BURS

BURS

14 Mart 2012 Çarşamba

''ALLAH - İNSAN İLİŞKİSİ''


                                                          '' Allah - İnsan İlişkisi ''

    Rabbimiz Şad suresinde "İnsanı iki elimle yarattım." buyuruyor. Allah hakkında mücessem bir nitelik arzeden ıstılahlar bizim anlayacağımız manada değildir. İki el Allah'ın insana verdiği kıymettendir. Elinin ucuyla bir işi tutar, bir de bütün vücuduyla, iki elle bir işe sarılır. Burada Rabbimiz havale etmiyor, Kün emriyle yaratma gücüne sahip olan Allah kendi kudret elleriyle iki elimle yarattım diyor. "İnne, nahnü" biz kelimesini kullanan Rabbimiz insanı bizzat ben, iki elimle yarattım buyuruyor: Yine hatırlarsanız insan iki terkipten meydana gelen bir varlıktır. Üns ve nesy insanın ıstılah olarak terkibinde 1. sırayı alan üns; ünsiyet, yakınlık, ilgi alâka gibi manaları ifade eder.
    Hem cinsimize ve hem de bizi yaratan Allah'a karşı ilgi ve alâkamız vardır. Birbirimize karşı ilgi, alâka ve merak duyarız. İkinci olarak yaratılanla Yaratan arasındaki ilgiyi ifade etmektedir. İnsan kelimesinin ikinci manasını teşkil eden nesy; unutmak fiilinden gelen bir kelimedir. Ünsiyet, yakınlık, ilgi alâka kelimeleriyle meydana gelen insan kelimesinin ikinci terkibinde unutan, hata eden, azan, inkâr eden, ezen gibi bir takım manaları da içerisine alan bir kelime. İkisini bir araya getirdiğimiz zaman insan meydana gelmektedir. Unutan bir varlık, hata eden bir varlık, hem cinsleriyle irtibat kurmak isteyen bir varlık, kendisini yaratan yaratıcıya karşı ilgi duyan bir varlık, yakınlık duyan bir varlık. İşte bizim insan kelimesinden anlıyacağımız kısaca mana ve mefhum budur. İnsan kelimesinin ikinci anlamı, bizim için daha fazla önem arzediyor ki insan Allah-ilişkisinin tesbitinde bu iki husus her zaman zihnimizde bulunmalıdır. İnsanı iki özellik kuşatmıştır.
        1. Beşer, 2. Adem kelimesi. İnsanın insan olarak iki özelliği vardır: Beşer ve adem olma özelliği. Buradaki ademden maksat ilk Peygambere verilen ad olarak mütala edilmemelidir. Mana itibarıyla aynıdır, fakat her insanda ademlikte vardır be-şerilik de vardır. Biz insanız. Hem ademiz. Allah (c.c.) bizi iki hususiyetle bezemiştir, donatmıştır. 1. beşeriyet yönümüzdür. Kur'an ve Hadislerde bu hususta çok misal görebiliriz. Bunlara örnek verecek olursak:
    1. Nisa suresinin 28. ayeti "İnsan zayıf yaratılmıştır." Bunlar beşeriyet yönümüzün hususiyetleridir.
    2. İbrahim suresinin 34. ayetinde "Muhakkak ki insan zalim ve nankördür." Hem zalimlik hem de nankörlük vasfı vardır. Bu zalimlik ve nankörlük vasfı beşeriyet yönümüzün hususiyetlerindendir.
    3. İsra suresinin 11. ayetinde "İnsan çok acelecidir." Acelecilik biz insanların beşeri özelliklerinden bir tanesidir.
    4. İsra suresinin 100. ayetinde "İnsan çok cimridir." buyurulmaktadır. Cimrilik özelliği beşeri vasfımıza yakışmaktadır.
    5. Kehf suresinin 54. ayetinde "İnsan tartışmayı, cedelleşmeyi çok sever." Cedelleşmek, tartışmak sevimsiz bir şey olduğu halde insan onu seviyor. Buna benzer nice özellikler. Sanki bunlar unla suyun karışımından hamur meydana geldiği gibi beşer yönümüzün özelliğidir. Fakat bunların hiç birisini Rabbimiz sevmez. Allah cimriliği sevmez, aceleciliği sevmez (istisnalar dışında) hele hele zalimliği, hele hele nankörlüğü; bütün bunlar kınanan, reddedilen, sevilmeyen hususlar olduğu halde, gel gör ki mayamıza Allah (c.c.) katmış. Beşer yönümüze bunlar sunulmuş. Ben aceleci değilim, ben nankör değilim diyemezsin. Bu sırıtan, bu şımarık özellikleri törpülemek isteyen, bunları tesirsiz hale getirmek isteyen, bunların başına hakim olma güç ve kuvvetini bünyesinde tutma durumunda olan ikinci özelliğimiz adem olma özelliğimizdir. Yani ademiyet yönümüz kuvvetlenirse, beşeriyet yönümüz; köşeye sıkışan, güç yetiremeyen, insanı isyana teşvikte güçsüz kalan hususlar olur. Bunların hiçbirini imha edemezsiniz. Bunların imhası insan olma özelliğimizin imhasıdır. Bunlar olacak, bunlar olmazsa bizim yaratılmış olmamız abes olur. Çünkü biz imtihan için yaşıyoruz. İmtihan edildiğimiz için bunlar bulunacak. Ama bunların her an için geçerli olacağı, bunları yapacağız manasına değildir. Bunları yapmamak ve frenlemek mü'minin ademiyet yönünün kuvvetli olması ve imtihanı kazanma alametidir. Ademiyet yönümüzün hususiyetleri ise, beşerlikten kaynaklanan özelliklerimizin zıddı olan her şey. Yani benim beşeriyet yönümde acelecilik, ademiyet yönümde teenni var. Biri şeytandan, diğeri rahmandan. Benim beşerilik yönümde nankörlük, ademlik yönümde teşekkür etme var. Ben şükretmek isteyen bir insan olmalıyım. Beşeriyet yönümde cimrilik olabilir ama ademiyet yönümde cömertlik vardır. Cömertlik cimriliğin hakkından gelir. Teenni aceleciliğin hakkından gelir. Yani beşer sıfatımızı tanımlayan, tarif eden her şeyin zıddını ademiyet yönümüzde vermiştir. Ademiyet yönümüzde batinî duygular, ruh ve kalb vardır. Hicr suresinde. "Ona ruhumdan
üfürdüm." Bizim beşer yönümüzü, beden yönümüzü açıklarken "iki elimle yarattım" buyuran Allah, Ademlik yönümüzü "Ona ruhumdan ürürdüm" ayeti ile açıklık getirmiştir. K. Kerim beşer ve ademiyet özellikleri ile yaratılmış insana şu emri vermiştir: "Ey insan ademiyet yönünü beşeriyet yönünün üstüne çıkar." Bizim dünyadaki mücadelemiz, sıkıntımız, cennetimiz, cehennemimiz, kazanmamız ve kaybetmemiz, darusselam ve ashabı cahîm gibi zıt iki diyara konulu olmamız buna bağlıdır. Mü'min böylece ademiyet yönünü beşeriyet yönünün üstüne çıkarmakla vazifeye davet edilmiştir.
    Adem (a.s.) bir anlık beşerilik yönünü öne aldığında Allah onu cennetten çıkarttı. Sonra Rabbimiz tarafından Cennet gibi en büyük, en güzel yerden yeryüzüne indirilen o insan, ademlik yönünü kuvvetlendiriyor, tevbe ediyor, gözyaşı döküyor ademlik yönünün kuvvetlenmesiyle Yüce Allah Adem (a.s.)'e nebilik veriyor, Cennette adem yeryüzünde nebi, ademiyet yönünü üstün çıkarınca lütuf ve ikram olarak nebilik verilmiştir. Şeytan ise beşeri özelliklerde ısrar ediyor. Sonu kafirlikle neticeleniyor.
    İkisi de cennetten çıkarıldığı halde biri nebilik birine kafirlik veriliyor. Bu temel ışığında Allah-insan ilişkisinin hassasiyet arzeden noktalarını izah edelim:
    İlişki, münasebet iki taraftandır. Allah'ın lütfü ile olan ilişkisi. Kulun Allah'la olan ilişkisi. Allah'ın insanla olan ilişkisi vahiyledir. Vahiy varsa vahiy gelmişse, bunun hikmeti Allah'ın insana olan ilgisinin bir tezahürüdür. Allah insan ilişkisini vahiyle gerçekleştiriyor insan Allahla ilişkisini de ibadetle gerçekleştiriyor. Vahiy ve ibadet ıstılahlarımızı bu manada değerlendirirsek, bilgilenme mevzusu olmaktan çıkar. Burada hayatımızı ilgilendiren müşahhas yönünü ortaya koyacağız. İnsan bir taraftan ibadetle Allahla ilgi kurarken, insan-insan ile insan-tabiat ile, insan-nefsi ile, insan-çevre ile ilişkisini (vs.) düzenlemek için, değer verdiği insana din göndermiştir. Son din de İslâmdır. Rabbimiz (c.c.) kendisiyle insan arasındaki münasebetlerin düzeltilmesinde devreye giren Hakk erleridir, ara bulucularıdır. İsyankâr toplumu itaata davet eden, Rabbimizin gönderdiği ilâhi hükümleri müşahhas olarak yaşattırmak, bir hareket ve hadiseyi ortaya koyarak "Ne oluyor size, bu küskünlük, bu dargınlık ne yakışıyor mu size? Bu kadar nimetlerle taltif edilen sen nankörlük mü yapıyorsun?" Peygamberler bu insanların beşer hususiyetlerini zayıflatıp ademliğini kuvvetlendirerek galip getirmek isterler. Ademlik yönü kuvvetlenince Allah-insan ilişkisi kuvvetlenir. Beşer yönü kuvvetlenince Allah-insan ilişkisi zayıflar. İşte nebiler Allah ile kullar arasındaki münasebetlerin bozulmasıyla devreye girerler. Nebiler bu manada fahri gönüllüler ordusudur. Ücretsiz insanlardır. Mükâfatını bizzat Allah üzerine aldığı için her şeylerinde gerçeklik vardır. "Sizden herhangi bir mükâfat, ücret istemeyenlere tabi olun" buyuruyor Rabbimiz Yasin suresinde. Ücretsiz, fahri gönüllülerdir, bir ordudur. Başlangıcı ve sonu belli. Aradaki isimleri bilen Allah'tır. Allah'la ilişkisi bozulan toplumun Allah'la arasını düzeltebilmek için adeta paçaları sıvamışlardır. Biz Allah'la iyi ilişkilere girebilmek için şu ıstılahlarımıza hak ettiği müşahhas manaları vermemiz gerekir:
    Allah, İnsan, Vahiy, Din, Nebi ve İbadet.
    Bu ıstılahları biraz daha kavrar, genişliği mufassal olarak kitaplarımızdan okursak, Allah'la olan ilişkilerimizin göstermelik midir, ikilem midir, riyakâr mıdır, çok iyi anlayabiliriz. Ölçüdür bunlar. Bu altı husus iyi öğrenilmeli, iyi kavranılmalıdır.
    Allah: Kur'an'da tarifi yapılan bir varlıktır. Allah'ı en güzel tanımanın yolu bu. Allah Kur'an'da hangi ayetlerde, hangi surelerde anlatılmış ise, işte anlatılan Allah'ı öğrenmek ve inanmak. 99 güzel isim, bir de zatî ve subutî sıfatlar. Onu iyi tanıyabilmek için 99 isim, zatî ve subutî sıfatlarını bilmeli ve gereğini yaşamalıyız.
    İnsan: Yaratılan, meleklerden üstün ve hayvanlardan aşağı. Beşerilik yönü üstün; hayvanlardan aşağı. Ademiyet yönü üstün; Meleklerden üstün. Bunlar terazidir.
    Vahy: Asilden vekile, Allah'tan insana, halifeye, külli iradeden cüzî iradeye olan bir ilişkinin adı. Bizim hayatımız her yönüyle vahiyle donatılmıştır. Bunlara Resulullah'ın sahih hadislerini de ilâve edecek olursak biz her zaman vahyi idrak ederiz. Bize vahyi kitabî bir bilgi olarak 23 senede gelmiştir, şu kadar ayettir gibi bilgilenmek güzeldir. Bir de bizim yaşayışımızla vahyi ortaya koymak; vahiyden anladığımız budur. Kur'an Cebrail vasıtasıyla Peygambere dolayısıyla bizlere gelmiştir. Şimdi 1400 sene evvel oturmuş olsaydı. Bedevi bir Arap gelip pat küt bağırarak çağırarak girseydi, ne olurdu. Allah bunu vahiyle düzeltti. Önce izin alın, selam verin, izin verilirse içeri girin. Bunlar vahiyle düzeltilmiş oldu. Ormandan kesilen ağaç mobilya oldu. Bu vahiy bize geldi. Biz eve girerken Bedevî gibi girersek bizim bu vahiyle irtibatımız yoktur demektir. "Rüku edenlerle birlikte amel edin" bu ameli yaptığımız zaman ben vahyi yaşıyorum. "Nerede olursanız Allah sizinle beraberdir." "Biz ona şah damarından daha yakınız" gibi murakabeyi ilgilendiren, İlahî otoritenin gölgesinde yaşadığını bildiren Rabbimiz bunu ayet ve hadislerle canlı tutmak ister. Sonuçta vahiyle hareket eden bir insan ortaya çıkar. Vahiy insan doğru saadete ulaşır. Saadetin bir manası vahiydir. Asrı saadet, devri cahiliyye. İslam'la haşır neşir olan devir. Vahiy müslümanda huzur meydana getirir. Vahiy kime giderse onda bir haslet meydana getirir. Mesela Allah, Nahl Sûresi'nde arıya vahyetti, vahiy anda bal oldu. Toprakta vahyin karşılığı elmastır. Allah nereye vahyederse vahiy karşılığında onu evetleyen kimsenin bir müsbeti, bir doğruyu ortaya koyduğunu görürüz. İnsanda da saadeti meydana getirir. Vahiy cahiliyyeden İslâm'a dönüşün en büyük göstergesidir.
    Din: Yaşama tarzı.
    Nebi: Arabulucu. Bakara ve Cuma Suresi'nde anlatılan 4 temel özellikle insanı Allah'a barıştırırlar, İnsanı Allah'a teslim ederler:
    1. Kur'an'ın tilaveti
    2. Tilavet edilen Kur'an'ın talimatı, nasıl yaşanacağı
    3. Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi
    4. Hikmetle kalblerin mutmain edilmesi.
    Son asır müfessirleri de: İşte peygamber vârisleri, 4 temel hususiyeti, fıkıh halkası kurarak bu mevkiyi elde edebilirler. Bu 4 temelden bir müslüman sadece tilaveti üstlenmişse, peygambere varisliği o nisbettedir. Bir kısmı tezkiyeyi üstlenmişse, varisliği o nisbettedir. Kim olursa olsun bu 4 temel hususiyeti hayata çektiği oranda Peygambere vâristir. Bunun dışında peygambere varis olabileceğimiz başka bir özellik yoktur. Tilavet talimat, tezkiye ve hikmet.
    İbadet: İnsan Allah ilişkisini düzene sokan ilâhi reçetedir. İmtihana alınan insanın başarısı için ibadet devreye girer. İbadet olmayınca hiç bir şey olmaz.
    Çünkü insanlar ibadet için yaratılmıştır. Bu ilişki bozulursa ne olur?
    İlahî reçeteye ihtiyaç duymazsa, istiğna ehli olursa ne olur? Bu insan tamire değil tahribe baslar. Bu insan ne kendisini düzeltir, ne evini düzeltir, ne kıyafetini, ne sağını ne solunu, yani düzeltmekle görevli olduğu her şeyi tahribe başlar, konuşması, bakışı, davranışı tahrib edici, yıkıcıdır. Çünkü İlâhi mesajla olan irtibatını azalttı. Daha ne olur? Halife ve emanetçi olduğunu unutur. Dağların ve taşların yüklenmediği yükün emanetçisi ve yeryüzünün halifesiydi. Halife ve emanetçi olduğunu unutunca her şeyi unutur, ahireti unutur, ahireti unutunca Allah'ı unutur. Her zaman Allah der belki ama Allah insanı unutur, ama önce insan Allah'ı unutur. Allah'ın insanı unutması insanı nefsiyle başbaşa bırakmasıdır. Allah bir insanı unutmaya görsün, aradan çıkar tabiri caizse "Göz açıp yumuncaya kadar beni nefsime bırakma" diyen peygamberimiz vardı. Bu duaya bakın bir de Allah'ın nefsiyle bir insanı bırakıp unuttuğunu düşünün. Bu insan iflah olur mu? İnsan nefsiyle başbaşa kalırsa ne olur? O insan hayvanlasın
    İnsanın Allah'la ilişkisi kopunca ne olur?
    Hayvandan beter olur. Neden A'raf Suresi'nde Rabbimiz: "Onlar hayvandırlar hatta daha aşağı." Hayvan iman etmez, gayesi yoktur, hedefi yoktur da ondan. Belhüm adal: Demek ki hayvanda bir takım güzellikler var: Sütünden içiyorsunuz, gübresinden istifade ediyorsunuz, derisinden ayakkabı yaptırıyorsunuz, yük taşıyorsunuz. Allah'la ilişkisini tamamen kesen insan hayvan da olamaz, yani beşerlik galip olmuştur. Beşeri yönü kuvveüenen insan cahilleşir, zaaflaşır, yahudileşir, hristiyanlaşır, fâsıklaşır, zâlimleşir, Müslümana zâlim veya yahudi demiyoruz, yahudileşir demek istiyoruz. Bir insan, Yahudiyi taklit edecek: "O kertenkelenin deliğine girse siz de takip edeceksiniz. Çünkü" kalpleri onların kalbine benzedi." Onları taklit ederken zorlanmıyoruz "Ne zaman ki onlar eğrildi Allah da onların kalblerini eğdi." Bu bir iftira değildir. İnsanın yahudileşmesi ve hristiyanlaşması esasen o kadar zordu ki, günde 40 defa Allah'a münacatta bulunuyoruz. Sonuçta aceleciliğiyle, hırsıyla, cedelleşmesiyle, zâlimleşmesiyle, yırtıcı bir ruha sahip olur. Tahripkâr bir ruhu vardır. Aralan bozar, nemmamcılık yapar, laf getirip götürür. Bunu genişletebiliriz. Dışındaki hayati da düzeltemez, çünkü tahripkârdır.
    Böyle insanın 7 kalbi marazı vardır: İnkâr, bid'at, kibir, hased, riya, cimrilik, israf. Bu hastalıklar bir kalbe girerse insanın Rabbe dönmesinden başka çaresi yoktur. İnsanda iki hakikat birleşmiştir: Beşeri ve ademi yön. Bir damla meni beşeri yön. Mükerrem bir varlık, ademî yön.
    Bu ağır yolculukta ölünceye kadar nasıl muvaffak olacağız, ümitsizlik olmasın. Allah'ın lütfu-ikramı bol bol veriyor. Allah, rabbanî usulle göreve davet eder. Bu görevde insanın muvaffakiyeti için.
    1. Kainatı emrine vermiştir. İslamî hareketin canlı ve cansız üyeleri vardır. Canlı insanlar. Cansız herşey, ay, güneş vs. İslâm'ın üyesidir. İbrahim (a.s.) zamanında ateş bir üye idi. Nuh (a.s.) zamanında cansız üye olan su ve deniz. Bedir Savaşında yağmurun yağması, ayakların kaymaması. Yağmur Peygamberin cansız üyesidir. Cansız üyeler devreye girmediği müddetçe bir şey yapamayız. Uhud savaşında topal bir sahabi savaş için izin istiyor ve şöyle dua ediyor: "Benim vücudumu bir daha Medine'ye döndürme" yani şehid olayım. Şehid oluyor ve deveye yükleniyor. Deve medineye gitmiyor, Uhud'a doğru çevrilince gidiyor. Olay Peygamberimize intikal edince o duayı izah etti. Bir insanın duasını Allah onun vefatından sonra bile bir deveyle yerine getirmiş oluyor.
    2. İnsanı bir takım güç kuvvet ve meziyetle donatmıştır. Allah rububiyet sıfatını tecellisiyle donatmıştır. İlişki rabbani usulle düzenlenir. Kullar bu güçlü yolu katederler. Bu destekle ademiyet dünyasını beşeriyet dünyasının üzerine hâkim kılıyor. O zaman meleklerden üstün bir insan. Yeryüzündeki vazifelerini gerçekleştirmesi ve emanete hıyanet yapmaması için bu özellikler verilmiştir. Hadisenin özü ve özeti budur. Allah insan ilişkisini bu çerçeve içinde hesaba katarsak kendimiz, çevre tüm insanlık v.s. için temel görevlerini anlayan, şahsiyetli, olgun, âhireti gözünden eksik etmeyen, muttakîlik sıfatıyla hayatını devam ettirmiş olur. Yoksa Rabbimizle olan ilişkimiz bazen böyle bazen öyle, bazen zayıf bazen kuvvetli. Böyle bir ilişkinin devamı zordur. Rabbimizle münasebetim namazda, tavafta, ana babaya itaatta kuvvetli diğer zamanlar zayıf olmaz. İnsan başıboş bırakılmamıştır. E yahsebül inşâmı en yütrake süde. Süde hakkında İmam Şafii demiştir ki: Yani adım başı emir ve nehiy vardır. Adım atıyorsanız; farz, vacip, haram mekruh... Böyle olunca vahyin sıcaklığında yaşar insan.
    Allah gündem maddemizi boşluk bırakmaksızın doldurmuştur. (Müşteriye karşı takınacağınız tavır, yolda giderken bakışınla rahatsız etme.) Allahımız süde kelimesiyle hayatımızda boşluk bırakmamıştır. Bu mesajı kalbi dünyalarımıza havale ediyorum. Tefekkür ve teemmülle bu meseleye eğilmenizi istiyoruz. Bu gecede Allah emrazı fikriyye, kalbiyye, bedeniyye, ruhiyye, dünyeviyye yani tüm hayatımızdaki hastalıkların izalesi için Allah'a müracaat etmeye devam ediyor. Şeytan her zaman müdahale edebilir ama secde etmediğinden secde anındaki kula müdahale edemez. Bu gecede uzun secdelerle Rabbimize müracaatta bulunalım.
    Biz okudukça bilgilendikçe tehlikeleşiyoruz, sâlih amellerimizle barışmadığımız müddetçe merkepleşiyoruz. İs-railoğullan merkepleşmekle tarif edilmiştir. İlim artıyor, ama amel eksilince merkebleşiyoruz. Mum gibi etrafımızı aydınlatıyoruz kendimiz karanlıktayız. Yani amelsizlik hastalığı. Husulü namazları kabirde mi kılacağız, kabirde mi ağlıyacağız? Kendimizi çiğneyerek başkalarına gitmeyelim. Yaptığımız ameller kalbimizle irtibatlı olsun. Dilimizin dediğini kalbimiz tekzib etmesin.
    "Bizi sâlihlerden eyle" duası ahirette söylenmeyecek. İmamı Azam da sâlihlerden mi günahkârlardan mı olacağı hususuna üzülüyordu. Dünyada iken salih kullardan olmak zorundayız.
    Sözün özü budur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder