BURS

BURS

26 Haziran 2012 Salı

Esmaül-Hüsna, Esma-i Hüsna, Esma el-Hüsna, Allahın 99 Güzel İsmi

Allahın (c.c.) sayıya sığmayacak kadar güzel isimleri vardır. Kuran-ı Kerim de bu anlama gelebilecek olan ayet-i kerime şudur: De ki Rabb imin kelimelerini yazmak için deniz mürekkep olsa hatta onun bir misli daha takviye edilse bunlar tükenir de Rabb imin kelimeleri bitmez (Kehf suresi, ayet 109).



tab Nasıl bir insanı ismiyle ve unvanıyla tanırsak Allahı (c.c.) da ancak sıfat ve güzel isimleri ile tanıyabiliriz. Yalnız bir insanın isminin anlamıyla kişiliği, davranışları, ahlakı, dünya görüşü uyuşmayabilir. Örneğin bir kişinin adı Muhsin (iyilik yapan) olabilir de herkes ondan kötülük görebilir. Ama Allah (c.c.) için böyle bir şey söz konusu olamaz. Allahın (c.c.) güzel isimlerinde söz konusu olan anlam ile biz Allahı (c.c.) daha yakından tanımak olanağına erişiriz.



tab Allahın (c.c.) zatını düşünmek doğru değildir. Nitekim bu bir hadis-i şerifle de yasaklanmıştır. Ama O nun varlık, olay ve olgular üzerinde görülen sıfatları ve güzel isimleri üzerinde düşünebiliriz. Tabii burada Allahın (c.c.) zatını düşünmek ile kastedilen anlam, O na insana özgü nitelik ve nicelik yakıştırmaktır. Yoksa insanın kendisini Allahın (c.c.) zatı karşısında olduğunu hissetmesi, düşünmesi murakabe adı verilen büyük bir ibadettir.



tab Bütün evren, yeryüzü, canlı ve cansız varlıklar, Allahın (c.c.) sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktadırlar. Allahı (c.c.) bizlere anlatmak için yaratılmışlardır. Hadisi-i şerifte yetmiş yıllık ibadete denk olarak gösterilen tefekkürün zirvesi de yaratılmış olan şeylerde Allahın (c.c.) sıfat ve güzel isimlerini görüp üzerinde düşünmektir.



tabİnsan yeryüzünde Allahın (c.c.) halifesi olmak üzere yaratılmıştır. Allahın (c.c.) halifesi olmak demek, Allahı (c.c.) yeryüzünde esma-ül hüsnası ile temsil etmektir. Nitekim Kuran-ı Kerim de (Bakara Suresi, 30-38) Allah (c.c.) ilk insan olan Hz. Adem Aleyhisselöe2mla ilgili olarak bu konu üzerinde durup yeryüzünde bir halife yaratacağını belirtmiştir. Ama melekler insanın yaratılış hikmetini kavrayamayarak Allahın (c.c.) bu kararına itirazda bulunmuşlardır.



tab Melekler Allahın (c.c.) bütün güzel isimlerini temsil edemiyorlardı. Bu yüzden Allahı (c.c.) gereği şekilde tanımıyorlardı. Örneğin onlar Allahın et-Tevvöe2b (Tövbeleri kabul eden) güzel ismini bilmiyorlardı. Çünkü günah işleyemiyorlardı. Dolayısı ile el-Gaföfbr (Günahları bağışlayan), el-Gafföe2r (Günahları çokca bağışlayan), el-Afüvv (Günahları tamamen affeden) gibi günahları bağışlamayı, günahlardan temizlemeyi karşılayan Allahın (c.c.) güzel isimlerinden de habersizdiler. Yine yeme içme nedir bilmeyen bu varlıklar er-Rezzöe2k (Rızık veren) güzel isminden de habersizdiler. Ayrıca Allahın (c.c.) hastaları iyileştirdiği eş-Şöe2fi (Hastalara şifa veren) güzel isminin de hastalanmadıkları için ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Allah (c.c.) öe2lemleri sıfatlarını ve güzel isimlerini tecelli etmek için yaratmıştı. Melekler istemese de bu gerçekleşecek, meleklerin haksızlığı kendilerine ispat edilecekti. Nitekim Allah (c.c.) Hz.Adem i (a.s.) yaratıp eşyaların isimlerini kendisine öğretince bunların isimlerini meleklerine de sordu. Ama onlar bu konuda cahildiler. Bir şey bilmiyorlardı. Hatalarını anlayıp Allah tan (c.c.) af dilediler (bk. Bakara suresi, ayet 30-39).



tab Allahı (c.c.) gözler göremez. Ama kalpler Allah a (c.c.) yönelebilir.



tab Güzel isimlerle (esma-ül hüsna) kalbi Allah a (c.c.) yöneltmek üç şekilde mümkündür: Ya O nun güzel isimlerini zikretmekle ya dualarda kullanmakla ya da yaratılmışlar üzerinde O nun güzel isimlerini düşünmekle olur.



Şayet virt dersi verecek ehil birisi, mürşid-i kamil bulunmadığında bir vakit namazının bitiminin arkasında bu isimleri bize bağışlayan ve sayılmasını isteyen peygamberimizin (s.a.s.) ruhuna bir fatiha hediye ettikten sonra Allahın (c.c.) güzel isimleri aşağıdaki esma-ül hüsna tablosundaki sırasıyla çekilebilir. Ayrıca onun içerisinden seçilen bir veya birkaç güzel isim anlamı dosdoğru bilindikten sonra sayıya vurmadan veya ebced sayısına göre her gün gece ve gündüz bir çeşit aşkla zikredilerek yüceltilebilir. Bu zikir sırasında insan isimleri ile Allahın (c.c.) güzel isimlerinin karışmaması, daha doğrusu Allahın (c.c.) güzel isimlerinin insan isimlerini çağrışım yapmaması için zikrini çektiğimiz güzel ismin başına yöe2- veya el- takılarını koymamız gerekir. Örneğin yöe2-Metöeenü, el-Köe2diru gibi. Bir de bu güzel isimlerle birlikte takdis cümlelerini zikretmek bu açıdan çok yararlıdır. En azından başta ve sonda birer kere de olsa takdis cümlelerini söylemek zikrimize bir ağırlık ve içtenlik katacaktır: el-Metöeenü celle celöe2luhu, yöe2-Köe2diru celle şöe2nuhu gibi. Bu iki takdis cümlesinden her biri bütün güzel isimler için kullanılabilir.



İnsanın tek başına yalnız havas bilgileri ile zikre yönelmesi beraberinde büyük itikadi yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, mürşid-i kamilin rehberliğinde çekilmedikçe insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii bu sözünü ettiğimiz şey, laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri çokça çekme ile ilgilidir. Yoksa esma-i Hüsna için geçerli değildir. Ama yine de esma-i hüsnada da ihtiyatlı olmak lazımdır. En azından tasavvuf kültürünü hazmetmek gerekir. Tasavvuf kültürünün de temelini her an tövbe ve istiğfar halinde olma, nefisle mücadele etme ve Allah rızasını amaç olarak görme oluşturur. Çünkü şeytan hiçbir fırsatı kaçırmaz. Kılavuzsuz yola çıkanları çeşitli tehlikeler bekleyebilir. Örneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini gören birisi istidraca düşebilir. Hem benliği güçlenip kendisinde olmayan çeşitli büyüklükler görebilir, kibire ve ucuba kapılabilir. Çünkü zikrin neticesi birtakım haller yaşamaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da şeytanidir. Bunları birbirinden ayırması imköe2nsızdır. Birbirlerine çok benzerler. Farkına varmadan şeytanın oyuncağı olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa götürmeye yeter. Ayrıca vesveseye de düşebilir. Hele içinde bulunduğumuz çağda insanlar gerekli dini ve itikadi bilgilerden bile yoksunken onların ellerine verilecek böyle bir havas bilgisi Allahın (c.c.) güzel isimlerinin gereği ve amacı dışında zikredilmesine yol açacaktır. Onun için zikir yoluna gireceklerin bir mürşid-i kamilin himayesine girmesi en doğru yoldur. Nefis tezkiye olmadıkça zikir, özellikle esma-i hüsna zikri ona yarardan ziyade zarar verecektir. Çünkü böyle bir kişi Allahın güzel isimlerine hep nefis hesabıyla bakacaktır. Bu da onu manevi olarak zarara sokacaktır. Höe2lbuki esma-i hüsna zikrini çekmenin temel amacı Allahı övüp yüceltme ve O nun güzel ahlakıyla ahlaklanmadır. O nun rızası dışında her şey nefis hesabınadır. Allahın rızası dışında kendisine bir hedef çizen ve bu konuda esma-i hünsadan umut bekleyen kişi ise yoldan çıkmıştır. Nefis ve şeytan onu aldatmıştır. Allah bu durumlara düşmekten bizleri korusun. Evet şu ayet-i kerime bu kişilere hitap etmektedir: En güzel isimler Allahındır. O halde O na en güzel isimlerle dua edin. O nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).



tab Kalp saniyede halden hale girer. Değişkendir. Onu bir noktada tutmak zordur. Hele zikir sırasında bu daha çok olur. Nefis ve şeytan vesveseleri ile kalbi bulandırırlar, zikri dünyevi bir amaç haline dönüştürebilirler. O yüzden Nakşibendiler, lafza- Celal zikrini her tespih devredişinde (100 adetten sonra) İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.) demektedirler. Böylece sapmış, sapacak, dönek, renkten renge giren, girecek olan kalbe rotasını gösterirler. Kalp bu rotadan saptı mı zikir yarar değil insana zarar vermeye başlar. Bu durum esma-i hüsna zikrinde daha çok kendisini gösterir. Yani kalp esma-i hüsna zikrinde rotasını şaşırmaya daha müsaittir. Esma-i hüsna zikrini çekerken kalp O nun rızası dışında başka yerlere takılabilir. Onu uyarmak ve doğru yola sevk etmek gerekir. Onun için esma-i hüsna zikri çekerken İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.) sözünü en azından başta ve sonda birer kere de olsa söylemek ve bu konuda kalbi uyarmak gerekir. Daha çok söylemek daha büyük yararlar sağlar.



Bilindiği üzere İslam dinine Kelime-i şahadetle girilir. O da Allah tan (c.c.) başka ilah olmadığına, Muhammed in (s.a.s.) Allahın (c.c.) kulu ve peygamberi olduğuna kalp ile inanıp onu dil ile tasdik etmektir. Buna göre İslamın bir yarısını Allah a (c.c.) iman, diğer yarısını da peygambere iman oluşturmaktadır. Allah a (c.c.) iman etmeden önce de O nu sıfat ve güzel isimleri ile tanımak gerekir. Allah a (c.c.), peygamberlere iman dışında imanın diğer rükünleri olan meleklere, kitaplara, ahiret gününe, kadere iman Allahın (c.c.) sıfatlarının ve güzel isimlerinin bir uzantısı olarak düşünülebilir. Yani bir Müslüman Allahı (c.c.) sıfat ve güzel isimleri ile tanımadığı zaman imani ve itikadi bazı zayıflıklar ve eksiklikler içerisinde bulunabilir. Bu açıdan Allahı (c.c.) sıfat ve güzel isimleri ile tanımak, bilmek her Müslüman için en başta gelen görev ve iştir.



tab Allahın (c.c.) güzel isimleri, Ebu Hüreyre nin (r.a) peygamberimizden (s.a.s) bir müjde ile birlikte rivayet ettiği bir hadis-i şerifte geçmektedir: Allahın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.



tab Kuran-ı Kerim de ve hadis-i şeriflerde söz konusu doksan dokuz isim dışında Allahın (c.c.) daha pek çok güzel ismi geçmektedir.



tab Bu hadisteki sayma (ahsöe2höe2) sözcüğü nedense konuyla ilgili kitaplarda çeşitli açıklamalara neden olmuştur. İhsöe2 etme (sayma) ile sadece Allahın (c.c.) doksan dokuz güzel ismini arka arkaya sıralamanın kastedilmediği, bunları ezberlemek, bunların anlamlarını bilmek ve üzerinde düşünmek gerektiği de söylenmektedir. Ben bu görüşe bir noktada itiraz ediyorum. Eğer böyle anlamlar gözetilmiş olsaydı sadece sayma denilmez, bunları ezberlemek, bunların anlamlarını bilmek ve üzerinde düşünmek gerektiği de açıkça belirtilirdi. Hoş bu isimleri sayma külfetine katlanan bir kişi için bunları ezberleme, bunların anlamlarını öğrenmek ve üzerinde düşünmek de zevkli bir iş olacaktır. Sayma yanında bunları ezberleme, bunların anlamlarını öğrenmek ve üzerinde düşünmek çok daha kolay ve kendiliğinden gelişen bir süreçtir.



tab Aslında ben ihsöe2 etme kavramı ile bu çeşit anlamların kastedilmediğini iddia etmiyorum. Sadece hadis-i şerifte bu anlamların belirtilmemesine dikkat çekmek istiyorum. Hatta ben bu söylenenleri tastik etmekle kalmıyor, eksik bile kabul ediyorum ve ihsöe2 etme kavramının çok daha geniş bir anlamda kullanıldığını düşünmekteyim. Allahın (c.c.) her bir güzel ismi O nun bir sıfatına ışık tutmaktadır. Mümine yakışan şey Allahı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltmek ve O nun ahlakıyla ahlaklanmaktır. Bu da Allahın (c.c.) bu güzel isimlerinden nasiplenmekle olur. Gerçi ihsöe2 etme kavramı üzerine savunduğum bu düşüncede ben yalnız değilim. Şah-ı Nakşibendöee Hazretleri (k.s.) de Allahın (c.c.) 99 güzel ismi ile ilgili bu hadis-i şerifteki ihsöe2 etme kavramı ile Allahın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmanın kastedildiğini belirtmektedir. Allahın (c.c.) 99 güzel isminden birkaçını buna örnek olarak zikredeyim: Allah (c.c.) el-Keröeem (Çok cömert) ise kulu da cömert olmalı. Allahın (c.c.) el-Halöeem (Sabreden, cezadan vazgeçen) güzel ismi kulda ağırbaşlılığı gerektirir. Es-Saböfbr (Çok sabırlı) güzel ismi kulun öfkesine hakim olmasını ister. El-Hamöeed (Kendisine şükür ve hamd edilen, övülen) güzel ismi kulun daima Rabb ini övmesini ve O na şükürde bulunmasını icap ettirir vb. İşte ilgili hadiste cennet gibi büyük bir nimet söz konusu ise bu kula ancak Allahın (c.c.) 99 güzel isminin gereklerinin yerine getirilmesi ile nasip olabilir.



tab Burada şu hususa özellikle dikkati çekmek isterim: Allahın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak O na yakışır bir kul olmak demektir. Kendinde bir benlik, üstünlük görmek değildir. Güzel isimlerden kula gerekli olan dersi çıkarıp bunu yaşamına uygulamaktır. Bir kul ne kadar Allahın (c.c.) ahlakıyla ahlaklansa da bu hiçbir zaman Allah a (c.c.) benzemek olarak düşünülmemelidir. Zira Allah ta (c.c.) her türlü kemal mutlak ve sonsuzdur. İnsanda ise her kemal mutlaka kusurlu ve sınırlıdır. Tabii Allahın (c.c.) her güzel isminden farklı bir ders çıkarılır. Kiminde kul için ideal bir ahlak kuralı söz konusudur. Bunlar kulu terbiye etme özelliğine sahiptirler. O nun rububiyyetine ait güzel isimlerdir. Örneğin Allah (c.c.) günahların üzerini örten ve bağışlayan (el-Gaföfbr) olduğuna göre O nun kulu da insanlarla olan ilişkilerinde kusurları gizleme ve affetme yolunu tutmalıdır. Yine Allah (c.c.) karşılıksız iyilik yapan (el-Berru) olduğuna göre kula yakışan şey de Allah (c.c.) rızası için insanlara iyilik etmektir. Ama bazı güzel isimlerde kulun alacağı dersin mahiyeti değişir. Çünkü ilgili güzel isimler ortaklık kabul etmez. Teslimiyet, övgü ve yüceltme isterler. Bunlar O nun uluhiyyetine ait güzel isimlerdir. Örneğin el-Celöeel güzel ismi Allahın (c.c.) emir ve yasak koyma yetkisini tanımayı gerektirir. El-Hakem güzel ismi her konuda O nu hüküm sahibi kabul etmeyi gerekli kılar. Biz bu tür güzel isimleri de dosdoğru anlayıp sürekli zikirle yücelterek kulluk makamına ulaşabiliriz.



tab Allahın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak tasavvufta bekabillah (Allah ta [c.c.] baki olmak) makamına işarettir. Bunun için de önce fenafillaha (Allah ta [c.c.] fani olmak) ulaşmak gerekir. Fenafillah, kulun tövbe ile Allahın (c.c.) yasaklarından kaçınmasının ve emirlerine uymasının ardından dünyayı gönülden çıkarması, tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, hakka tam anlamıyla yönelmek, sabır, murakabe gibi şartları yerine getirmesinden sonra Allahın (c.c.) rızasına ulaşmasıyla meydana gelen bir haldir. Nefsin arınması ile meydana gelir. Buna göre Allahın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak çok sıkı bir nefis tezkiyesinden ve kalp tavsiyesinden sonra ancak mümkün olmaktadır. Bu da ancak bir mürşid-i kamilin rehberliğinde gerçekleşebilir. Yalnız başına mümkün değildir.



tab Kim bilir, belki de Allah (c.c.), bu güzel isimleri her gün sayan (ihsa eden) kişiye Allahı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltme ve O nun ahlakıyla ahlaklanma nimetlerini de hediye ediyor ve bundan dolayı da ilgili hadis-i şerif sadece Allahın (c.c.) 99 güzel ismini sayma işlemine işaret etmekle yetinmiş olabilir. Çünkü Allah (c.c.) cömerttir. O nun cömertliğini sınırlandırmak, kurallara bağlamak doğru değildir. Tarikatlar yolu ile onca emek ve zaman zarfında elde edilen marifete Allah (c.c.) dilerse bir insanı bir anda da ulaştırabilir. Allah (c.c.), vesileler olmadan da bağışta bulunabilir. Bu açıdan Allahın (c.c.) 99 güzel ismini sayma işini küçümsemek, ihmal etmek doğru değildir. Bunda büyük bir sır, büyük bir hikmet, hadis-i şerifin işaret ettiği cennet nimeti gizlenmiş olabilir. Kimse Allahın (c.c.) rızasının nerede saklı olduğunu bilemez. Bize düşen görev, eleştirmekten ziyade Allah (c.c.) hakkında peygamberin söylediği her sözün gereğini yerine getirerek uymaktır.



tab Aslında zor olan bu güzel isimleri ezberlemek değil her gün saymaktır. İlgili hadis-i şerifi yorumlamadan anlaşılan temel anlam da güzel isimleri saymak tır. Bu kağıda bakıp okumakla da gerçekleşen bir işlemdir. Yalnız kağıdın ve yazının yaygın olmadığı peygamberimiz (s.a.s) döneminde sayma ile ezberden okuma nın kastedildiği tartışma gerektirmeyecek oranda açıktır. Bu açıdan ilgili hadis-i şerifin ruhuna uygun olan yöntem, bunları ezberleyerek saymaktır.



tab Allahın (c.c.) 99 güzel isminden bazılarını yalnız başına söylemek doğru değildir. Görünüşte bunlarda olumsuz bir anlam söz konusudur. Yalnız Allah a (c.c.) hiçbir şekilde olumsuz bir sıfat ve güzel isim verilemez. Olumsuzluklar kulun nefsinden kaynaklanır. Allah (c.c.), kul şerri istediği için yaratır. Ama bundan razı olmaz. Kul günaha girdiğinde çoğu kez hemen cezalandırmaz. Bunda genellikle sabırlı, anlayışlı davranır. Ona süre tanır. Çoğu kez affeder. Tövbe ettiğinde geçmiş günahlarını bağışladığı gibi bunları sevaba da dönüştürür. Ama bazen de kulun kendisini düzeltmesi ve toparlaması için ona bela ve musibet verir. Kısacası O nun rahmeti gazabını geçmiştir. İnsanların hidayeti ve irşadı için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. Bütün varlık öe2lemi O nun sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktadır. Tüm bunlara rağmen bir insan da Allah a (c.c.) ve peygamberine karşı geliyorsa, hak dine karşı düşmanlık gösteriyorsa artık ölümden sonra başına gelecek azabı kendisi hazırlıyor demektir. Bunda Allahı (c.c.) suçlayacak hiçbir hakkı yoktur. Bu açıdan ilgili güzel isimleri olumlu anlama sahip karşıtlarıyla hem birarada zikretmek hem de birarada değerlendirmek ve anlamak gerekir: el-Köe2bidu/el-Böe2situ (Sıkan, bunaltan-Genişlik veren), el-Höe2fidu/er-Röe2fi u(Manevi olarak aşağı indiren-Yukarı çıkaran), el-Mu izzu/el-Müzillü(İzzet şeref veren-Zillet ve alçaklık veren), el-Mu töee/el-Möe2ni u(Veren, ihsan den-Engel olan), ed-Döe2rru/en-Nöe2fi u(Zarar veren-İyilik veren).



tab Allahın (c.c.) 99 güzel ismini arka arkaya sayma, bunların üzerinde düşünme sırasında bir şey hemen dikkati çeker: Bunların sırlamasında bir gelişigüzellik yoktur, derin bir hikmet yatmaktadır. Sadece anlam bakımından zıt olanlar birbiri ardı sıra gelmemiştir. Anlam bakımından birbirini bütünleyen, aralarında anlam ayırtısı olan, biri diğerinin anlamını açıklamaya yardım eden güzel isim veya güzel isimler ya biri diğerinin önünde veya arakasında ya da yakınında yer almıştır.



tab Allahın (c.c.) güzel isimleri ile dua etmek, yani uygun düşen güzel isimlerle Allah a (c.c.) tevessül etmek, duanın kabul olmasında çok etkilidir. Tevessül etmek duada bu isimleri vesile kılmaktır.



tab Allah a (c.c.) güzel isimlerle tevessül etmek, Allah a (c.c.) hamd u senöe2 edip peygamberine ve öe2l u ashöe2bına salöe2t ve selöe2m getirdikten sonra dua konumuza uygun olan güzel isim yada güzel isimleri seçmekle ve duamızda zikrederek bunun yada bunların hakkı, fazileti, bereketi üzerine Allah tan (c.c.) istemekle olur. Örneğin, Hamd öe2lemlerin Rabb i Allah a (c.c.) mahsustur. Salöe2t ve selöe2m Hz. Muhammed in ve öe2l u ashöe2bının üzerine olsun. Ey Keröeem olan Allahım, kazancımıza bereketini, cömertliğini kat! , Allah a (c.c.) hamd, habibine salöe2t ve selöe2m olsun. Ey Allahım el-Ganiyy, el-Muğnöee olan ism-i şeriflerinle hiçbir kula muhtaç olunmayan, bizi azdırmayacak, senin dinine hizmet edebileceğimiz zenginliği diliyoruz! , Allah a (c.c.) kelimeleri adedince hamd u senöe2lar olsun. Habibi Muhammed Musatafa ya, öe2l u ashöe2bına ve ehl-i beytine de gökteki yıldızlar adedince salöe2t ve selöe2m ederim. Ey es-Selöe2m, el-Mü min ve el-Müheymin olan Allahım, yolculuğumuzun kazasız belasız geçmesini nasip eyle... , Allah a (c.c.) binlerce kez hamd, resöfblüne binlerce kez salöe2t ve selöe2m olsun. Allahım beni bağışla. Çünkü Sen Gaföfbr ve Rahöeem sin. gibi.



tab Allahın (c.c.) güzel isimleri dolayısıyla tartışılan bir konu da hangi güzel ismin ism-i a zam (en büyük isim) olduğudur. Peygamberimiz (s.a.s) çeşitli hadis-i şeriflerde ism-i a zamın bulunduğuna, bununla dua edenin duasının kabul edildiğine işaret etmişken bunun hangi güzel isim olduğunu belirtmemiştir. Bunu öğrenmek isteyenlere de net bir yanıt vermemiştir. İslam bilginleri ve öe2rifleri de ism-i a zamla ilgili farklı iddialarda bulunmuşlar, ortak bir güzel isimde anlaşamamışlardır. Örneğin Hz. Ali (r.a) el-Ferd (Tek), el-Hayy (Diri), el-Kayyöfbm(Her şeyi ayakta tutan), el-Hakem (Yargılama ve hükmetme yetkisine sahip olan), el-Adl (Mutlak adalet sahibi), el-Kuddöfbs (Eksik ve kusurdan münezzeh) olmak üzere bu altı güzel ismi ism-i a zam olarak kabul etmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife ye (rah.a.) göre el-Hakem ve el-Adl güzel isimleri ism-i a zamdır. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin (k.s.) ism-i a zamı, el-Hayy güzel ismi idi. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) ise el-Kayyöfbm güzel ismini ism-i a zam olarak görmüştü. İsm-i a zamın ism-i Celöe2l (Allah adı) olduğunu söyleyenler daha inandırıcı bir görüş sunmaktadırlar. Bunlara göre Allah (c.c.) dışındaki güzel isimler Allahın (c.c.) bir sıfatına dayanırken sadece Allah (c.c.) O nun zatına dayanmakta ve özel isim olmak dışında da kullanılmamaktadır. Dolayısıyla ism-i a zam olmaya en layık olanı budur. İsm-i a zamı Allah (c.c.) ismi olarak gören bazılarına göre bu ismin ism-i a zam olması, zikredenin suda boğulmak üzere olan insanın yardım istemesi gibi olan samimiyetiyle mümkündür. Bu konuda benimsenen bir yaygın kanaat de şudur: İsm-i a zam dua konusuna göre değişmektedir. Bunlara göre Allahın (c.c.) her güzel ismi yerine göre ism-i a zam olabilir. Bunu da belirleyen şey dua konumuza uygun olan güzel isim yada güzel isimlerin seçimidir. Bence bu sonuncu görüş daha isabetlidir. Nasıl dişimiz ağrıdığında ilgili doktora gidiyorsak, musluğumuz bozulduğunda da tesisatçıyı çağırıyorsak Allahın (c.c.) her bir güzel ismi de duruma göre yararlı olur. Hale uygun güzel isim veya güzel isimler işi ehline teslim etmek gibi güzel bir sonuç doğurabilir. Bu durumda ilgili güzel isim veya güzel isimler o durumun ism-i a zamı olabilir. Tabii ism-i a zam için daha başka güzel isimleri de kabul edenler bulunmaktadır.



tab Kuran-ı Kerim de Allah (c.c.) güzel isimleri ile dua edilmesi (tevessül edilmesi) üzerinde de durmuştur: En güzel isimler Allahındır. O halde O na en güzel isimlerle dua edin. O nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180). Bu ayette dikkati çeken nokta, bazı insanların Allahın (c.c.) bu güzel isimleri ile razı olmayacağı dualarda bulunmasıdır. Allah (c.c.) kulunun sadece dünyalık istemesinden hoşnut olmaz: Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şöfbröe2 suresi, ayet 20). Bu açıdan duada ahireti ihmal etmek büyük bir eksikliktir. Kuşkusuz bununla dünyalık istemenin doğru bir şey olmadığını iddia etmiyoruz. Demek istediğimiz şey, istediğimiz dünyalık ile ahirete dönük ve Allahın (c.c.) razı olacağı bir işi ve kazancı düşünmeliyiz.



tab Allahın (c.c.) güzel isimleri ile dünyalık istemenin yanında başkalarının kötülüğünü, örneğin sevmediğimiz birinin ölümünü temenni etmek çok tehlikelidir. Belki böyle bir beddua kabul olunabilir, ama kişi bununla büyük bir bedel Şyebilir. Örneğin başkalarının da onun aleyhinde yapacağı ufacık bir beddua hemen yerini bulabilir. İnsanlara karşı merhametli olmak, onların kusurlarını bağışlamak, işleri Allah a (c.c.) havale etmek bize başkalarının beddualarında bir kalkan gibi vazife görecektir. Kısacası başkalarına reva gördüğümüz muameleyi Allah (c.c.) bizim kaderimiz kılabilir. Aslında başımıza gelen kötü şeyler her ne kadar insanlar eliyle de gerçekleşse Allahın (c.c.) izni ve yaratmasıyla meydana gelmektedir. Bunun da genellikle nedeni günahlarımızdır. Başkalarına beddua etmeden, öfkelenmeden ve zarar vermeden önce ilgili bela ve musibetin nedenini kendimizde aramalıyız. Bu Allahın (c.c.) bir kanunudur. Şu ayet-i kerimeler buna işaret etmektedirler: Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şöfbröe2 suresi, ayet 30). , Sana gelen her iyilik Allah tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisöe2 suresi, ayet 79).



Allahın (c.c.) bazı güzel isimleri insanlara ad olarak da verilmektedir: Metin, Kadir, Samet, Reşit, Nur, Mecit, Celil, Aziz, Halil gibi. Bunda dini bir sakınca olmamakla birlikte bu güzel isimlerin kul anlamına gelen Abd sözcüğü ile birleşik isim olarak kullanılması daha uygundur: Abdulkadir, Abdussamed, Abdürreşid, Abdulhamid gibi. Yalnız Allahın (c.c.) bazı güzel isimlerinin bizzat peygamber tarafından insanlara ad olarak verilmesi yasaklanmıştır: Başta Allah (c.c.) özel ismi olmak üzere, Rahmöe2n, Rabb, Hakem, Ahad gibi.

Allahı (c.c.) güzel isimleri ile tanıyan ve O na güzel isimleri ile inanan birisinin Teist yada Deist olması olanaksızdır.



Allahın (c.c.) zikrinde gözetilecek asıl amaç, O nun rızasıdır. O nun güzel isimleri ile dünyalık isterken utanmamız gerekir. Zira Allahın (c.c.) indinde bu dünyanın hiçbir değeri yoktur. Bu konuya peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle işaret etmişlerdir: Eğer Allahın yanında dünyanın bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı kafirler ondan bir yudum su içemezlerdi. Başka bir hadis-i şeriflerinde de Dünya lanetlidir, dünyada olan her şey lanetlidir; yalnız Allah için olan bunun dışındadır. buyurmuşlardır. Allah (c.c.) ahirette inanan kulları için akla gelemeyecek, hayal edilemeyecek nice nimetler yaratmıştır. Kuşkusuz cehennemden sığınmak, cenneti istemek de güzel şeylerdir. Ama Allahın (c.c.) rızası bunlardan daha öte, daha güzel olan bir amaçtır. O nun rızası kazanıldığı zaman elbette cehennem bizden uzak, cennet de bizim mekanımız olacaktır. Allah a (c.c.) geçek anlamıyla iman eden öe2şıklar ve öe2rifler O nun cemalini görmek için cennete de değer vermemişlerdir.





Allahın (c.c.) Doksan Dokuz İsmi:



1.Allah (Hüve l-lahi llezi löe2-ilöe2he illöe2 Hu)

2. er- Rahmöe2n

3. er-Rahöeem

4. el-Melikü

5. el-Kuddöfbsü

6. es-Selöe2mü

7. el-Mü minü

8. el-Müheyminü

9. el-Azöeezü

10. el-Cebböe2ru

11. el-Mütekebbiru

12. el- Höe2lıku

13. el-Böe2ri u

14. el-Musavviru

15. el- Gafföe2ru

16. el-Kahhöe2ru

17. el-Vehhöe2bu

18. er-Rezzöe2ku

19. el-Fettöe2hu

20. el-Alöeemu

21. el-Köe2bidu

22. el-Böe2situ

23. el-Höe2fidu

24. er-Raföee u

25. el-Mu izzu tab 26. el-Müzillü

27. es-Semöee u

28. el-Basöeeru

29.el-Hakemü

30. el-Adlu

31. el-Latöeefu

32. el-Haböeeru

33. el-Halöeemu

34. el-Azöeemu

35. el-Gaföfbru

36. eş-Şeköfbru

37. el-Aliyyu

38. el-Keböeeru

39. el-Haföeezu

40. el-Muköeetu

41. el-Hasöeebu

42. el-Celöeelü

43. el-Keröeemü

44.er-Raköeebu

45. el-Mucöeebu

46. el-Vöe2si u

47.el-Haköeemu

48.el-Vedöfbdu

49. el-Mecöeedü

50. el-Böe2 isu

51. eş-Şehöeedü

52. el-Hakku tab

53. el-Veköeelü

54. el-Kaviyyu

55. el-Metöeenü

56. el-Veliyyü

57. el-Hamöeedu

58. el- Muhsöee

59. el-Mübdiü

60. el-Müöeedü

61. el-Muhyöee

62. el-Mümöeetü

63. el-Hayyu

64. el-Kayyöfbmu

65. el-Vöe2cidu

66. el-Möe2cidu

67. el-Vöe2hidu

68. el-Ahadu

69. es-Samedu

70. el-Köe2diru

71. el-Muktediru

72. el-Mukaddimu

73. el-Muahhiru

74. el-Evvelü

75. el-öc2hiru

76. ez-Zöe2hiru

77. el-Böe2tınu tab 78. el-Vöe2löee

79. el-Müteöe2löee

80. el-Berru

81. et-Tevvöe2bu

82. el-Muntekimu

83. el-Afüvvu

84. er-Raöfbfu

85. a.Möe2lik-ül

Mülki

b.Zü l- Celöe2li

ve l-İkröe2mi

c.el- Muksitu

86. el-Cöe2mi u

87. el-Ganiyyu

88. el-Muğnöee

89. el-Mu töee

90. el-Möe2ni u

91. ed-Döe2rru

92. en-Nöe2fi u

93. en-Nöfbru

94. el-Höe2döee

95. el-Bedöee u

96. el-Böe2köee

97. el-Vöe2risu

98. er-Reşöeedu

99. es-Saböfbru

99. es-Saböfbru













1. Allah (Allahın [Celle Celöe2luhu] özel ismi):



Diğer bütün isimler, Allah (c.c.) isminin adeta sıfatı durumundadırlar. Allah (c.c.) lafzı, bütün güzel isimlerin anlamını kendisinde toplamıştır. Bir insan Allah (c.c.) demeye başladığında ayrıca Allahın (c.c.) bütün güzel isimlerini de zikrediyor sayılır. Bundan dolayı tarikatların hemen hepsi zikirde Allah (c.c.) kelimesini temel almışlardır. Bu nedenle zikirlerin en güzeli Allah ile yapılır.



Allah (c.c.) bizden Kendi sini her sıfat ve güzel ismi ile tanımamızı, lafza-i celöe2lini (yani Allah kelimesini) daima zikretmemizi istemektedir.



2. er-Rahmöe2n (acıyan, merhamet eden):



Allahın (c.c.) merhameti (Er-Rahmöe2n güzel ismi) bu dünyada bütün varlıkları kuşatmaktadır. Çünkü er-Rahmöe2n güzel ismi kafir, münafık ve Müslüman olan bütün insanları içerisine alan bir anlam genişliğine sahiptir. Ama bu güzel isim ahrette tecelli etmeyecektir.



3. er-Rahöeem (esirgeyen):



Allah (c.c.) ahirette müminleri koruyup kollayacaktır. Mahşer gününün sıkıntısı çok büyük olacaktır. O uzun günlerde müminler cennetle müjdelenmenin keyfini süreceklerdir. Bu güzel isim dünyada ve ahrette sadece müminlere tecelli etmektedir.



4. el-Melikü (gerçek hükümdar):



Nasıl bir hükümdarda devletin bütün erkleri (yasama, yürütme, yargı) toplanırsa Allah (c.c.) da gerçek bir hükümdar, hükümdarlar hükümdarı olarak bu güçleri mutlak ve sınırsız anlamda kendisinde bulundurmaktadır. Çünkü O her şeyin yaratıcısı ve gerçek sahibi olarak böyle bir hakka doğal olarak sahiptir. Fakat imtihan sırrı gereği bunun tecellisi dünyada biraz perdeli ve gizemli bir biçimde gerçekleşmektedir. Ahirette Allahın gerçek hükümdar oluşu apaçık tecelli edecektir.



5. el-Kuddöfbsü (eksiklik ve kusurdan uzak olan, her türlü kemal sıfata sahip olan):



Eksiklik ve kusur yoktan oluşur. İnsan topraktan yaratılmıştır. Toprak da Allahın (c.c.) emri ile yoktan meydana gelmiştir. Bu nedenle insan yaratılış itibari ile eksiklik ve kusurdan uzak değildir. Ama Allah (c.c.) her türlü eksiklik ve kusurdan uzaktır.



6. es-Selöe2mü (varlıklara esenlik ve afiyet veren):



Müslümanlar karşılaştıklarında Allahın (c.c.) bu güzel ismi ile birbirlerine dua ederler. Bilinçsiz de olsa bu güzel ismin yüzü suyu hürmetine her biri diğerine Allahın (c.c.) esenlik ve afiyet vermesi için güzel dileklerde bulunur. Başa gelecek kaza ve belalar böylelikle engellenebilir. İnsanlarla selamlaşmamız bizim için can ve mal güvenliğinde bir emniyet kuşağı rolü oynayabilir. Çünkü duanın başa gelecek kaza ve belayı önlemede rol oynadığı hadislerde geçmektedir. Ayrıca Peygamber Salallahu Aleyhi Vessellem, müminin mümine yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir.



7. el-Mü minü (Müslümanlara müminlik vasfını veren, onları gazabından emniyete çıkaran):



Bir kişi Kelime-i şahadet (Eşhedü en löe2 ilöe2he illallah ve eşhedü enne Muhammedün rasöfblullah) ile İslam dinine girer. Müslüman olur. Allahın (c.c.) emir ve yasaklarına gösterdiği itina ile müminlik vasfına yükselir. Ama içerisinde her zaman son nefeste iman sahibi olup olmamak konusunda bir kaygı yaşar. Bir türlü sonundan emin olamaz. Bu da aslında imanda aranan bir özelliktir. Bir Müslümanın mümin olup olmadığını en iyi Allah (c.c.) bilir. Bu yüzden olacak İmam Şafii Hazretleri (rah.a.) İnşaallah müminim. demiştir. Tabii bu son nefeste imanın insana nasip olup olmaması ile ilgili bir kaygının anlatımıdır. Yoksa insanın yaşarken imanında bir kuşkusunun olmaması gerekir.



8. el-Müheyminü (gözetleyen, yapılan amelleri tasdik eden, güvenilir, koruyan):



Allah (c.c.) insanların bütün hallerini gözetlemektedir. Kalplerine vakıf olduğu gibi bütün sözlerine, hal ve hareketlerine de tam anlamıyla hakimdir. Allah (c.c.) kulun ne yapacağını ezeli ilmiyle bilmesine ve bunları Levh-i Mahfuz a yazmasına karşın yine de amellerini şahit tuttuğu meleklerle kayıt altına aldırır. Levh-i Mahfuz a yazdığı şeylerle meleklerin yazdığı amel defterleri arasında kıl kadar bir farklılık bulunmaz. Böylelikle amelleri meleklerin tanıklığı ile ahirette kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçeklik ve doğrulukla ortaya serer.



Allah (c.c.) Kendi sine, dinine sığınanları hem dünyada hem ahirette iyi amellerini de zayi etmeden korur. Ayrıca Allah bu güzel ismi ile velilerini de korumakta ve kollamaktadır.



9. el-Azöeezü (şeref yüceliği, galip gelme):



Allah (c.c.) her türlü yüceliğe en layık olandır, her şeye galip gelendir.



El-Azöeez güzel ismi Kuran-ı Kerim de tek başına değil de Allahın (c.c.) diğer güzel isimleri ile birlikte kullanılmıştır. En çok el-Haköeem güzel ismi ile birlikte kullanılması dikkati çekmektedir. Bununla dünyanın bir imtihan yurdu, insanların birbirlerine karşı üstünlüklerinin de geçici bir durum olduğu düşündürülmek istenmektedir. Allah (c.c.) dilediği kuluna bu dünyada şeref verir, ahirette vermez. Bazı kullarına dünyada da ahirette de şeref verir. Bazı kulları sadece ahirette şerefe nail olurlar. Asıl önemlisi de insanın ahirette, ebedi mülk ve hayatta şeref sahibi olmasıdır. Çünkü gerçek ve ebedi şeref oradadır.






10. el-Cebböe2ru (dilediği şeyi yapan, yaptıran, dilediği şeye zorlayan):



Her iradenin üstünde Allahın (c.c.) iradesi vardır. O nun dediği olur. Allah (c.c.) izin vermeseydi insanlar bir an bile olsa isyan edemezlerdi. Allah (c.c.) kimi kuluna (ya ana baba duası ya duası Allah [c.c.] indinde makbul olan insanlarla ya da kalbindeki güzel duyguları ve niyetleriyle) et-Tevvöe2b güzel ismiyle isyanından dönüş (tövbe etme) nimeti nasip eyler, el-Höe2döee güzel ismiyle İslam dininin yoluna koyar, kimisini de (hiçbir biçimde tövbenin ve hidayetin nasip olmayacağını bildiğinden) el-Cebbar güzel ismiyle dünyada isyanıyla başbaşa bırakıp ahirette büyük bir zarara ve azaba zorlar.



11. el-Mütekebbiru (büyüklük ve üstünlük gösteren ):



Allah (c.c.) yaratıcı olarak bazı haklara sahiptir. Bunlar O nun yaratılmışlarla paylaşmak istemediği tabii haklarıdır. Son iki güzel isim bunlardandır. Yani el-Cebböe2r, el-Metekebbir sadece Allah a (c.c.) özgüdürler, kullar bu güzel isimlerin sıfatlarına sahip olduklarında kendilerine zulmetmiş olurlar. O zaman ancak birer zorba ve kendini beğenen birisi durumuna düşerler. Nitekim Kuran-ı Kerim de bu kelimeler insanlar için söz konusu ettiğimiz olumsuz anlamıyla da kullanılmaktadırlar. Oysa bu güzel isimler el-Azöeez olan yüce Allahın (c.c.) şeref yüceliğine ve mutlak galip gelmesine açıklık getirmektedirler. Allah (c.c.) mutlak adaleti, pek çok hikmeti, sınırsız merhameti ile hiçbir varlığa zulmetmeden onları istediği şekilde zorlayan ve onlara büyüklüğünü gösterendir. O nun el-Cebböe2r, el-Mütekebbir oluşu el-Azöeez güzel ismine uygun düşmektedir.



12. el- Höe2lıku (yoktan yaratan):



Allah (c.c.) bütün evreni, içerisindeki tüm canlı ve cansız varlıkları yoktan yaratmıştır. Duyu organları yolu ile algılanabilen ve algılanamayan bütün varlıklar O nun Ol! hitabıyla yoktan yaratılmışlardır. O bu yaratmada hiçbir yorgunluk duymamıştır. Kendi sinden de hiç bir şey eksilmemiştir. İnsanın yaratıcı olarak Allahın (c.c.) varlığını kabul edip de O nun ahirette ilgili mekanları, mahşer meydanını, cennet ve cehennemi yaratamayacağına inanması çok sığ bir düşüncedir. Bu düşünce, bir sanatçının bir tablosuna bakıp hayranlık duyduktan sonra onun bir daha başka güzel bir tablo çizemeyeceğine hükmetmek kadar gerçeğe aykırıdır. Elbette sanatçı tablo yapmak gibi bir beceriye sahipse buna olanak bulduğunda sanatını yapmaya devam edecektir.



13. el-Böe2ri u(varlık türlerini uygun ve ölçülü yaratan):



İnsan, organlarına şöyle bir baktığında Allahın (c.c.) onları belli bir ölçüde ve uygunlukta yarattığını görür. Organlardaki bu ölçü ve uyum, Allahın (c.c.) varlığına ve birliğine bir işarettir. İnsanın ellerine, gözlerine, kulaklarına, diline, yüzüne bakıp da tüm bunların tesadüfen yaratıldığına inanması olanaksızdır. Bunu hiçbir vicdan kabul edemez. Tüm bu organların biçimi, ölçüsü, bunları tasarlayıp yaratan bir Allahı (c.c.) gerekli kılmaktadır. Aynı biçim ve ölçü tüm diğer canlı varlıklarda olduğu gibi evrende yıldız ve gezegenler arasında da vardır. Dünyamızın büyüklüğü, güneşe uzaklığı, eğimi bizim yaşamımıza uygun olmak üzere çok ince hesaplarla belirlenmiştir.



14. el-Musavviru (varlık türünün her bir bireyini belli özellik, nitelik ve nicelikte yaratan, onlara betimleyebileceğimiz biçimleri veren):



Allah (c.c.) el-Böe2ri güzel ismi ile her varlık türünü uygun ve ölçülü bir biçimde yaratırken el-Musavvir güzel ismi ile de her bir türün bireylerini birbirinden ayrılan özellik ve niteliklerle farklı kılmıştır. Bu yüzden tıpkı aynısı olan bir ağaç yaprağına dünyada rastlanılamaz. Tabii bunun en güzel tecellisi insan yüzlerinde kendisini göstermiştir. İkizler de dahil olmak üzere dünyada her bir insanın yüzünde ayırıcı özellikler, nitelikler bulunur. Hatta dünya tarihi boyunca ölmüş olanlar için de aynı durum söz konusudur. Allah (c.c.) her insanı farklı bir biçimde tasarlayarak yaratmıştır. Bu da büyük bir nimettir. Zira insanlar birbirinin aynısı olarak yaratılmış olsaydı hukuk meydana gelemezdi. Herkes birbiriyle karıştırılırdı. Bir hırsız için kesin delil asla bulunamazdı, evli eşler birbirlerini başkalarından ayıramazlardı.



15. el- Gafföe2ru (günahları çok bağışlayıcı olan):



Allah (c.c.) kendisine yönelen ve tövbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Şeytan, insanları genellikle Allahın (c.c.) çok bağışlayıcı sıfatıyla kandırır. Allah (c.c.) nasıl olsa günahları bağışlar, diyerek insanlara günahı sevimli gösterir: Ey insanlar, Allahın vadi gerçektir. Öyle ise sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok hilekar şeytan da Allahın merhamet ve affını ileri sürerek sizi kandırmasın! (Föe2tır suresi, ayet 5)



16. el-Kahhöe2ru (öfkesi ve cezası şiddetli olan; her varlığa hakim olan ve üstün gelen):



Allahın (c.c.) dini peygamberimizin (s.a.s) hayatıyla, sözleriyle, yani sünnetiyle ve Kuran-ı Kerim le ortadadır. Buna inanmayıp karşı gelenleri Allah (c.c.) el-Kahhöe2r güzel ismiyle kabir hayatında ve ahirette cehennem ateşiyle yakılmak suretiyle cezalandıracaktır. Müslümanlar tövbe edemedikleri günahları için önce azap görüp sonra kurtulacaklardır.



17. el-Vehhöe2bu (her şeyi karşılıksız bağışlayan, veren):



Bir insanın diğer bir insana yaptığı iyiliğin, iyiliklerin mutlaka bir karşılığı vardır. İnsan çıkarsız hareket etmez. Tabii Allah (c.c.) rızası için yapılan iyilikler bundan müstesnadır. Oysa Allah (c.c.) kullarına karşılıksız verir. O nun asıl büyük lütfu ahirette müminler için cennette tecelli edecektir. Orada insanın hayal bile edemeyeceği nice nimetler müminleri beklemektedir. Uykunun, ölümün, çirkinliklerin ve kusurların olmadığı o ebedi hayatta Allah (c.c.) müminlere öyle büyük nimetlerle ihsanda bulunacak ki bunları burada saymanın bile imkanı yoktur.



18. er-Rezzöe2ku (rızık veren):



Her canlı varlığın rızkı Allah a (c.c.) aittir. Doğada rızık taksiminde tuhaf bir yasayla karşılaşırız: Çok hırslı ve güçlü varlıklar rızıklarını zorlukla; tevekküllü ve zayıf varlıklar kolaylıkla elde etmektedirler. Örneğin ağaçlar bulundukları yerden ayrılmadan ve hiç zahmet çekmeden ilahi bir kudretle beslenmektedirler. Oysa bir arslanın beslenmesi için çok emek harcaması ve çeşitli tehlikeleri göze alması gerekmektedir. Yine bir bebek doğar doğmaz annesinin memesinden kolaylıkla ve zahmet çekmeden beslenirken yetişkin bir insanın çalışma ve emek yolu ile doğal ihtiyaçlarını karşılaması söz konusudur. Bu durum rızkın ezelde belirlendiğine, insanın hırs ve çalışması ile artmayacağına delildir.



19. el-Fettöe2hu (kapalı şeyleri açan; sıkıntıları ortadan kaldıran ve sorunları çözen; hakla batılın arasını açan):



El-Fettöe2h güzel ismin kökü olan feth, açmak anlamına gelir. Bu maddi ve manevi olabilir. İnsanın yaşamında sınıfını geçmesi, bir sınavı kazanması; kalfanın usta olması, bir iş yeri açması, ev satın alması birer maddi fetih olduğu gibi namaza başlaması, namazdan zevk alması, namazla ilgili bazı sırları yaşaması da birer manevi fetih olarak zikredilebilir. Bu açıdan her ne kadar bu fetihler kulun çalışması ve gayreti ile elde ediliyorsa da bunların her biri Allahın (c.c.) izniyle ve el-Fettöe2h güzel isminin tecelli etmesiyle meydana gelmektedir. Bunun için bir insan, tıpkı rızık hususunda nasıl çalışma ve gayret ile fiili duada bulunuyorsa ve bunun sonucu olarak er-Rezzöe2k olan Allahın (c.c.) nimetlerine eriyorsa hayatındaki sıkıntıları ortadan kaldırmak, sorunları çözmek, bazı nimetlere ermek için gösterdiği ve birer fiili dua hükmünde olan çalışma ve gayretlerle de Allahın (c.c.) el-Fettöe2h güzel isminin tecellisine vesile olabilir.



Tabii feth deyince aklımıza hemen büyük bir ibadet olan cihat gelir.



20. el-Alöeemu (her şeyi bilen):



Allah (c.c.) bu güzel ismi ile insanda onu diğer varlıkların en şereflisi kılacak bir biçimde tecelli etmiştir. İnsanı bilgi sahibi olacak donanımlarla yaratmıştır. İnsan akıl ve duyu organları yolu ile bilgiye ulaşmaktadır. Bilgilerini sınıflandırmakta, karşılaştırmakta, bu yolla yeni bilgilere de sahip olmaktadır.



Allahın (c.c.) bilmesi için ne duyu organlarına ne de akla ihtiyacı yoktur.



Allah (c.c.) her şeyi aynı anda bilir. O nun bilmesine bir sınır çizilemez. O mutlak bilir. Hiçbir şey O nun ilminin dışında değildir.



21. el-Köe2bidu (sıkan, daraltan):

22. el-Böe2situ (genişlik ve ferahlık veren):



Dünya sınavı gereği Allah (c.c.) bazı kullarını maddi ve manevi çeşitli sıkıntılara uğratır. O ndan gelen her bela ve musibet aslında büyük bir ikramdır. Güzel sabır gösterirsek günahlarımıza kefarettir. Güzel sabır (sabr-ı cemil), ilgili sıkıntıdan dolayı kimseye dert yanmamakla, sıkıntıyı Allah tan (c.c.) bilip haline şükretmekle gerçekleşir.



Her sıkıntıdan sonra bir kolaylığın olduğu bir doğa yasasıdır, yani bir sünnetullahtır. Tıpkı her yokuştan sonra bir inişin olması gibi. Bu durum her işte de böyledir. İnsan bir işte önce büyük sıkıntı yaşar, bunalır, türlü sorunlarla boğuşur, bir gün gelir işin tadını almaya, meyvesini yemeye başlar. Zor iş artık kolaylaşır. Sıradan bir iş haline gelir. Yüce Allah (c.c.) belki de insanların bu ilahi kuralı anlamakta şaşkınlık yaşayacağını bildiği için tekit maksadıyla şu ayetlerle iki kere yinelemiştir: Demek ki, güçlükle beraber kolaylık vardır. Evet, güçlükle beraber kolaylık vardır (İnşiröe2h suresi, ayet 5, 6).



23. el-Höe2fidu (aşağı indiren, dereceleri düşüren):

24. er-Rafi u (yukarı yükselten, dereceleri artıran):



Her insanın nasıl toplumda bir konumu ve rolü varsa Allah (c.c.) katında da bir derecesi vardır.



İnsanlar toplumdaki konumlarını işlerindeki başkalarına olan yarar ve zararlarıyla, insanlarla olan ilişkilerindeki iyi ve kötü halleriyle elde ederler. Bunların da Allah (c.c.) katında derecelerin belirlenmesinde önemli bir yeri vardır. Ama asıl insanın Allahın (c.c.) emir ve yasakları karşısındaki tavrı onun Allah (c.c.) katındaki derecesini belirler. O nun emir ve yasaklarına uyan kulluk makamına erer, Allah (c.c.) öylelerini ahirette cennetle ve yüksek derecelerle ödüllendirir. Allahın (c.c.) emir ve yasaklarının gereğini yerine getirmeyen ve onlara karşı gelen ahirette cehennem ateşiyle cezalandırılır.



25. el-Mu izzu (şeref, haysiyet ve namus yüceliği veren):

26. el-Müzillü (kulun yaptığı günahlar sonucu toplumdaki şeref, haysiyet ve namus gibi değerlerini lekelemesine izin veren, elinden alan):



Şeref, haysiyet ve namus gibi manevi kavramlar para ile satın alınamazlar. Bunlar Allahın (c.c.) Müslümanlara dünyada verdiği manevi armağanlardır. Bir Müslümanın manevi kişiliği bu kavramlardan oluştuğu için o muhteremdir. Her türlü saygıya değerdir. Hiçbir biçimde incitilmemelidir.



27. es-Semöee u (her şeyi işiten):

28. el-Basöeeru (her şeyi gören):



Allahın (c.c.) işitmesi ve görmesi yaratılmış varlıkların işitmesi ve görmesi gibi değildir. İnsanlar ancak dikkatlerini yönelttikleri varlıkların seslerini işitebilirler, kendilerini görebilirler. Ama böyle anlarda bile bazen algı yanılmaları ve yetersizlikleri yaşayabilirler. Allah (c.c.) yarattığı her şeyi her an sınırsız bir dikkatle görür ve işitir. Bunda da bir zayıflık ve kusur olmaz. İnsanların işitmeleri ve görmeleri için kulak ve göz duyu organlarına ihtiyaçları vardır. Allahın (c.c.) işitmesi ve görmesi için herhangi bir organa gereksinimi yoktur. İnsan belli bir frekans arasındaki sesleri işitir. Görmesi için de nesnenin gözler önünde bulunması ve havada belli bir derecede ışığın olması gerekir. Allah (c.c.) her frekanstaki sesi işitir ve zifiri karanlıktaki görüntüyü bile görür. Dolayısıyla insanda işitme ve görme yetisi sınırlı ve belirli bir ölçüde iken Allah ta (c.c.) bu özellikler sınırsız olgunlukta ve tüm yaratıkları her yönüyle kuşatacak boyuttadır.



29. el-Hakemü (Allah [c.c.] Kuran-ı Kerim le hükmeder):



Kuran-ı Kerim Allah (c.c.) tarafından insanların dünyada ve ahirette saadete ermeleri için indirilmiştir. Allah (c.c.) ve peygamber (s.a.s) bir konuda hüküm vermişse Müslümanların buna itaat etme dışında başka bir seçenekleri yoktur. Bu durumu Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim de açık olarak şöyle işlemiştir: Allah ve resöfblü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra hiçbir erkek yada kadın müminin o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah a ve resöfblüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüştür (Ahzöe2b suresi, ayet 36).



30. el-Adlu (eksiksiz, mutlak adalet sahibi):



Allah (c.c.) kaza ve kaderinde eksiksiz, mutlak adalet sahibidir. Dünyada görünüşte pek çok adaletsizlikler göze çarpar. Örneğin bir insanın İslam diyarında doğması ile küfür diyarında dünyaya gelmesi İslam dinine girmede ve onunla şereflenmede bir adaletsiz durum olarak göze çarpar. Yine bir insanın doğuştan kör yada başka bir organının engelli olması da böyle değerlendirilebilir. İnsanın kadın yada erkek cinsiyetine sahip olarak doğması, zengin yada yoksul bir ailede dünyaya gelmesi, zeki yada geri zekalı olması, güzel yada çirkin yaratılması elinde olmadan, kaza ve kaderle gerçekleşen şeylerdir. Tüm bunlar ve benzerleri görünüşte Allahı (c.c.) adaletsizlikle suçlayabileceğimiz konulardır.



31. el-Latöeefu (lütfu bol olan; ince, derin anlamları bilen; latif varlıklara hükmeden):



Bu ismin gerçek anlamını kavrayabilmek için insanın şükreden bir kul makamına ulaşması gerekir. Şükür, Allah a (c.c.) sonsuz bir minnettarlık duygusu duyarak elindeki nimetleri başkaları ile paylaşmakla gerçekleşir. Allah kullarına büyük lütuf sahibidir (Latöeef dir). Dilediğini rızıklandırır (Şöfbröe2 suresi, ayet 19). Allah (c.c.) her kuluna sınırsız nimetlerle lütfetmektedir: Öyle ki Allahın (c.c.) üzerimizdeki nimetlerini saymaya kalksak bunda aciz kalırız. Bu nimetlere karşı Allahın (c.c.) bizden istediği kulluk görevleri de aslında en büyük lütuflarıdır. Öyle ki bunlar, dünya nimetleriyle kıyaslanmayacak bir değere sahiptirler. Allah a (c.c.) bütün bu lütuflarına karşı içten bir şükür de büyük bir nimettir. İnsan asıl bu şükür nimetinin karşılığını nasıl Şyeceği konusunda büyük bir şaşkınlık yaşar.



Allahın (c.c.) el-Latöeef güzel ismi bir başka anlam daha taşır: Gözler O nu göremez. O bütün gözleri görür. O Latöeef dir, Haböeer dir (En am suresi, ayet 103). Allah (c.c.) her şeyin künhünü bilir; en katı maddelerin, yeryüzünün bilinmeyen derinliklerin iç yüzüne vakıftır. Hiçbir şey O na kapalı değildir. Her şey latif (şeffaf) bir cisim gibi O nun öf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder