BURS

BURS

4 Haziran 2012 Pazartesi

Cemre-i Şehrâyin (dini hikayeler)

Cemre-i Þehrâyin Fethin 550. yýlý münâsebetiyle Söz Ola Dergisi'nin düzenlediði fetih yarýþmalarý çerçevesinde, hikaye dalýnda ikincilik alan eser Sene 1454… Baharýn, tazeliðini sýcak günlere terk etmeye hazýrlandýðý günlerde, ýhlamur aðaçlarýný kýrlangýçlar doldurmuþ, iðde kokularý tüm sokaklara yayýlmýþtý. Denizin mavisi bu mevsime öylesine yakýþmýþtý ki, "Ýstanbul'da bahar mavidir! " denmeye baþlamýþtý. Þehir alabildiðine sâkindi. Gönüller hamd ile temâþâda idi. Ýþte bu sükûneti delirtip gönül deryâlarýný hakikat fýrtýnalarýna mezceden bir gün; Feth-i Mübin'in sene-i devriyesi... Baharla þenlenen mübarek þehre, o gün latîf bir heyecan hâkimdi. Çobanýndan sultanýna serâpâ herkeste bir hamd hâli... Gönüller titrek, gözlerde akmayý bekleyen yaþlar... Konstantiniyye'de, Ýstanbul'da, Hünkâr'a akýyordu gönüller. Âlemler ona duâda.. Arþtan üzerine düþense yalýn bir rahmet nazarý... Sultan Mehmet, herkes gibi istiðrâk hâlinde idi, öyle ki; gece boyunca hiç uyumamýþtý. Derûnî bir hazla fethi anýyor; heyecaný ve sabýrsýzlýðýyla geçen yýllarý; bitmek tükenmek bilmeyen, iki asra bedel o iki ayý düþünüyor, secdelere kapanýyor, lâyýk olabilmeyi diliyordu. Sabah namazýnýn ardýndan, þehrin bekçisi ve kutlu sahibi ziyaret edilecekti. Sultana eþlik eden kalabalýk cemaat, Eyyûb Sultan'a gidiyordu. Atýndan inen Fâtih en önde, üstâdý, demir yüreðini örsüne koyduðu hocasý Akþemseddin yanýbaþýnda, yürüyorlardý. Diller, rûhlar bu lâhûtî havayla feyizyâb olmuþ, eller sadýrlarda, salevâtla ilerleniyordu. Bu güzel kumandan, güzel asker ve fetih þühedasýnýn rûhâniyeti, kutlu fethin müjdesine nâiliyyet ümîdini âbideleþtiren Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin huzûrunda buluþmuþ, üzerlerindeki rahmet bulutlarýndan gelen sekînet saðanaðý altýnda mânevî bir huzur iklîmine girmiþlerdi. Öðle namazýný bekleyiþ, minarelerden yükselen ulvî bir ezanla sona erdi. Ýstanbul semâlarý sanki ilk kez ma'kes oluyordu bu dâvete! Tüm gözler Sultan'daydý... O ise semâya bakýyordu. * * * Ve Ayasofya; fethin en büyük ganimeti; Fatih'in ganimet taksiminde: "-Bütün Konstantiniyye mülkü size, Ayasofya bana! " buyurduðu, fethin gülþeni... Ýmam yine O! Hayret!!! Yine üç tekbir!!! Bir tarih böyle yaþanýr! Heyecanlar taptaze nasýl kalýr ey Hünkar!!! Bu namaz bambaþkaydý... Yalnýz gözyaþý, yalnýz hamd vardý. Ýnsanlýk hayran bu manzaraya... Derviþâne bir dua: "-Rabbimiz! Bizleri O en büyük Fâtih'e lâyýk kýl! Kibrin zerresinden dahî uzak tut! " "-Âmin" dedi cemaat, "-Âmin" dedi melekler, "Âmin" dedi, fethin müjdecisi Sallallâhu aleyhi ve sellem… Kelâm yok; kimse yanýndakine neler olduðunu sormuyordu. Herkes geçen baharla hemdem... Sükût, müþtâk olmuþ ruhlara bu kadar yakýþmýþ mý hiç? Kýsa bir ferman: "-Dileðim odur ki; Belde-i Tayyibe'ye yakýþa duâmýz. Dileðim odur ki; bu gece hiç sönmeye hânelerin kandilleri!.. " Nice ulvî hissiyatla geçen günün sonunda halk evlerine çekildi, uyumak yoktu bu gece evlerde. Güzel Kumandan'a ittibâ ediyordu herkes, bir asker edâsýyla... * * * Yatsý namazýndan sonra ulemâ meclisi huzurda... Yaþlý-genç hâfýzlar kenarlara dizilmiþlerdi. Fethin mâneviyât kardeþleri yanyana... Sultan boynunu bükmüþ, bambaþka bir âlemde tefekkür diyarýna uzanmýþtý. Fetih Sûresi aksediyordu dillerden gönüllere, satýrlardan sadýrlara… Saatler sonra dýþarýda bir hareketlilik... Sessizliði yaran ihtiyar bir ses muhâfýzlarý aþtý. "-Buyursun! " dendi içeriden. Uzun yoldan geldiði anlaþýlan bir toprak insanýydý, hayret ve merak nazarlarý arasýnda içeri giren. Uzun boylu, zayýf bir adam... Mütevâzî duruþundan zarîf bir heybet yükseliyordu. Küçücük gözlerinden belli belirsiz birer gözyaþý yataðý uzanýyordu çenesine ve kýrlaþmýþ býyýklarýna. Damarlarý çýkmýþ yorgun, nasýrlý ellerinden birinde bir kaðýt parçasýný sýmsýký tutuyordu. "-Buyur baba! Ne istedin? Seni böyle yorup buralara getiren derdin ne ola ki?!. " Adam gözlerini Sultan'ýn gözlerine dikti. Koskoca bir okyanusla irkildi Fâtih: "-Bak sultaným! Bende bir emânetin var!... " Meclis þaþkýn; Bu muammâ da neydi böyle? Vezirlerden biri Sultan'ýn iþaretiyle mektubu aldý. "-Oku. " dedi Fâtih. Yaþlý ziyaretçi bir anda ileri atýldý: "-Sultaným! Bilmezsin ki, bu bir þehid mektubudur. Bir þehid mektubunu okumaksa ancak bir fâtihe yakýþýr! " Hayret dolu Hünkar, gayr-i irâdî kalktý, vezirinden kaðýdý aldý. Sonra meclisin ortasýna dizleri üstüne oturdu. Kýrmýzý bir ipekle baðlanmýþ, mumlanmamýþ mektup açýlýrken meclise hoþ bir râyiha yayýldý. Zarif bir yazý, inci gibi parlak... Sultan Mehmed bir an ihtiyara baktý. Adam baþýný müsâade edercesine salladý ve Fâtih, güzel bir rüyaya dalarak elindekini seslendirmeye baþladý: "-Saf ve pak selamýmla... Ey benim nâzenin Hünkarým! Bendeniz Bursalý Mehmed; Feth-i Mübarek'te þehâdete eren, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in müjdesine mazhar olanlardaným. Sürûrumuz Þehriyârým! Dedem, Sultan II. Murat zamanýnda Emir Sultan Hazretleri ile dilber þehrin kuþatmasýna katýlmýþ. Orada þehid düþmüþ. Ben doðanda babam senin adýný koymuþ, sana asker olam diye... Hünkarým! Ben doðdum doðalý bu mübarek müjdeye yazýldý her lahzam! Bursa'da Akbýyýk Sultan derler, bir derviþ baba vardýr. Çocukken onun önünde diz kýrar, canýmý kanýmý coþturan Konstantiniyye'yi dinlerdim. Duâmýz tek, þehâdetti! Delikanlý olunca "Ne zaman, ne zaman? " der dururdum hocam Akbýyýk Sultan'a. Bu bekleyiþ çok uzamýþtý sanki. Anla ki Sultaným; þehâdete, Konstantiniyye'ye dost olmuþtum. Bu öyle bir özlemekti ki; hani insan baba ocaðýndan ýrak kalýr da ana yemeðini özler ya... Her tattýðý o hasreti bir daha piþirir ya... Ýþte öyle Hünkarým! Nihayet, gün geldi Ulubatlý Hasan'a yeniçeri oldum. Babam derdi ki: "-Oðul! Þehâdeti arzulamaksa derdin, Sultan Mehmed'e yaraþýr bir er ol! Onun çabasýný, duâsýný duymaktayýz. Teb'asýnýn duâsý da onadýr. Kim ki onla hemhâl ola, duâsýna ortaktýr! Babamý saydým; bereketin büyüklerle beraber olduðunu bildim!.. Sultaným! Senin ilmine, hâline yetiþmek ne mümkün! Lâkin, Allâh bilir ya, o tahammül-fersâ arzu damla damla aktý içime... Anam ardýmdan çok aðladý! "-Gidiþime aðlama, ana! Sana koskoca bir nam býrakýyorum; þehid anasýsýn bundan gayrý!!! " Kuþatmanýn o dayanýlmaz uzunluðunu da bildim. Cânâna yakýn olup da kavuþamamanýn adamý canýndan bezdirdiðini de... Ama bir seferinde, ak atýný dalgalý denize sürüp kýlýcýný çekerek: "-Ya ben bu þehri alýrým, ya da bu þehir beni, deyû haykýrýþýn vardý ya Pâdiþâhým; iþte ben en çok o zaman aðladým! En çok o zaman daðladý yüreðimi, hasret atýnýn toynaklarý. Hani zemherinin ayazýnda eve girer de insan, ocaðýn yanýbaþýnda donmuþ elleriyle kaþýklar da sýcacýk tarhanayý, içi yanýverir ya... Ýþte o kadar tatlý bir yangýndý nefesime mil çeken. Binlerce erat her sabah: "-Artýk ya þehid olup cennete veya zaferle Bizans'a gireceðiz. " diyordu. Ben hep: "-O müjdenin þehidleri olarak cennete, fethin þâhidleri olarak da Bizansa gireceðiz. " demekteydim. Devletlüm! Birgün sabah namazýnýn ardýnca ümidim dizüstü çöktüðünde: "-Bu ne acep bir hâldir! " dedim kendime. Sonra Akbýyýk Sultan'ýmý gördüm. Yanýnda Akþemseddin hazretleri olduðu halde yürüyordu. Þaþýrdým. Koþtum, eline sarýldým! Alnýmdan öptü beni. Heyecanla Þeyh Akþemseddin'in elini öptüm de, baþýmý eðdim önünde! Nenem anlattýydý; O mübarek, beþikte seni görmeden dahî Sûre-i Feth'i okurmuþ. Yüreðim aðzýmda, iþâret bekliyordum. Birden elini kalbime koydu da: "-Ah Fâtih'imin þehidi!!! " buyurdu... Ellerini ellerime alýp öptüm, bir daha, bir daha öptüm... Rabîulevvel'in 19'u akþama vardýðýnda bir haber salýndý askerlere: "-Sultanýmýz buyuruyor ki, "Askerimiz yarýn oruç tutalar ve dahî günde beþ defa abdest alýp namazlarda zafer için el açalar... " Bizim bölük yüzbaþýsý Ulubatlý Hasan, kalkýp su daðýttý imsak öncesi. Sýra bana gelince: "-Efendim, bugün þehidlik sýrasý bendedir. " deyiverdim. "-Ve dahî bendedir. " buyurdu! Kader kalemi ardarda dikmiþ damatlýðýmýzý... Gün 20 Rabîulevvel'e doðduðunda kýlýçlarýmýzý salât-ü selâmla salladýk. Ateþler yaðýyordu üstümüze; her bir kor, gül gibiydi billâh! Harbin en keþmekeþ anýnda Yüzbaþým: "-Haydi yiðitler! " deyince benimle beraber otuz delikanlý yiðit fýrladý. Hedefi anlamýþtýk. Ulubatlý'nýn elinde bayrak, surlara týrmanýyorduk. Birer birer vurulduk, oklar saplandý kollarýmýza, sýrtýmýza. Kaleden kýzgýn yaðlar dökülüyordu. Birbir tatlý þerbeti içiyordu kardeþlerim. Surlarýn üzerine çýkabildim ki sultaným; Hasan'ým bayraðý dikmiþ, yere düþmek üzere! "-Allâhu Ekber! " dedi... "-Elhamdülillâh. " dedim yalýnýz... O an serin serin aktý içime nur... Bir rahatladým ki Devletlüm... Birden karþýmda Ebû Eyyub -radýyallâhu anh-'ý gördüm. Nasýl anladýn dersen birþey diyemem; lâkin ne güzel aðlýyordu! Birini iþaret etti bana; baktým; bir eliyle sancaðý tutmuþ, bir eliyle Ulubatlý'nýn baþýný okþuyor... Ve Hasan'ým haykýrýyor: "-Sultaným! Gözün aydýn; Rasûlullâh surlarýn üstünde... Duydun mu onu Hünkârým?!. Duyup da aðladýn mý?!. Efendime baktým. O mütebessim çehre bana bakýp, mübarek eliyle: "-Gel! " deyince anladým ki; dilber þehrin mehri olmuþuz çoktan. Þehriyârým! Rûhuma cemre gibi düþen bu hasret visâlimle son buldu. Elhamdülillâh! Elhamdülillâh! Elhamdülillâh! " * * * Sultan Mehmed kendine geldi... Baþýný kaldýrdý; bu bir rüya deðildi. Meclisteki herkes aðlýyordu... Sonra mektubu getiren adama baktý... Titreyen sesi, merakla sordu: "-Baba! Kimsin sen? Nereden geldi bu sana? " "-Hünkarým! Bu benim oðlumdur. Anlatmýþ ya, daha doðmadan Ýstanbul'a adadýðýmýz oðul! Anacýðýnýn gözü yaþlýdýr hâlâ! Ana ya; özler durur iþte kuzusunu! Geçenlerde rüyasýna buyurmuþ bizim oðlan: "-Ben iyiyim, tasalanma! " diyesiymiþ. Bu kaðýdý uzatýp: "-Sultanýmýn emanetidir! " demiþ. Hatunum gözü yaþlý uyanýnca bunu elinde bulmuþ. Kuþluk vaktinde çýktým yola... Þimdi gidiyorum... Devletlüm! Allâh senden râzý olsun! Duâmýz hep seninle. Babam da, oðlum da Ýstanbul þehididir. Bana ise bir güvercin misali elçilik düþtü. Nasip! Buna da þükür!.. Rabbim, gayrý sana uzun ömür versin! Selâmetle kal Mehmed Sultaným!.. Ýhtiyar, ýrmak misali çaðlayýp duruldu... Irmak denize, deniz Sultan Mehmed'e, aktý... Kimse tek laf edemeden, çýktý gitti adam!.. Bakýþlar yine derin, düþünceli... Fâtih, yarým býraktýðý mektuba döndü yine: "-Allâh yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz; bilakis onlar diridirler. " (el-Bakara, 154) Her dem sizinleyiz... Ayasofya'da kýlýnan her namaza Fethin melekleriyle iþtirak ediyoruz... Gönlünüz ferah olsun Efendim... Allâh'ýn yardým ve nusreti sizinledir! Nice Mehmedler, Hasanlar fedâ olsun bu devlete, bu yola!.. Devletlüm! Sabýrla, inanarak gayret edin ki, cihan yürüye yolunuzca... Selâmetle Sultaným! Her dâim duâcýnýz, köleniz Mehmediniz! " Fatih Mehmed kadîm bir dosttan almýþcasýna mektubu baðrýna bastýrdý. Daha fazla dayanamadý bu duygu çaðlayanýna... Þükür secdelerine kapandý. Huzurda bulunanlar, bu Rabbânî hadiseye þâhid olanlar, bu sýrra hayran oldular. Fâtih dakikalarca kaldý secdede... Saray müezzini tekbir okumaya baþlayýnca dýþarýdan, gecenin sonunun yaklaþtýðýný anladý herkes. Tüm þehir, minarelerinden yükselen "Allâhu Ekber! " sadâlarýný dinlerken, fethin hatýra gecesi Ýstanbul'u terk ediyordu. Birden müthiþ bir râyiha yayýldý meclise. Bu cennet yaðmuru misali ruhlarý mest eden koku Sultanýn doðrulmasýyla anlaþýldý. Ýdrakler hayrette... Gözyaþýyla ýslanmýþ mektuptaki inci yazýlar aðýr aðýr kayboldu... Yazýlanlardan geriye ancak bir satýr kaldý. Bomboþ kaðýtta kalan öyle bir satýrdý ki bu, Feth-i Mübîn'in ve diðer tüm zaferlerin en girift olaylarýnýn müsebbibini âfâka iten bâb-ý esrârý aralýyordu; "Allâh yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz; bilakis onlar diridirler... " Kübra Akbet Þebnem Dergisi, Sayý 5 Ana Sayfa)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder