BURS

BURS

NAKŞİBENDİ TARİKATI

 

NAKŞİBENDİ TARİKATI

 NAKŞİBENDİLİK NEDİR?


    Nakşibendi terbiye okulu, hicri 791, miladı 1389 tarihinde vefat eden hace muhammet bahauddin nakşibend hz. lerinin temel usullerini belirlediği bir manevi sistemidir. onun adına nisbet edilirek nakşibendilik diye anılmaktadır.

    Bu terbiye kolu ve usulü şahı nakşibent hz.leri ile başlamış değildirç kendisi bu yolun usul, adap ve feyzini önceki büyüklerden almıstır. bu terbiye yolunun usul ve adabı , silsile yoluyla hz. ebu bekir efendimize ve ondan peygamber efendimize ulaşmaktedır. terbiyenin başında ve merkezinde alemlere rahmet olan peygamber efendimiz bulunmaktadır. bu terbiye yolunun temel özelliği gizli zikir ve ilahi muhabbettir. bu zikir ve terbiye yolu tarih içinde gelen mürşitlerin ismiyle farklı adlarla anılmıştır.

     Hz. ebu bekir sıddıktan sonra bu yola sıddıkiyye ismi verildi. hz. beyazıdı bistamiye kadar bu isimle anıldı. ondan sonra tayfuriyye ismi verildi. tayfir, beyazıdi bistamiyenin bir siğer adıdır. hace abdulhalik gücdevani hz.lerine kadar bu isimle anıldı.ondan sonra , haceganiyye ismi verildi. bu yol bu isimle islam alemine yayıldı, meşhur oldu. diğer kollardaki isimler zamanla unutuldu. bu yol mevlana halid bağdadiden sonra nalşibendi halidiyye ismiylede anılıp yayıldı. bugün anadolumuzda yaygın olan kol halidiyye koludur. bu yol günümüzde şahı nakşibend hz. lerine nisbet edilen meşhur ismiyle nakşibendilik şeklinde anılmaktadır.

    Nakşibend, nakş ile bend kelimelerinden oluşmuş bir tepkidir. bir isim değil sıfattır ancak isim gibi meşhur olmuştur.

    Nakş, bir şeyi bir yere nakşetmek, nakış gibi işlemek, hiç çıkmayacak hale getirmek, mühür gibi kazımaktır. 



    Bend, farsça bir isim olup, dilimizde hem isim, hem sıfat olarak kullanılmaktadır. isim olarak, bağ, kelepçe, baraj,bent, kemer gibi manalara gelmektedir. sıfat olarak,sıkıca bağlı, iyice bağlayan , kuvvetlice bağlanmış manalara gelir.

     Kalbe allah zikrini hiç çıkmayacak şekilde nakış gibi işledikleri ve ondan hiç kopmadıkları için, gizli zikir sahiplerine nakşibendi denmiştir.



    Tarikat yol ve usul manasındadır. tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir.insanı terbiye için kurulmuştur. tarikatlar terbiye için tercih rttikleri usullere ve zikirlere göre farklı adlarla anılmıştır. tasavvufun kaynağı, doğunun felsefi, batının batıl dinleri değil, kuran ve sünnettir. 

    Bütün manev, terbiye yollarına kısaca tasavvuf denir.  nakşibendi terbiyesi, gizli zikir usulü üzerine kurulmuştur. bu usulü benimseyen büyük veliler tarafından geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir. bu usul ve adaplar bizzat kuran ayetlerinden, rahmet peyganberi peygamber efendimizin sünnetinden onun şerefli ashabının hallerinden alınmıştır.her şeyi ile kuran ve sünnete bağlıdır. bu yolun usul ve adapları , kuran ve sünnette ya açıkça belirtilmiş, yada işaret , delalet ve sükut yoluyla kabul edilmiştir. yani, islamın ruhuna uymayan hiçbirşey yoktur.
    Fakihler nasıl fıkıh alananda içtihat yapma yetkisine sahiplerse kamil mürşitlerde ,ahlak ve terbiye alanında içtihat etme, yeni usuller belirleme yetkisine sahiptirler.

    Bu terbiye sistemi yeni bir din değildir; dinin ahlak derslerine talim ve tadbik eden bir okuldur. hadefi, insanı güzel ahlaka ve allah rızasına ulaştırmaktır. metodu , muhabbetle kalpleri yüce allaha bağlanmaktır . temel usulü gizli, zikir, toplu zikir, muhabbet, sohbet, rabıta, teveccüh,tasarruf,hizmet ve edeple nefsin çirkin sıfatlarını ıslah etmektir. dinimizin bize öğrettiği amel ve edepler iki kısımda özetlenebilir:_______________________________________________________________________________

Bu terbiye sistemi yeni bir din değildir; dinin ahlak derslerini talim ve tatbik eden bir okuldur. Hedefi, insanı güzel ahlaka ve Allah rızasına ulaştırmaktır. Metodu, muhabbetle kalpleri Yüce Allaha bağlamaktır Temel usulü gizli, zikir, toplu zikir, muhabbet, sohbet, rabıta, teveccüh, tasarruf, hizmet ve edeple nefsin çirkin sıfatlarını ıslah etmektir.Dinimizin bize öğrettiği amel ve edepler iki kısımda özetlenebilir:


1) Zahiri Hâller: Vücudumuzun dış azaları ile yaptığı bütün ibadetleri içine alır. Yeme içme, temizlik, alış-veriş, aile hukuku gibi vazifeler de bu kısma girer. Bu vazife ve edepler fıkıh kitaplarında anlatılmaktadır. Hangi vazifeyi yapıyorsak, onunla ilgili ilahi emri ve edebi öğrenmemiz gerekir.


2) Batıni Hâller: Kalbin gafletten uyanması ve zikirle ihya edilmesi, nefsin manevi hastalıklardan arındırılması, ruhun ilahi huzura yükselmesi, böylece insanın ilahi nur, ilim, aşk, edep ve güzel ahlaka ulaşmasıdır. Zahiren ve batınen terbiye olan insanın elde edeceği en büyük inmet güzel kulluktur. Bu hale kısaca ihsan mertebesi denir. İhsanı yukarıda tarif ettik. Bu yol herkese açıktır. Bütün insanlar bu edeplere ve nimetlere davet edilmiştir.


Zâhirî ve bâtınî edepleri koruyan kimse ihsan mertebesini elde eder. Bu mertebeyi elde eden kimse Yüce Allah tarafından sevilir, O'nun huzurunda kabul görür. Kalbi ilahi sevgi, huşu, haya ve haşyet ile dolar.


Bu bölüm Semerkand Yayınları - Arifler Yolunun Edepleri - S. Muhammed Saki Haşimî - Sayfa : 24- 27 den alınmıştır.

Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibend (K.S)

Hicri 718 yılında, Muharrem ayında dünyaya geldiler.

Asıl adı : Seyyid Muhammed Bahauddin.

Kendileri Seyyid'dir. On dördüncü babada Hz. Ali'ye (r.a) yetişir.

Doğup vefat ettikleri yer Kasr-ı Arifan denilen köy.

Evrad, Tuhfe ve Hediyye kitapları çok kıymetlidir.

Seyyid Emir Külal'e bağlanan bu tarikat zincirinden başka Şah-ı Nakşibend hazretlerinin, hacelerin hacesi, Hace Abdulhalik Gücdevani hazretlerinin yüksek ruhaniyetlerinden ettiği istifade sebebiyle de üveysidir, Nitekim kendileri şöyle anlatır:

"Cezbe hali bende kuvvetli olup, kararım kaldığı günlerde Buhara' da dolaşır, bazı büyük velilerin kabri şeriflerini ziyaret ederdim. Bir gece hangi kabre gittiysem ayak uçlarında birer kandil yanar gördüm.

Fakat yağı ve fitili olduğu halde, isteksiz, sönük yanıyorlardı. Eğer fitillerin uçlan dokunma ile düzeltilirse, gayet güzel ışık verecekti.

Ben ise kandilleri o halde bırakarak (Hace Mezd ahun) hazretlerinin kabrine gittim. Yüzümü kıbleye dönerek oturdum. 0 an bende bir kendimden geçme hali hasıl oldu. 0 hal esnasında öyle müşahede ettim ki, kıble tarafından yeşil örtü ile süslenmiş, gayet güzel bir kürsü göründü.

0 kürsünün etrafını büyük bir kalabalık sarmışlardı. İçlerinden ancak, Hace Muhammed Baba Semmasi Hazretlerini tanıdım. Anladım ötekiler daha önce dünyadan göçmüş haceler, bu yolun büyükleriydiler.

Sonra içlerinden birisi bana: "Bu kürsünün üzerinde Abdulhalık Gücdevani hazretleri ay gibi parlamaktadır. Etraftaki cemaat ise kendi halifeleridir, deyip birine işaret ederek, bu hace Ahmed-i Sıddık, bu hace Evliya-i Kebir, bu hace Arifi Rivegeri, bu hace Mahmud Enciriyil Fağnevi, bu hace Ali Ramitenı'dir. Hace Muhammed Baba Semmasi hazretlerini zaten tanırsın buyurdu.

Sonra Abdülhalık Gucdevani hazretleri bana teveccüh ederek, hakkımda pek büyük inayet buyurarak bir hırka ihsan eyledi ve:

"Bu hırkanın kerameti vardır. Bunu giyen kimseye, inecek olan belalar, bunun bereketiyle, o kimseden kalkar" buyurdular. Bundan sonra, bu büyükler yolunda ilerlerken, başlangıçta, ortada ve sonda kullanılmakta olan kelimeleri bana anlattılar, sözlerinden biri şudur ki: "Bahaüddin! Sönük olarak yandığını görmüş olduğun kandiller senin kabiliyet ve istidadının bu yolda olduğuna işarettir. Ama istidat fitilini hareket ettirmek lazımdır.

Böylece istidadın parlar, Hakkın sırlan onda zahir olur."

Diğer bir sözleri de Bahaüddin. Sana lazım ki, ayağını her halde şeriat caddesi üzere bulundurasın. Emir ve yasakta istikamet üzere olasın. Daima azimetle amel edesin. Yani haramlardan ve şüphelilerden sakındığın gibi, mubahların da fazlasından sakınasın.

Sünnetlere uyup, elden geldiği kadar, bütün sünnetleri işleyesin. Ruhsatları, cevazları terk edip, bidatlerden çok sakınasın" nasihatlerinden ibaret idi.

Şah-ı Nakşibend hazretleri, ilk zamanlarındaki hallerinden bahsederek buyurmuştur ki: "Biz üç kimse idik. Hak yolunda ilerlemeye koyulduk. Ama benim himmetim, bütün masivadan yani Allah' dan başka her şeyden geçip, Hak Teala hazretlerine kavuşmak idi. Bunun için Allahü Tealanın yardımı erişerek, beni bütün masivadan kurtardı ve maksadıma kavuşturdu.

Mürşidi Seyyid Emir Külal de, gizli ve açık zikri birleştirmişti. Açık zikir başladığında, Şah-ı Nakşibend, zikir halkasından çıkarlar. Bu hal öbür müritlere ağır gelirdi. Şah-ı Nakşibend, bu kızmalara hiç aldırmaz ama, mürşidinin hizmetinden bir an bile geri durmazdı.

Seyyid Emir Külal ölüm döşeğinde. Şah-ı Nakşibend'e bağlanmalarını isteyince, müritler: "Fakat o açık zikirde bize tabi olmamış" dediler. Emir Külal hazretleri cevap verdi: "Onda gördüğünüz her şey, Allah (c.c)' ın izniyledir. Onun iradesinin dışındadır.

Ve Şah... Bu tarikatın ser tacı...

Buyurdular: "Biz; sevgiliye eriştirmeye vasıtayız, yola düşenlere gerektir ki; sonunda bizden kesilip, sevgiliye ulaşsınlar."
Buyurdular: "Bizim tarikatımız sohbettir. Halvette şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır cemaattedir".

Şah-ı Nakşibend (K.S) buyurdu:

"-Cezbeye kapıldığım ilk zamanlardaydı. Bana bu yola nasıl giriyorsun? dendi. Benim dediğim ve dilediğim olmak şartıyla dedim. Bizim dediğimiz ve dilediğimiz olur hitabı geldi. Buna dayanamam. Benim dediğim olursa, bu yola adım atarım, yoksa bu yola giremem dedim.

Bu iki kere tekrar etti. Sonra beni bıraktılar. On beş gün durgun halde kaldım. Büyük bir ümitsizliğe kapılırken, bana "Senin dilediğin olur" buyruldu. Bunun Üzerine: "Öyle bir yol istiyorum ki, ona girenlerin hepsi, Allahü Tealaya kavuşmakla şereflensin" dedim.

' Yakub-ı Çerhi (K.S) anlatır: "Buhara' nın alimlerinden yetişip, fetva vermeğe icazet aldıktan sonra, memleketime dönmeyi düşündüm. Hazreti Haceye uğrayıp, beni hatırınızdan çıkarmayın dedim ve çok yalvardım. Gideceğin zaman mı yanımıza geldin buyurdu.

Hizmetinize müştakım dedim. Hangi bakımdan? buyurdu. Siz büyüklerdensiniz ve herkesin makbulüsünüz, dedim. Bu kabul şeytani olabilir, daha sağlam delilin var mı buyurdu. Sahih hadiste:

"Allahü Teala bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalbine düşürür" geldi dedim. Tebessüm edip: "Biz azizanız" buyurdu.

Bunu duyunca birden halim değişti. Bir ay önce rüyada birisi bana: "Git, Azizanın müridi ol" demişti. Onu unutmuştum. Onlardan duyunca bu rüyayı hatırladım.

Alaüddin Attar (K.S) anlatır: "Şah-ı Nakşibend hazretleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, kararım kalmadı. Sohbetlerinden ayrılamıyacak hale geldim. Bu halde iken bir gün bana dönüp: "Sen mi beni sevdin ben mi seni sevdim?" buyurdu.-

"îkram sahibi zatınız, aciz hizmetçisine iltifat etmelisiniz, hizmetçiniz de sizi sevmelidir" diye cevap verdim. Bunun üzerine:

"Bir müddet bekle işi anlarsın" buyurdu. Bir müddet sonra kalbimde kendilerine karşı muhabbetten eser kalmadı. 0 zaman:

"Gördün mü, sevgi benden midir, senden midir?" buyurdu.

H.791 yılmda vefat ettiler.

Mübarek; uzun boylu, buğday benizli, gür sakallı, güler yüzlü idi.


 NAKŞİBENDİLİK TARIKATININ TARIHCESI


Nakşibendilik tarikatı,

1318-1389 yılları arasında Türkistan'da yaşayan Muhammed Bahaüddin tarafından kuruldu. Nakşibend, Farsça 'nakış yapan' anlamına geliyor. Tarikatın bu adı, 'Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için' aldığı ve böylelikle kurucusunun isminin sonuna da Nakşibend kelimesinin eklendiği biliniyor. Muhammed Bahaüddin'in kendisinden çok önce vefat eden Abdülhalik Gücdivani tarafından yetiştirildiği kabul ediliyor. Şeyh Nakşibend, Buhara yakınlarında Kasr-ı Arifan adı verilen köyde doğdu ve aynı köyde vefat etti. Nesef ve Merv şehirlerinde de yaşayan ve iki kez hacca giden Nakşibend'in çok mütevazi bir hayat sürdürdüğü biliniyor. Haramdan sakınan, kendisine hediye getirenlere hediyelerle karşılık veren, ancak bu konularda peygamber gibi davranmanın küstahlık olduğunu söyleyen Bahaüddin Nakşibend,misaf ire çok saygı göstermesiyle de tanınıyor. Hatta misafire uymak gerekirse orucu bozmanın bile caiz olduğu şeklindeki açıklamaları, bazı kaynaklarda yer alıyor.
YAYMAYA DEVAM ETTİ Nakşibend'in ölümünden sonra tarikatı Halifeleri Alaüddin Attar, Muhammed Parsa ve Yakup-i Çarhi yaydı. Özellikle Muhammed Parsa'nın bu konuda çok büyük hizmetinin olduğu biliniyor. Nakşibendiliğin esaslarına öncelikle Gazneliler döneminde rastlanıyor. Başlangıçta sadece belli esasları olan bu tarikat, gerçek kimliğine Hoca Yusuf el-Hamadani'den sonra kavuştu. Tarikat, ehli sünnet akidelerine sıkı sıkıya bağlı olduğu için Sünni padişahların ilgisini kazandı. Yusuf el- Hamadani'nin halifelerinden Ahmet Yesevi tarikatın Maveraünnehir'd e, Abdülhalik el- Gücdivani de Harizm ve Horasan'da yayılmasına yardım etti. YESEVİ TÜRKİSTAN'DA Horasan tasavvufunun önemli temsilcilerinde nolan Yusuf Hamadân1140 yılında vefat ettiğinde, arkasında iki mürid bıraktı: Bunlardan biri Hoca Ahmed Yesevi, diğeri ise Abdülhalik Gücdivani... Bu iki müridi birbirinden ayıran en önemli özellik ise zikirdeki farklılıkları. Yüksek sesli zikir yapan Hoca Ahmed YesevTürkistan' da hizmet vermeye devam ederken, Hanefi mezhebinde sesli zikirin mekruh sayılmasından dolayı sessiz zikiri uygun gören Abdülhalik Gücdivani ise Özbekistan sınırları içerisinde ekolünü yaydı. İKİ KOLA AYRILDI Hoca Ahmet Yesevi'nin takipçileri tarikata "Yesevilik" derken, Abdülhalik Gücdivani'nin tarikatına ise "Hacegan" ismi verildi. Yesevilik özellikle Türkler arasında yaygınlaşırken, Hacegan ve onun devamı Nakşibendilik ise hem Türkler hem de Tacikler arasında yayıldı. Horasan'ın melâmet anlayışı ile Buhara'nın Sünni anlayışını birleştirenbir tasavvuf ekolü olarak kurulan Hacegan tarikatı, 14'üncü yüzyılda Bahâeddin Nakşibend'in tarikatın unutulmaya yüz tutan prensiplerini tekrar ortaya koymasından dolayı Nakşibendiyye adını aldı. BALKANLAR'A DA GİRDİ Nakşibendilik, Semerkand'da yaşayan Ubeydullah Ahrâr'ın şeyhliği döneminde ve devamında Orta Asya'nın en güçlü ve yaygın tarı haline geldi. Kısa zamanda Maveraünnehr'in sınırlarını aşan Nakşibendilik, Doğu Türkistan'ın Kaşgar ve Yarkend gibi şehirlerinden Balkanlar'a, Hicaz'dan Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. Müceddidiye kolunun kurucusu İmam Rabbani adıyla da anılan Serhendli Ahmed Faruki. Hazreti Ömer'in soyundan gelen Faruki,1563- 1626 yılları arasında yaşadı. Faruki'nin en önemli eserleri arasında 'Mektubat' oldukça ünlü. Bu eserde Vahdet-i Vücud reddediliyor. Muhiddin- i Arabi ve Mevlana,fikirle ri nedeniyle şiddetle eleştiriliyor. İkinci önemli kol olan Halidiye'nin kurucusu ise, 1776-1826 yılları arasında yaşayan Mevlana Halid Bağdadi. Politik olaylarda daha çok bu kolun müridleri aktif oldu. Halid-i Bağdadi, tasavvuf tarihinin en önemli simalardan biri olup Bağdat'ın kuzeyindeki Zur şehrinde doğdu, 1826'da ise Şam'da vefat etti. Nakşibendi tarikatına yeni bir dinamizm kazandıran Bağdadi, yüzlerce halife yetiştirdi. Bağdadi'nin bu suretle siyasi üstünlüğünü kaybetmeye başlayan İslam dünyasına bir sonraki asırda filizlenecek uyanış hareketinin çekirdeğini ektiği belirtiliyor. Halidiye koluna bağlı Nakşiler, Osmanlı İmparatorluğu'n daki Batı taklitçiliği zihniyetini frenlemek için çalışıp, İslam'dan uzaklaşma hareketi ile mücadele ettiler. Nakşibendilik, Osmanlı'ya ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde girdi. Abdullahİlahi, Semerkand'a giderek Nakşibendi şeyhi Ubeydullah Ahrar'ın yanında tasavvuf eğitimi görüp icazet aldıktan sonra memleketi Kütahya'nın Simav ilçesine döndü. Bir süre sonra İstanbul'a yerleşen Abdullah İlahi öldükten sonra onun mürid ve halifesi Emir Ahmed Buhari, Nakşibendği yaymaya devam etti. Türkçe ve Farsça şiirleri olan Buhari'nin müridleri tarikatı Anadolu'nun birçok şehrinde yaydı. Nakşibendi Şeyhi Bursalı Lamii Çelebi ise, bazı şiirlerini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Süleyman'a ithaf etti. Anadolu topraklarında Nakşibendiliğin en yaygın hale gelmesi, 19. yüzyılda Halidiyye kolu vasıtasıyla oldu. Bağdat ve Şam'da yaşayan Mevlâna Hâlid-i Bağdâdçok sayıdaki mürid ve halifelerinden bazılarını İstanbul'a ve Anadolu'ya göndererek tarikatı geniş kitlelere yaydı.
TÜRK SİYASETİNDE NAKŞİBENDİLER Batılılaşma ve Cumhuriyet'e en çok direnen tarikat olarak tanınıyor... Nakşiler politikayı seviyor, parti kuruyor, siyaseti yönlendiriyor.. .
Turgut Özal dahil pek çok tanınmış Nakşibendi politikacı var.
Nakşiliğe girenlerin 11 ilkeye sıkı sıkıya uyması gerekiyor.
Nakşibendilik , Türk siyasi hayatının en etkin tarikatı Türkistan çıkışlı olan Nakşilik,Türkiy e'de özellikle 1980 sonrası "meşruiyet" kazandı ve yakın dönemde Türk siyasi hayatını derinden etkileyen tarikat oldu Cumhuriyet'in ilk yıllarında Menemen isyanı ile yeni yönetimle çatışan Nakşilik, süreç içinde MSP, RP, ANAP ve AKP ile siyaseti yönlendirmeye çalıştı. Yakın dönem Türk siyasi hayatını en derinden etkileyen tarikatların başında Nakşilik gelir. Kurucusu, 1318-1389 yılları arasında Türkistan Buhara'da yaşayan Muhammed Bahaüddin'dir. Tarikat ismini Farsça "nakş" ve "bend" (nakış yapan) kelimesinden alır. Zira şeyhin müridin kalbini işlediği, onun üzerine süsler yaptığı varsayılır. Bu nedenle kurucusunun isminin sonuna "Nakşibend" kelimesi eklenmiş, tarikat da bu nedenle Nakşibendi ya da Nakşi adlarıyla anılır. Anadolu'ya ilk kez 15'inci asrın sonlarında gelen tarikatın bugün yaygın ve en güçlü tarikat olmasının nedeni "şeyhe bağlılık" ilkesinin diğer tarikatlara göre çok daha sıkı uygulanması. EN KOLAY TARİKAT Nakşilik tüm tarikatlar arasında "en kolay olanı" olarak nitelendirilir. Zira Nakşilik'te şeyh müritten daha fazla çalışır. Tarikatta en büyük mürşid (yol gösterici) şeyhtir ama daha alt düzeyde de mürşitler vardır. Nakşilik'te mürşit görevini üstlenenler de kalbindeki tüm güzellikleri aktarmak zorundadır. Nakşilik'i diğerlerinden ayıran en önemli özellik "gizli zikir" ilkesidir. Yani Allah'ın adını yüksek sesle söylemek ve bunu ayine dönüştürmek yoktur. Allah'ın adı ya içinden ya da çok küçük bir sesle anılır. Nakşilik'e özgü bu zikre "Hatm-i hacegân" denir ve yabancılar bu zikre alınmaz. ŞAPKA VE MENEMEN Osmanlı'daki batılılaşma ve tanzimat hareketlerine karşı çıkmış olmaları. Kendi deyimleriyle Osmanlı'daki "Batı taklitçiliği zihniyetini frenlemeyi" savunmuşlardır. Aynı kelimeleri siyasi hayatında sıkça kullanan Necmettin Erbakan'ın bu sözleri nereden aldığı da böylece anlaşılabilir. İslam'dan uzaklaşma hareketleriyle mücadele etmeyi en önemli görev haline getiren Nakşiler bu nedenle Cumhuriyet döneminde devletle en çok karşı karşıya gelen tarikat oldu. Bu durum özellikle tekke ve zaviyelerin kapatılması, dini esas ve inançlardan ayıklanmış kanunların yapılması ve Batılı anlamda laiklik üzerine kurulu bir devlet kurulması gibi uygulamalarda kendini gösterdi. Nitekim Nakşi İskilipli Atıf Hoca "Frenk Mukallitliği taklitçiliği) ve Şapka" isimli yazısından dolayı yargılandı ve idam edildi. Yine Şeyh Esat Efendi de Menemen Olayı'nda yargılandı, tutukluyken yaşamını yitirdi. 1960 SONRASI Nakşibendi tarikatının sosyal hayattaki ve politikadaki ağırlığının artması 1960 sonrasına denk gelir. Özellikle Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi hareketlerinde Nakşilik'in gücü önemli ölçüde siyasi hayatta kullanıldı. Ancak bu partilerin "dince kutsal sayılan şeyleri" bile politik malzeme konusu yapması sonradan tarikat içinde de büyük eleştiri aldı. Ama asıl olarak yakın dönemde bu konuda büyük bir fatura ödeyen dini çevreler rahatsızlıkları nı yüksek sesle dile getirdi. Buna rağmen siyasetçiler her dönemde bu tarikatla ilişkilerini siyasi malzeme olarak kullanmayı sürdürdü. Nakşilik'in son dönemde yaygınlaşıp güçlenmesi Şeyh Bursalı Mehmet Zahid Kotku sayesinde oldu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Necmettin Erbakan yeni partinin çekirdek kadrosunu yine Nakşilerden oluşturdu. O günlerde Kotku, Erbakan'a yakınlık gösterdi ve büyük destek verdi. KOTKU'NUN ÖLÜMÜ Kotku 1980 yılında öldü. Yüzbin kişinin katıldığı tören sonrasında cenazesi, Milli Güvenlik Konseyi'nin özel izniyle Süleymaniye Camisi'nde bulunan ve Nakşi şeyhlerinin gömüldüğü bölüme defnedildi. Kotku yaşadığı dönemde İstanbul Fatih'te görev yaptığı İskenderpaşa Camisi ve çevresini Nakşiliğin merkezi haline getirdi. Nakşilik'in aynı dönemdeki bir diğer önemli ismi de Üsküdar'daki Şeyh Sami Efendi'ydi. Gerek Sami Efendi gerekse Kotku'nun ardı ardına ölümünün ardından tarikatın Adıyaman Menzil'de yaşayan ismi Mehmet Raşit Erol ile yine Fatih'te Yavuzselim Camisi imamlığı yapan Mahmut Ustaosmanoğlu öne çıktı. Ancak Kotku'nun ölümünün ardından tarikatta ayrılıklar da su yüzüne çıktı. Kotku'nun yerine uzun yıllar Avusturalya'da yaşayan damadı ilahiyat profesörü Esat Coşan geçtiyse de tarikatı tek merkezde toparlayamadı. Kısa süre sonra ölen Prof. Esat Coşan'ın yerine de oğlu Nurettin Coşan geçti. Tarikat bu nedenle birden fazla merkezden yönetiliyor. Başında Nurettin Coşan'ın bulunduğu "İskenderpa şa Cemaati", başında Mahmut Ustaosmanoğlu'n un bulunduğu "İsmailağa Cemaati", liderliğini Osman Nuri Topbaş'ın yaptığı "Erenköy Cemaati" ve Abdülkadir Erol'un başında bulunduğu Adıyaman'daki "Menzil Cemaati". Bu arada tarikatın yaşayan en yaşlı kişisi Şeyh Nazım Kıbrıslı'nın da tarikatta önemli bir ağırlığı bulunuyor. NURCULUK EKOLÜ Nakşilik'in bir başka önemli noktası da Türk siyasi hayatında çok tartışılan Nurculuk'unda kendisi bir Nakşi olan Saidi Nursi tarafından kurulması. Saidi Nursi'nin ölümünün ardından kendisi de birkaç kola bölünen Nurculuk içinde elbette ki en önemli akım Fethullah Gülen Cemaati. Öyle ki bir zamanlar Nurculuk'un Nakşilik'ten ayrı bir tarikat olup olmadığı tartışılırken şimdilerde Fethullahçılık' ın bizatihi kendisinden sık sık tarikat olarak bahsediliyor. Nurcu ve Nakşiler ve daha bir çok tarikatlar Türkiye'de vede diğer ülkelerde hızla ilerleme göstermektedir. Cahil insanların beyinleri yıkanıp bu tarikatların gösterdiği her işarete ölümüne gitmekteler .Bir yerde hipnoz edilmekteler.Ta rikat şeyhleri finans kaynağını nasıl karşılamaktalar .Tabiiki müridlerinin dergah adı altında kandırılmış ve beyinleri yuıkanmış cahil zavallı halktan topluyorlar. İstanbul Beykozdaki villayı nasıl yaptırdılar zannediyorsunuz .Nurcular ise Abd /Utahdaki (fetoş) kişinin direktifiyle yine zavallı halkı kandırmaktalar .istanbulda her yerde toplantılar yapıp, fitre fidye zekat adı altında insanlardan para toplamaktalar ve bu işlerde türbanlı kişileri kullanmaktalar .birde en önemli finans kaynakları şehirlerimizdek i bazı firmalardan ve gıda marketlerinden destekle 3.dünya ülkelerinde ve Türkiye'de ayakta kalabilmekteler .Ayrıca fethullahcılar dediğimiz nurcular okullar ,evler açıp küçük beyinleri elde edip kendi saflarına katıp genç beyinleri ellerine almak o beyinlere istediklerini yaptırmak .Nakşiler içinde aynı durum sözkonusu olup küçük beyinleri dergah dedikleri yerlerde yoğurup kendi saflarına katmaktalar.Bu durumda ailelere çok iş düşmektedir. Çocuklarının bu insanların eline düşmemesi için çok dikket etmeleri gerekir .Yada kendi elleriyle çocuklarını teslim etmemeliler diyeceğim ama nafile olduğunu biliyorum .Türkiye'de milyonlarca insan hala uyumakta olup uyanmamakta ısrar etmekteler. Anneler ve babalar eğer çocuklarınızın islamiyeti öğrenmesini istiyorsanız sizler öğretin .Kötü niyetli kişlerin ellerine teslim etmeyin ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder