pey­gamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", âhırete teşrîf edinceye kadar, üç halîfeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hatâ olamaz, yanlış yol olamaz.
Îmân edilecek şeylerde Eshâb-ı kirâmın hepsine uymak lâzımdır. Çün- ki, i'tikâd edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. Fürû'da, ya'nî yapılacak işlerde ayrılma olabilir.
Eshâb-ı kirâmdan "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" birine dil uza­tan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünki, hepsinin îmânı, i'tikâdı birdir. Bi­rine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötüle­mek, onun söylediklerine inanmamak olur. Tekrâr söyliyelim ki, islâmiy- yeti bizlere bildiren, onların hepsidir. Onların herbiri âdildir, doğrudur. Her- birinin islâmiyyetde bildirdiği birşey vardır. Herbiri âyet-i kerîmeleri ge­tirerek, Kur'ân-ı kerîm toplanmışdır. Bir kısmını beğenmiyen, islâmiyye- ti bildireni beğenmemiş olur. Görülüyor ki, bu kimse, islâmiyyetin hepsi­ni yapmamış olur. Böyle olan da, Cehennemden kurtulabilir mi? Bekara sûresi, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Kur'ân-ı kerîmin bir kısmına ina­nıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların cezâsı, dünyâda, rezîl, rüsvâ olmakdır. Âhıretde de, en şiddetli azâba atılacaklar­dır) buyuruldu.
Kur'ân-ı kerîmi Osmân "radıyallahü anh" topladı. Hattâ, Ebû Bekr-i Sıd- dîk ile Ömer-ül Fârûk "radıyallahü anhümâ" topladı. Emîrin "radıyallahü anh" topladığı Kur'ân-ı kerîm, bundan başkadır. Görülüyor ki, bu büyük­leri kötülemek, Kur'ân-ı kerîmi kötülemeğe kadar gidiyor. Allahü teâlâ, bü­tün müslimânları, böyle belâya düşmekden korusun! Şî'î mezhebinin müc- tehidlerinden birine sordular ki: Kur'ân-ı kerîmi, Osmân "radıyallahü anh" toplamışdır. Onun toplamış olduğu, bu Kur'ân için ne dersiniz? Ona bir kusûr bulmakda, hiç fâide göremem. Çünki, Kur'ân-ı kerîme dil uzatı­lırsa, din yıkılır dedi.
Aklı olan kimse, Peygamber efendimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" vefât etdiği gün, Eshâb-ı kirâmın "radıyallahü teâlâ aleyhim ecma'în" hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. Hâlbuki o gün, Eshâb-ı kirâmdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve se­ve Ebû Bekr-i Sıddîkı "radıyallahü anhüm" halîfe yapdı. Otuzüçbin Sahâ- bînin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (Ümmetim yanlış bir iş üze­rinde, söz birliği yapmaz!) buyurmuşdu. Emîrin "radıyallahü anh" önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. Kendisi de böy­le olduğunu bildirmiş ve (Konuşmağa geç çağrıldığım için üzülmüşdüm. Yoksa, iyi biliyorum ki, Ebû Bekr "radıyallahü anh" hepimizden üstündür) buyurmuşdu. Kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. Ya'nî, o zemân, Ehl-i Beytin arasında idi. Onları tesellî ediyordu.
Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" Eshâb-ı kirâmı "radıyal- lahü teâlâ aleyhim ecma'în" arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. Çünki onların mubârek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuşdu. Emmârelikden kurtulmuş, itmînâna [doğruyu anlama­ğa, inanmağa] kavuşmuşdu. Onların bütün istekleri, islâmiyyete uymakdı. Ayrılıkları, ictihâd ayrılığı idi. Doğruyu meydâna çıkarmak içindi. Yanılan- larına da, Allahü teâlâ bir derece sevâb verecekdir. Doğru olanlara, en az iki derece vardır. O büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. Herbi- ri için hep iyi söylemeliyiz. Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden imâm-ı Şâ- fi'î "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki, (Allahü teâlâ, ellerimizi, o kanlara bu- laşdırmadı. Biz de dillerimizi bulaşdırmayalım). Yine buyurdu ki, (Resû- lullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem" sonra, Eshâb-ı kirâm "aleyhimürrıd- vân" çok düşündü. Yer yüzünde Ebû Bekr-i Sıddîkdan dahâ üstün kimse­yi bulamayıp, onu halîfe yapdılar. Onun emrine girdiler). İmâm-ı Şâfi'înin bu sözü de, hazret-i Alînin "radıyallahü anh" hiç ikiyüzlü olmadığını ve Ebû Bekr-i Sıddîkı seve seve halîfe yapdığını göstermekdedir.
Meyân şeyh Ebülhayrin oğlu, Meyân Seyyid, büyük zâtların evlâdıdır. Dekken seferinde de hizmetinizde bulunmuşdur. Yardım ve iltifâtınıza ka­vuşacağı umulur. Mevlânâ Muhammed Ârif de, ilm talebesi olup, büyük­ler soyundandır. Babası öldü. Hoca idi. Maâşını almak için yanınıza geldi. Kolaylık göstermeniz kereminizden umulur. Vesselâm, vel ikrâm!
[Üç halîfeyi kötüliyenlerin doğru yoldan sapmış olduklarını ve hele bunların, en azgın ve taşkınlarının müslimânlıkdan büsbütün ayrıldıkları­nı, hattâ islâmiyyeti yıkmak için uğraşmakda olduklarını göstermek için, is­lâm âlimleri pekçok kitâb yazmışdır. Bunlardan birkaçının ismi ve yazarı aşağıda bildirilmişdir. Alevî olduklarını söyleyen din kardeşlerimizin, bu kitâbları dikkat ile okuyarak, Ehl-i sünnet ile bunların arasındaki ayrılık­ları incelemelerini ve akl, vicdân ve insâf ile, doğru yolu seçmelerini ve bö­lücü câhillerin yalanlarına, iftirâlarına aldanmamalarını, kurtuluş, selâ­met yoluna sarılarak, din ve dünyâ se'âdetine kavuşmalarını, din kardeş­liği ve insanlık nâmına, Allahü teâlâdan düâ ederiz.
İslâm âlimlerinin müslimânlara nasîhat vermek için, yazmış oldukları ki- tâblardan, elimize geçen birkaçı şunlardır:
1-  (İbtâl-ül Menhec-il-bâtıl) kitâbını Fadl bin Ruzbehân yazmışdır. Şî'î fırkasından, İbn-ül-Mutahhirin (Minhâc-ül-kerâme) kitâbını red etmekde, yanlışlarını vesîkalarla çürütmekdedir. Kitâbı 852 [m. 1448] de İsfehanda yazmışdır.
2-  (Nüzhet-ül-isnâ aşeriyye) kitâbıdır. Fârisîdir. Mirzâ Ahmed bin Ab- dürrahîm-i Hindî yazmışdır. Şî'îleri anlatmakdadır. 1255 [m. 1839] de ve- fât etmişdir.
3-  (Nevâkıd) kitâbını, Mirzâ mahdûm yazmışdır. (En-nevâkıd lil-Revâ- fıd) kitâbını, seyyid Muhammed bin Abdürresûl Berzencî yazmışdır. 1103
[m. 1711] de denizde boğuldu.
4-  (Muhtasar-ı Nevâkıd) kitâbı, Nevâkıd kitâbının kısaltılmışıdır. Mu­hammed bin Abdürresûl-i Berzencî kısaltmışdır.
5-  (Seyf-ülbâtir li-rikâb-işşî'a-ti verrâfida-til-kevâfir) kitâbını, şeyh Alî bin Ahmed Hîtî 1025 [m. 1615] de İstanbulda yazmışdır.
6-  (Ecvibe-tül Irâkıyye alel'es-iletil-Îrâniyye) kitâbını Şihâbüddîn sey- yid Mahmûd bin Abdüllah Âlûsî yazmışdır. Bağdâdda şâfi'î âlimi idi. 1270 [m. 1854] de vefât etdi.
7-  (Ecvibe-tül-Irâkıyye alel'es-iletil-lâhûriyye) kitâbını da Âlûsî yazmış­dır. Hayderî de, böyle bir kitâb yazmışdır.
8-  (Nefehât-ül-kudsiyye fî mebâhis-il-imâmiyye fî-redd-iş-şPa) kitâbın- da da, Âlûsî, şî'îlere cevâb vermekdedir.
9-  (Nehc-üs-selâme) kitâbını da Şihâbüddîn Âlûsî yazmışdır.
10- (Sârım-ül-hadîd) kitâbını, Muhammed Emîn bin Alî Bağdâdî yazmış­dır. İbni Ebî-hadîdin iftirâlarını cevâblandırmakdadır.
11-  (Reddi-alel-imâmiyye) kitâbını, Alî bin Muhammed Süveydî Bağ­dâdî yazmışdır. Şâfi'î olup, 1237 [m. 1822] de, Şâmda vefât etmişdir.
12-  (Hadîka-tüs-serâir) kitâbını, Abdüllah bin Muhammed Bitûşî yaz­mışdır. Şâfi'î, Bağdâdî olup, 1211 [m. 1797] de Basrada vefât etdi.
13-  (Tuhfe-i isnâ aşeriyye fî redd-ir-revâfıd) kitâbını, şâh Abdül'azîz-i Dehlevî, fârisî olarak yazmışdır. 1239 [m. 1824] de vefât etmişdir. Arabî- ye tercemesi, Şükrî Âlûsî tarafından kısaltılarak, (Muhtasar-ı tuhfe) ismi ile, Bağdâdda ve m. 1976 da İstanbulda basılmışdır.
14-  (Minha-tül-ilâhiyye muhtasar-ı Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbını, Mah­mûd Şükrî Âlûsî yazmışdır. 1373 [m. 1953] de Kâhirede basılmışdır.
15-  İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi teâlâ aleyh" (Mektûbât) kitâbında, Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, çok kuvvetli delîllerle açıklamakdadır.
16-  (Hucec-i kat'ıyye) kitâbını, Abdüllah-i Süveydî, arabî olarak yazmış- dır. (En-Nâhiye an'ta'n-i Emîril-müminîn Mu'âviye) arabî kitâbı ile birlik- de, 1402 [m. 1981] de İstanbulda basılmışdır.
17-   Şihristânînin "rahmetullahi teâlâ aleyh" (Milel-Nihal) kitâbında ve bunun türkçe, ingilizce, fransızca ve latince tercemelerinde, şî'îlik uzun anlatılmakda ve cevâbları verilmekdedir.
18-   Türkçe (Tezkiye-i ehl-i beyt) kitâbı, şî'îlere cevâb vermekdedir. Yenikapı mevlevî-hânesi şeyhi, Osmân efendi tarafından yazılmış, 1295 [m. 1877] de İstanbulda basılmışdır. (Hucec-i kat'ıyye) ile birlikde, latin harf­leri ile, İstanbulda basılmışdır.
19-  İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin "rahmetullahi teâlâ aleyh" (Redd-i re- vâfıd) kitâbı fârisî olup, türkçesi İstanbulda basılmışdır.
20-  Büyük âlim, İbni Hacer-i Heytemî "rahmetullahi teâlâ aleyh", (Sa- vâ'ık-ul-muhrika) kitâbında, şî'îlerin yanıldıklarını âyet-i kerîme ve ha- dîs-i şerîfler ile isbât etmekdedir.
21-  Yine İbni Hacerin (Tathîr-ul-cenân vel-lisân an Mu'âviyetebni Ebî Süfyân) kitâbında, hazret-i Mu'âviyeye "radıyallahü anh" dil uzatılamıya- cağını, çok güzel isbât etmekdedir.
22-   İbni Teymiyye (Minhâc-üssünne-tinnebeviyye fî nakdı kelâm-ış- şî'a vel-kaderiyye) kitâbında, şî'î âlimlerinden İbnil mutahhirin (Minhâc- ül-kerâme) kitâbını, kuvvetli vesikalarla çürütmekdedir.
23-   Yine İbni Teymiyye, (Fedâil-i Ebî Bekr ve Ömer) kitâbında, Es- hâb-ı kirâmın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamakdadır.
24-  (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesinde ve türkçe (Mir'ât-i kâinât)da,
Eshâb-ı kirâmın şanları bildirilmekdedir.
25- Seyyid Abdülhakîm Efendinin "rahmetullahi teâlâ aleyh" türkçe (Sa- hâbe-i kirâm) risâlesi İstanbulda basdırılmış olup, çok fâidelidir.
26-  (Nûr-ül-Hüdâ) kitâbı, 1005 [m. 1597] yılında Karakaşzâde Ömer bin Muhammed Bursavî Halvetî tarafından yazılmış olup, şî'îlere ve hurûfîle- re cevâb vermekdedir. 1286 [m. 1867] da İstanbulda basılmışdır. 1047 [m. 1638] de Edirnede vefât etdi.
27-  (Menâkıb-i çıhâr yâr-i güzîn) kitâbı, türkçe olup, Eshâb-ı kirâmın "ra­dıyallahü anhüm ecma'în" üstünlüklerini çok güzel yazmakdadır. Seyyid Eyyûb bin Sıddîk Ürmevî yazmışdır. Muhtelif zemânlarda basılmışdır. 1264 [m. 1847] ve 1418 [m.1998] İstanbul baskıları çok güzeldir.
28-  İstanbulda çeşidli baskıları yapılmış olan, türkçe, (Hak Sözün Ve- sîkaları) ve (Eshâb-ı Kirâm) kitâblarında, şî'îlik açıklanmakda, islâm âlim­lerinin bunlara verdikleri nasihatler, uzun uzun anlatılmakdadır.
29- Tenâsüha inananların ve Allah insana hulûl etdi diyenlerin, kâfir ol­dukları (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında yazılıdır.
30-  Yûsüf Nebhânî, (Şevâhid-ül-hak) kitâbının son kısmlarında, şî'île- re vesîkalarla cevâb vermekdedir.
31-  Seyyid Ahmed Dahlân "rahmetullahi aleyh" (El-fethul-mübîn) ki­tâbında, şî'îleri red etmekdedir. Bu kitâbı, Süveydînin (Hucec-i kat'iy- ye)si sonunda basılmışdır.
32-  Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh" (İzâle-tül-hafâ an hi- lâfetil-hulefâ) kitâbında, şî'îlere kuvvetli vesikalarla cevâb vermekde, haz- ret-i Mu'âviyeyi övmekdedir. Bu kitâb fârisî olup, Urdu diline tercemesi ile birlikde, 1392 [m. 1972] de Pâkistânda basılmışdır. İki cilddir].

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder