BURS

BURS

RUFAİLİK TARİKATI

RUFAİLİK TARİKATI

Es Seyyid Eş Şerif Ahmed Rufai Hz.

Dedesi Seyyid Yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra'da bulunan Şiiler ve Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da bu görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı. İşte Ahmed er Rufâi'nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur. Ahmed-er Rufâi, Bağdat ile Basra arasında Bataih (bataklık yerler) bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya teşrif etmiştir.
Seyyid Ahmed-er Rufâi Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali'nin nezdinde kaldı. Yedi yaşında iken babası vefat edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan dayısı ve şeyhi Mansur el Batâihi, annesi ve kardeşleri ile birlikte Onu himayesine aldı. Küçük yaşta hafızlığını tamamladıktan sonra Peygamber Efendimiz'in manevî işareti üzerine dinî ilimlerini tahsil için Şeyh Ali Ebu'l fazl el Vasıtî'ye teslim edildi. Şey Aliyyül Vasıtî hazretleri Peygamber efendimizin manevî emrine imtisalen Ahmed-er Rufâi'nin tahsil ve terbiyesinde büyük bir dikkat ve titizlikle hareket ederek son derece ihtimam ve gayret gösterdi. Ahmed-er Rufâi aklî ve naklî ilimlerde çok üstün bir gayret ve başarıyla ilim kariyerine sahip oldu.
Hakiki bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve hakiki bir mutasavvıftı. Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de... Seyyid Ahmet Rıfai (r.a.); orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu. Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohpetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu. Cemaatte bulunan alimlerin Ahmet Rıfai Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebu Zekeriyya (r.a.) onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet Rıfai (r.a.) tebessüm edip, "Ey Ebu Zekeriyya! Bu dünya fanidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar." buyurdular. "Bu dünya fanidir" buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi.
Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'dan hem icazet aldı, hem de hırka giydi. Vasıtî Onun için : "Herkes üstadıyla, ben ise talebem Rufâi ile iftihar ederim" demiştir.
Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'nun vefatından sonra dayısı Mansur el Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi. 27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülûkunü tamamladı. Daha sonra dayısı tarafından Ona "Şeyhü'ş-şüyûh" unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi. Dayısı'nın vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu. Kuddise Sirruhu, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı.
Yıllar geçtikçe müritlerin sayısı artıyor, şanı şöhreti her tarafa yayılıyordu.Bu durum Irak'taki bazı şeyhlerin Onu kıskanmalarına sebep oldu. Bir çok iftira, itham ve dedikodu ortaya atıldı. Neticede Abbasi Halifesi el Muktefî'ye, erkek ve kadın müritlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyle hicrî 550 yılında şikâyet ettiklerinde, halife durumu yerinde incelemek üzere bir müfettiş gönderdi. Durumu araştıran ve inceleyen insaf sahibi müfettiş inceleme sonunda kanaatlerini bir rapor haline getirerek şöyle demişti: "Bu Seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir." Bunun üzerine Halifesine, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir.

Misafirler için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi. Kendisine ait olan misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı. Eli ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Çok mütevazi idi. Daima az konuşurdu ve "Sukutla emrolundum." buyururdu. Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Bir gün kendisi, "Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum." buyurdu. Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara karşı çok şevkatliydi. Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi. Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi uyuya kaldı. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı ve bir müddet onu şevkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca kedisinin yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti. Geri geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti.

Aşırı derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi. Bir gün, "İçinizde benim ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz." buyurdular. Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki: "Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum." Bunu işiten Seyyid Hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve, "Ey kardeşim, lütfen kusurumu söyleyiniz." buyurdu. O kimse, "Bizim gibi, size layık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır."deyince, başta Ahmet Rıfai (r.a.) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri, "Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin hizmetçinizim." buyurdu. İbrahim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet Rıfai Hazretlerine hakaretlerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektubu alan Ahmet Rıfai (r.a.), yanında bulunan birisine mektubu okuttu. Her türlü iftiranın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri sükunetle dinlediler ve, "Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teala'nın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem." buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar: "Muhterem İbrahim Besti Hazretleri, ALLAH Teala beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi yüksek zatınızdan istirham ediyorum."
Ahmed er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü Medine'de Ravzaı Mutahhara'yı ziyaret etmiştir. Peygamber Efendimizin kabri önünde şu nidada bulunmuştur. "Esselâmü Aleyke ya Ceddi!" Peygamber Efendimizin kabrinden: "Aleyküm Selam Ya Veledi" cevabı duyulmuştur.. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi" Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir. "Uzakta iken ruhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise huzurundayım şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun !.." Peygamber Efendimiz'in kabrinden nuranî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyaretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür.
Bu hadise (Burhan) bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur. Şahidler arasında devrin tanınmış sofileri de vardır. Abdukadir Geylâni Hazretleri, Seyyid Ahmed-er Rufâi Hz.leri için : "Sahabe-i Kiram, müçtehidinden mada tabakat-ı evliyadan hiç kimse Ahmed er Rufaî Hazretlerinin makamına vasıl olamamıştır." Demiştir.
Hicri 560 yılında Abbasi halifesi olan el-Müstencid, kendisini Bağdat'a davetinde karşılamak üzere oğlunu vazifelendirmiştir. Sarayda davetliler arasında devrin ileri gelen Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular. Her biri sırayla sohbet eder, söz sırası Ahmed-er Rufâî hazretlerine gelince bir konuşma yapmış Halife el Müstencid, Ahmed-er Rufâî'nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir. Daha sonra Seyyid Ahmed-er Rufâî babasının Bağdad'taki türbesi civarında zikir meclisi tertip ederek, Halifenin de bizzat bu mecliste bulunmuştur. Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha hacca gittiği , arafatta Hızır (a.s) ile karşılaştığı ve Hızır'ın kendisine tac ve hırka giydirdiği ifade edilmektedir.
İlk eşi Hatice binti Ebi Bekir el Vasıt- en Neccavi'den Fatıma ve Zeynep adlı iki kızı olmuş, eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi Rabia'dan sonra Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir. Nesli iki kızı ile devam etmiştir. Fatıma'dan İbrahim Azeb (609) ve Ahmed-el Ahdar (645) adlı devrainde meşhur olan iki Sûfî, Zeyneb'den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur. Bunlardan İzzeddin AHMED Sayyad (574-670) Rurâîye'nin Sayyadiye kolunun kurucusu olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur.

Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Hicrî (578), Miladî (23 Ağustos 1182) tarihinde şiddetli bir ishal hastalığı sonunda vefat etmiştir. Vefatından önce ; "Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten sonra mezar etmeyin. Ben Hakk Tealâ'dan tek olarak yaşamayı diledim. O beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim. Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır." Bu sözü ile keramet buyurmuşlardır. Türbe-i Saadetleri yanında kimse yoktur. Kırın ortasında tenha bir yerde Bağdad'ın güneyinde Vasıt yakınlarında bulunmaktadır.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin tasavvuf ve Tarikat anlayışı, kitap ve sünnete tabi olan bir anlayıştır. Onun ifadeleri içerisinde İslâm dini, zahir ve batını ile bir bütündür.

Kalp cesetsiz olmaz, Kalbi olmayan bir cesed ise çürür. Tasavvuf ilmi, kalbin ıslahından ibarettir. Tarikat şeriat demektir. Hakikat, Şeriata muhalefet etmez. Tasavvuf, söz konusu ettiği Tarikat, şeriatın bizatihi içinde taşıdığı mana ve hikmetlerdir. Tasavvuf, Yün hırka ve taç giymek değildir.
Tasavvuf; hüzün hırkası, sıdk tacı, tevekkül elbisesinde bürünmektedir. İnsanın kalbi haşyet, bedeni edep, nefsi........,, benliği yokluk ve dili de zikir örtüsü ile örtündüğü takdirde tasavvuf yolunda bulunmuştur.
Mükemmel sofi her halde Hz. Peygamber (a.s)'a tabi olan ve kulluk derecesini en yüksek derecede olarak benimseyen kimsedir. Kul ancak Allah'dan gayri herşeyin kulluğundan kurtulduğu ve hürriyet makamına ulaştığı vakit, mükemmel bir kul olabilir.
Tasvvuf edeptir. Bu da Peygamber'in sünnetine tabi olmakla kazanılır. Derviş olmak için cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez. Müridler, dünyevi meşguliyetlerini terk etmeksizin helâl ve harama dikkat ederek gafletten uzak kalmak suretiyle Hakk yolunda ilerleyebilir. Bütün iş, kalbi temizlemek ve temiz tutmaktır. Kerametlere rağbet etme. Çünkü veliler bundan kaçınmışlardır. Müritler için ne bir noksanlıktır, ne de Allah'ın kapısından ayrılma Kalbini Rasulullah'a yönelt, şeyhin ve mürşidin vasıtalarıyla O'nun yüce kapsından yardım iste..
Karşılıksız, garazsız şeyhine hizmet et. Ona karşı son derece terbiyeli ve edepli ol. Gıyabında dahi onun şerefini koru. Kendini onun hizmetine ver, evinde hizmeti arttır. Huzurunda az konuş. Ona tanzim ve vakarla bak. Ona sakın küçümseyici bakışlarla bakmayasın. Kardeşlerine öğüt ver, kalplerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul. İnsanları Allah'a yöneltmeye bak. Sadakat ve ihlasla dervişlerin yolundan gitmelerini sağla.
Kalbini Zikir ile, kalıbını da fikirle tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun ? Sen ona bak...
Ahmed-er Rufâî hazretleri, kendisinin tevazu, zül, inkisar yoluyla matlubuna vasıl olduğunu, bunları tarikinde bir esas olarak tercih ve tespit ettiğini söylemektedir.
Menkıbeler içinde fevkalede tevazuunu gösteren örnekler vardır. Bunlardan birinde kendisine iftira, hakaret ve küfür dolu sözler sarf eden bir şeyhe karşı, "Efendim, sizin hilminiz büyüktür, affınız geniştir. Ben neyim ki, ne kıymetim var ki bu kadar hiddete kapılıyorsunuz. Ben, sadece hizmetkarlarınızın en miskiniyim, ayaklarının tozuyum." Şeklinde yumuşak ve mütevazi bir söz ile mukabele etmesi üzerine, Ahmed-er Rufâî Hazretleri"ni kızdıracak başka bir söz bulamayan Şeyh "Görüyorum ki siz nefsinizden sıyrılıp çıkmışsınız. Şimdi mülk sizindir., nimet sizindir ve sizin neslinize aittir. Beni de bağışlayın" demiş ve müritleri arsına girmiştir. Bu nevi menkıbeler ve eserlerindeki ifadeler Onun şahsiyetini ve tarikat pirleri arsındaki hususiyetini gösteren çizgilerdir.
Şu nokta dikkat çekicidir ki birkaç keramet olayı istisna ondan bahseden menkıbeler daima Onun davranış ve ahlâkını, insanlarla münasebette tevazu ve hoşgörüsü ve ağırbaşlılığını anlatmaktadır. Bu özelliği ile Tasavvuf Güzel Ahlaktır. Tarifinin müşahhas bir örneği olarak görülmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, dört büyük kutuptan biridir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinden sonra Kutbiyet makamına yükseldiğini kaynaklar belirtmektedir. Gavsiyet ve Kutbiyet âlemi kendisine bundan önce de bir kere daha tevdi edildiği ve onun bu vazifeden af dilediği, bunun üzerine Abdulkadir Geylani'ye verildiği, O'nun ölümü üzerine tekrar kendisine tevdi edilince bu vazifeyi kabul ettiği ve onaltı sene birkaç ay bu makamda bulunduğunu ifade etmektedirler. Kendisine Ebül Alemeyn (iki sancak sahibi) künyesinin bu duruma işret olarak verildiği kaydedilmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri müritlerini şöyle müjdeliyor:
"Rabbim bana lütf'ü ihsanınla gözlerin göremediği, kulakların işitmediği, beşerin akıl ve hayaline gelmediği, bir çok nimetler ihsan etti. O'nun kerem elçisi Rasulullah, (s.a.v.) beni temin edip söz vermiştir ki Müridlerimi, sevenlerimi, zürriyetimi sevenleri, yerinde kaim olanları ellerinden tutup kaldıracak ve kurtaracak. Bu hal, kıyamete kadar böyle sürecek. İşte ruhen biat böyle hasıl oldu. "Allah (c.c) verdiği sözden dönmez." Şu halde Onun yolunda gidenlerin sahip oldukları büyük nimet ve müjdeyi bütün açıklığı ile ifade eder.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Mecal bin Yunus ve Abdül Mü'min adında iki müridi ile sahrada geziyorlardı. Birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleri pek ziyade idi. Onların bu yakınlığı ve duydukları manevi haz, her ikisini de sarhoş etmişti. Bu durum onları zaman zaman kendilerinden geçiriyordu.. Cezbeye tutuluyorlardı. Hatta müridlerden biri;
-Sana bu kadar zamandır Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin yakınlığından sana ne erişti?
Diğeri:
-Ne dilersem kabul edilme lutfu.
-Dile bakalım Allah (c.c) lutfedecek mi ?
-Ya Rabbi ateşten azad olduğuma dair şu aciz kuluna bir ferman göster.
Diye niyaz etti.
-Allah (c.c)sonsuz kerem sahibidir. Fazlına nihayet yoktur. Ve iki müridin önüne bir yaprak sağa sola yalpa yaparak bir kâğıt düştü. Kâğıda baktılar, Kâğıt bembeyazdı. üzerinde hiçbir yazı yoktu. Alıp Seyyide götürdüler. Ve hiçbir şey söylemediler. Seyyid bu bembeyaz kâğıda baktı ve hemen şükür secdesine kapandı. Secdeden başını kaldırınca:
- "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki bağlılarımın cehennemden kurtuluşunu bana dünyada gösteriyor." Buyurmuş. "Bunun üzerinde yazı bulunmayan beyaz kâğıt" diyen oradakilere:
- "Evlatlarım kudret eli siyahla yazmaz, bu nurla yazılmıştır." Cevabını vermiştir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, çok farklı özelliklere sahipti.
Peyamber Efendimize çok yakın idi. Ona her şeyi ile tutkundu.Cenab-ı Hakk, yaradılışında onunla kader birliği içinde yaratmış, bir takım hikmetlerle onun isminin müsemması kılmıştır. Dünyaya gelmeden annesi ve dayısı Mansur el-Bataîhi'ye rüyalarında isminin Ahmed olması müjdelenmiş ve emredilmiştir. Küçük yaşta Peygamber Efendimiz gibi yetim kalmıştır. Nesli kız evlatları ile devam etmiş, erkek evladını küçük yaşta kaybetmiştir. Hayatında kendisine hakaret edilmiş, eziyet görmüş, O ise PEYGAMBER Efendimiz gibi sabırla, dua ile mukabelede bulunmuş, hasımlarına karşı tevazu göstermiştir.

His Life (English)

Shaikh Ahmed er-Rifai
was born in Hasen Region of Vasit in Iraq on Thursday. (1119-1182) This day was in the first half of Recep of lunar months. When he was seven years old, his father Seyyid Sultan Ali died in Baghdad. After that his uncle Seyyid Mansur er-Rabbani el-Betaihi took under his protection and educated him.
Ahmed er-Rifai's family comes from Huseyin, the son of Ali, at the side of his mother. On the other hand, at the side of his father, his lineage which goes to prophet Muhammad is like that: master of the community, husband of Fatima who is the base of Imams, a relative of the prophet, Ali; Imam of Muslims, the chief of the mumins (believers in islam) who tried and liked with several troubles and calamities, the martyr of Kerbela, Huseyin; el-Imam Ali Zeyn ül Abidin; el-Imam Muhammed el-Bakir; el-Imam Cafer es-Sadik; el-Imam Musa el-Kazim; el-Imam Ibrahim el-Mürteza; es-Seyyid ikinci Musa; es-Seyyid Ahmed; es-Seyyid Hüseyin; es-Seyyid el-Hasen; es-Seyyid Muhammed eb-ul-Kaasim; es-Seyyid el-Mehdi; es-Seyyid eb-ul Mekarim el-Hasen; es-Seyyid Ali; es-Seyyid Ahmed; es-Seyyid Hazim; es-Seyyid Sabit; es-Seyyid Yahya; es-Seyyid Ebul-Hasen Aliyy-ür-Rifai; es-Seyyid Ahmed er-Rifai.
He learned Quran from Shaikh Abd üs-Semi el-Hurbuni in Hasen, birth place of him. He committed to memory whole Quran when he was seven. At the same year after death of his father, his uncle Mansur el-Betaihi transferred him and his family to Dikla region. His uncle send him to Ebul Fadl Ali el-Vasiti who is an expertin the canon law of Islam, a commentator on the Quran, a preacher and big
On the other hand, when he was attending dzhikr meetings of his uncle Shaikh Mansur er-Rabbani, he was also attending the courses of his other uncle Shaikh Ebubekir who was the sultan of scientists and the big scientist of his era. He memorized the book " Tenbih" that is interested with Fikih (Muslim canonical jurisprudence) of Safi which belongs to Imam Ebu Ishak Sirazi. And he had written an explanation about the book (this explanation was lost in Mogul invasion)
He spent his all time with learning religious knowledge. Allah had given him what a beautiful knowledge, eventually even his teachers and people who teach him respect had learned the essence respect in the presence of him.
When he was twenty, Ebu Fadl Ali who was the Shaikh of Vasit province and his teacher gave him a "Sehadetname" (writings of evidences) including canonical law and order of dervishes sciences, gave him a nickname that was the father of external and interior sciences, and also dressed him a his own dervish's cloak. His teachers and his Shaikhs agreed about the greatness of his rank and the superiority of his worth.
He stayed in Nehr-i Dikla for a short time and after that he came back his father's public guest-house for travelers at Hasen and then he became very famous. When he was twenty-eight, his uncle Shaikh Mansur bequeathed him to manage the dervish lodge and Caliphs after his dead. He also commanded him to live in dervish lodge of Shaikh Yahya en-Neccari who is his grandfather from his mother side. He sits enlightenment possession and starts his preaches in this dervish lodge. His uncle died in the year of the bequeathing. When he was thirty-five, the number of his murids was over seven-hundred-thousands.
He wasn't abstaining from teaching Sunnah of Prophet Muhammad and the details of the Quran to public and he always said that the trade of wise man is to show the way goes to Allah and to direct hearts towards Allah.
He give courses of hadith, canonical jurisprudence, religious precepts and commentary on the Quran in everyday except for Monday and Thursday. He was sitting his enlightenment possession pulpit at the afternoon on Monday and Thursday and preached targeting intellectuals and also public. People lose their minds, intelligence was stupefied, hearts were submitted to him because of the deepness and influence of his words. After Prophet Muhammad, companions and disciples of the prophet and twelve Imams there was no any other person who speaks very well like him.
When he sat his pulpit to give lecture, a crowded was gathering including superior scientists, preachers, spiritual teachers and the public. When he began to speak, the knowledge was gushing from his language like gushing sea. Wise men were enraptured in the presence of his beautiful and influential words and his wide knowledge. The denying and obstinate people were tongue-tied in the presence of powerfulness of evidences. Literary men take their shares from his superior expression, scientists from his skills and talents, philosophers from his deep and wise speaking.
There is an information in the book which is called “Sevad ul-Ayneyn” of Imam Rafii. The writer says that; Shaikh Salih Yusuf Ebu Zekeriya el-Askalani, who was a great expert in the canon law of Islam, had told me that; “I had gone to Ummi Abide to visit Shaikh Ahmed er-Rifai. There were people more than one hundred thousands around the guesthouse, some people were managers, scientists, shaikhs and the other public. He gave a dinner to all of them and was very friendly to everyone. He started to preach in the afternoon of a Thursday. Preachers of Vasit province, a religious community from doctors of Muslim theology of Iraq and the important people of the province were in the preach meeting. One group of them asked for science of commentary on the Koran, the other group asked for subjects interested with record of sayings of the Prophet Muhammad, the other group asked for Muslim canonical jurisprudence, another group asked for the disagreement between the different religious opinion, and the other groups asked too many questions about different sections of science. He answered more than two hundred questions, and he hadn’t got any anger when he was answering questions. I became embarrassed because of insensitiveness of people asking questions, and I stand up and said them that; “Is this not enough for you? He will answer all questions about the written sciences, not facing any difficulty, with the permission of Allah.” Because of my words he smiled and said to me that; “Ebu Zekeriya allow them to ask before lose me. Certainly world is a house of to become absent. Allah changes whole situations every time.” All public cried because of his answer. The meeting was confused, worried sounds were heart. Forty thousands people became students of him with the spiritual effect of his talk.
Ahmad Rifai's talks, his moves, his behaviors and his every breath were for Allah. He had got always a smiling face and he was modest, good-tempered, enduring suffering, very patient. He didn’t become cross with anyone and didn’t want any help for his own personality. On the contrary, he loves for Allah, and anger for Allah. He doesn’t rebuke somebody who behave that he doesn’t like. He doesn’t see his family and himself superior to other people. Even he said about this subject that; “According to our opinion for Allah, everybody is equal to each other, it doesn’t matter they are close relative or unknown people for us.”
He used to want from people protect themselves overusing the things that neither recommended nor forbidden by religious law like that overeating and oversleeping. He used to recommend doing worship during the nights. He also used to recommend being far away from people who doesn’t know their limit, behave in excessive manner, see themselves superior to others and dispute each other.
He used to do his service by himself, repair his shoes, carry the firewood prepared for him to the house of people who are sick, orphan, fallen and without relations or friends.
He used to turn shoes of blinds, and also take away them to the place that they want to go. He respect to old people and recommend respecting them. He always used to say the words of our Prophet Muhammad; “Whoever respect to an old Muslim person, Allah assign people who respect to them when they are old.”
He used to go to house of leprous and bedridden people, wash their clothes, bring their meal, sit and eat with them, and want them to pray for him. When he heard a patient in his city in a far city, he used to visit them. He also cure the wounded animals, and he said that; “To compass the creatures of Allah is one of the reasons that human being close to Allah.”
He used to behave very merciful to orphans, cry for poor people, grow merry their joy, behave them with modesty, see himself like one of them and say in meetings that; “ If whole craft owner is count and every craft owner passes in groups, I prefer to become a poor in the groups of poor.”
Great people of his era said that; “The most important reasons of reaching his great place is his great mercy to all creatures and his looking self down to himself.”
He used to respect to wise and experts in the canon law of Islam and want from everybody to respect them and say like that; “Wises are the leader and fundamentals of the community.”
He had withdrawn from world. He didn’t store any commodity at anytime. Although he had a big wealth, he didn’t wear to clothes at the same time neither in the summer nor in the winter. His movable and immovable property was much more than property of governors and famous rich men. He used to distribute the revenue of his real estate to dervishes and people who come to dervish convent. He didn’t left any commodity to his children
 

Eserleri

Nesebi

  
Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir.
Anne tarafından da nesebi hazreti Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari'ye dayanır.
Bu yüzden kendisine Ebu'l Alameyn, iki sancak sahibi künyesi verilmiştir. Ebu'l Abbas da denir.
Beni Rufae kabilesine mensub olduğu için Rufai nisbeti ile tanınmıştır.
Ali bin Ebu Talib (r.anhüm)
Hüseyin bin Ali
Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin
Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin
Caferi Sadık bin Muhammed Bakır
Musa Kazım bin Caferi Sadık
İbrahim Murteza bin Musa Kazım
Musa bin İbrahim Murteza
Ahmed Salih bin Musa
Hasan bin Ahmed Salih
Muhammed bin Hasan
Mehdi bin Muhammed
Rufae Hasan bin Mehdi
Ali İşbili bin Rufae Hasan
Ahmed Murteza bin Ali İşbili
Ebu'l Fevaris Hazım Ali bin Ahmed Murteza
Sabit bin Ebu'l Fevaris Hazım Ali
Yahya bin Sabit
Seyyid Ali bin Yahya
Ahmed (Rufai) bin Seyyid Ali

Türbesi 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder