Zikir sitesi, tüm tarikatların zikirleri, silsilesi ve tüm evliyaların mümkün mertebe bilgilerini bulabilirsiniz sitemizde, dini yazılar, makaleler, Kuran, ayetlerler, kırk hadis, sureler ve daha fazlası...
BURS
28 Ekim 2011 Cuma
RUFAİLİK
RUFAİLİK
HZ. AHMED RUFAİ NİN KABRİ ŞERİFİ
Es Seyyid Eş Şerif Ahmed Rufai Hz.
Dedesi
Seyyid Yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra'da bulunan Şiiler ve
Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da bu
görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vâsıt ve Batâih
bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı. İşte Ahmed er Rufâi'nin babası
olan Seyyid Ali bu zatın oğludur. Ahmed-er Rufâi, Bağdat ile Basra
arasında Bataih (bataklık yerler) bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya
teşrif etmiştir.
Seyyid Ahmed-er Rufâi
Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali'nin nezdinde kaldı. Yedi
yaşında iken babası vefat edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan
dayısı ve şeyhi Mansur el Batâihi, annesi ve kardeşleri ile birlikte Onu
himayesine aldı. Küçük yaşta hafızlığını tamamladıktan sonra Peygamber
Efendimiz'in manevî işareti üzerine dinî ilimlerini tahsil için Şeyh Ali
Ebu'l fazl el Vasıtî'ye teslim edildi. Şey Aliyyül Vasıtî hazretleri
Peygamber efendimizin manevî emrine imtisalen Ahmed-er Rufâi'nin tahsil
ve terbiyesinde büyük bir dikkat ve titizlikle hareket ederek son derece
ihtimam ve gayret gösterdi. Ahmed-er Rufâi aklî ve naklî ilimlerde çok
üstün bir gayret ve başarıyla ilim kariyerine sahip oldu.
Hakiki
bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve hakiki bir mutasavvıftı. Ayrıca çok
mükemmel bir hatipti de... Seyyid Ahmet Rıfai (r.a.); orta boylu, nur
yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve
geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu.
Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohpetine doyum
olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu. Cemaatte
bulunan alimlerin Ahmet Rıfai Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu
gören Ebu Zekeriyya (r.a.) onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet
Rıfai (r.a.) tebessüm edip, "Ey Ebu Zekeriyya! Bu dünya fanidir.
Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar." buyurdular. "Bu dünya fanidir"
buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi
orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam
olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi.
Ahmed-er
Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'dan hem icazet aldı, hem de
hırka giydi. Vasıtî Onun için : "Herkes üstadıyla, ben ise talebem Rufâi
ile iftihar ederim" demiştir.
Ahmed-er
Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'nun vefatından sonra dayısı
Mansur el Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi. 27 yaşına kadar
dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülûkunü
tamamladı. Daha sonra dayısı tarafından Ona "Şeyhü'ş-şüyûh" unvanı ile
birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini
verdi. Dayısı'nın vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu. Kuddise Sirruhu,
bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira
atanlar eksik olmadı.
Yıllar geçtikçe
müritlerin sayısı artıyor, şanı şöhreti her tarafa yayılıyordu.Bu durum
Irak'taki bazı şeyhlerin Onu kıskanmalarına sebep oldu. Bir çok iftira,
itham ve dedikodu ortaya atıldı. Neticede Abbasi Halifesi el Muktefî'ye,
erkek ve kadın müritlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu
iddiasıyle hicrî 550 yılında şikâyet ettiklerinde, halife durumu
yerinde incelemek üzere bir müfettiş gönderdi. Durumu araştıran ve
inceleyen insaf sahibi müfettiş inceleme sonunda kanaatlerini bir rapor
haline getirerek şöyle demişti: "Bu Seyyid ve müritleri sünnet yolunda
değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış
demektir." Bunun üzerine Halifesine, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür
dileyen bir mektup göndermiştir.
Misafirler
için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi. Kendisine ait olan
misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı. Eli ayağı olmayan veya
cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi
elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Çok
mütevazi idi. Daima az konuşurdu ve "Sukutla emrolundum." buyururdu.
Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Bir gün kendisi,
"Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli
edecek diye korkuyorum." buyurdu. Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara
karşı çok şevkatliydi. Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir
köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi. Bir gün paltosunun eteğinde evin
kedisi uyuya kaldı. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı
ve bir müddet onu şevkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca kedisinin
yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti. Geri geldiğinde kedi uyanıp
oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti.
Aşırı
derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi. Bir gün, "İçinizde benim
ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen
söyleyiniz." buyurdular. Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki:
"Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum." Bunu işiten Seyyid Hazretleri
hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve, "Ey kardeşim, lütfen kusurumu
söyleyiniz." buyurdu. O kimse, "Bizim gibi, size layık olmayan kimseleri
huzurunuza kabul buyurmanızdır."deyince, başta Ahmet Rıfai (r.a.) olmak
üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri,
"Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin
hizmetçinizim." buyurdu. İbrahim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet
Rıfai Hazretlerine hakaretlerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektubu alan
Ahmet Rıfai (r.a.), yanında bulunan birisine mektubu okuttu. Her türlü
iftiranın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri
sükunetle dinlediler ve, "Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teala'nın indinde
şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış
etmem." buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar:
"Muhterem İbrahim Besti Hazretleri, ALLAH Teala beni dilediği gibi ve
istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır
dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi
yüksek zatınızdan istirham ediyorum."
Ahmed
er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü
Medine'de Ravzaı Mutahhara'yı ziyaret etmiştir. Peygamber Efendimizin
kabri önünde şu nidada bulunmuştur. "Esselâmü Aleyke ya Ceddi!"
Peygamber Efendimizin kabrinden: "Aleyküm Selam Ya Veledi" cevabı
duyulmuştur.. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi
işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi"
Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir. "Uzakta iken
ruhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise
huzurundayım şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun
!.." Peygamber Efendimiz'in kabrinden nuranî eli dışarıya uzanmış ve
bütün ziyaretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür.
Bu
hadise (Burhan) bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış,
bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur. Şahidler arasında devrin tanınmış
sofileri de vardır. Abdukadir Geylâni Hazretleri, Seyyid Ahmed-er Rufâi
Hz.leri için : "Sahabe-i Kiram, müçtehidinden mada tabakat-ı evliyadan
hiç kimse Ahmed er Rufaî Hazretlerinin makamına vasıl olamamıştır."
Demiştir.
Hicri 560 yılında Abbasi halifesi
olan el-Müstencid, kendisini Bağdat'a davetinde karşılamak üzere oğlunu
vazifelendirmiştir. Sarayda davetliler arasında devrin ileri gelen
Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular. Her biri sırayla sohbet
eder, söz sırası Ahmed-er Rufâî hazretlerine gelince bir konuşma yapmış
Halife el Müstencid, Ahmed-er Rufâî'nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir.
Daha sonra Seyyid Ahmed-er Rufâî babasının Bağdad'taki türbesi
civarında zikir meclisi tertip ederek, Halifenin de bizzat bu mecliste
bulunmuştur. Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha hacca
gittiği , arafatta Hızır (a.s) ile karşılaştığı ve Hızır'ın kendisine
tac ve hırka giydirdiği ifade edilmektedir.
İlk
eşi Hatice binti Ebi Bekir el Vasıt- en Neccavi'den Fatıma ve Zeynep
adlı iki kızı olmuş, eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi
Rabia'dan sonra Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat
etmiştir. Nesli iki kızı ile devam etmiştir. Fatıma'dan İbrahim Azeb
(609) ve Ahmed-el Ahdar (645) adlı devrainde meşhur olan iki Sûfî,
Zeyneb'den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur. Bunlardan
İzzeddin AHMED Sayyad (574-670) Rurâîye'nin Sayyadiye kolunun kurucusu
olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur.
Ahmed-er
Rufâî Hazretleri, Hicrî (578), Miladî (23 Ağustos 1182) tarihinde
şiddetli bir ishal hastalığı sonunda vefat etmiştir. Vefatından önce ;
"Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten
sonra mezar etmeyin. Ben Hakk Tealâ'dan tek olarak yaşamayı diledim. O
beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim.
Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır." Bu
sözü ile keramet buyurmuşlardır. Türbe-i Saadetleri yanında kimse
yoktur. Kırın ortasında tenha bir yerde Bağdad'ın güneyinde Vasıt
yakınlarında bulunmaktadır.
Ahmed-er Rufâî
Hazretleri'nin tasavvuf ve Tarikat anlayışı, kitap ve sünnete tabi olan
bir anlayıştır. Onun ifadeleri içerisinde İslâm dini, zahir ve batını
ile bir bütündür.
Kalp cesetsiz olmaz,
Kalbi olmayan bir cesed ise çürür. Tasavvuf ilmi, kalbin ıslahından
ibarettir. Tarikat şeriat demektir. Hakikat, Şeriata muhalefet etmez.
Tasavvuf, söz konusu ettiği Tarikat, şeriatın bizatihi içinde taşıdığı
mana ve hikmetlerdir. Tasavvuf, Yün hırka ve taç giymek değildir.
Tasavvuf;
hüzün hırkası, sıdk tacı, tevekkül elbisesinde bürünmektedir. İnsanın
kalbi haşyet, bedeni edep, nefsi........,, benliği yokluk ve dili de
zikir örtüsü ile örtündüğü takdirde tasavvuf yolunda bulunmuştur.
Mükemmel
sofi her halde Hz. Peygamber (a.s)'a tabi olan ve kulluk derecesini en
yüksek derecede olarak benimseyen kimsedir. Kul ancak Allah'dan gayri
herşeyin kulluğundan kurtulduğu ve hürriyet makamına ulaştığı vakit,
mükemmel bir kul olabilir.
Tasvvuf edeptir.
Bu da Peygamber'in sünnetine tabi olmakla kazanılır. Derviş olmak için
cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez. Müridler, dünyevi
meşguliyetlerini terk etmeksizin helâl ve harama dikkat ederek gafletten
uzak kalmak suretiyle Hakk yolunda ilerleyebilir. Bütün iş, kalbi
temizlemek ve temiz tutmaktır. Kerametlere rağbet etme. Çünkü veliler
bundan kaçınmışlardır. Müritler için ne bir noksanlıktır, ne de Allah'ın
kapısından ayrılma Kalbini Rasulullah'a yönelt, şeyhin ve mürşidin
vasıtalarıyla O'nun yüce kapsından yardım iste..
Karşılıksız,
garazsız şeyhine hizmet et. Ona karşı son derece terbiyeli ve edepli
ol. Gıyabında dahi onun şerefini koru. Kendini onun hizmetine ver,
evinde hizmeti arttır. Huzurunda az konuş. Ona tanzim ve vakarla bak.
Ona sakın küçümseyici bakışlarla bakmayasın. Kardeşlerine öğüt ver,
kalplerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul. İnsanları Allah'a
yöneltmeye bak. Sadakat ve ihlasla dervişlerin yolundan gitmelerini
sağla.
Kalbini Zikir ile, kalıbını da
fikirle tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak
olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet kanatlarıyla
sonsuzluklara uçabiliyor musun ? Sen ona bak... Ahmed-er Rufâî
hazretleri, kendisinin tevazu, zül, inkisar yoluyla matlubuna vasıl
olduğunu, bunları tarikinde bir esas olarak tercih ve tespit ettiğini
söylemektedir.
Menkıbeler içinde fevkalede
tevazuunu gösteren örnekler vardır. Bunlardan birinde kendisine iftira,
hakaret ve küfür dolu sözler sarf eden bir şeyhe karşı, "Efendim, sizin
hilminiz büyüktür, affınız geniştir. Ben neyim ki, ne kıymetim var ki bu
kadar hiddete kapılıyorsunuz. Ben, sadece hizmetkarlarınızın en
miskiniyim, ayaklarının tozuyum." Şeklinde yumuşak ve mütevazi bir söz
ile mukabele etmesi üzerine, Ahmed-er Rufâî Hazretleri"ni kızdıracak
başka bir söz bulamayan Şeyh "Görüyorum ki siz nefsinizden sıyrılıp
çıkmışsınız. Şimdi mülk sizindir., nimet sizindir ve sizin neslinize
aittir. Beni de bağışlayın" demiş ve müritleri arsına girmiştir. Bu nevi
menkıbeler ve eserlerindeki ifadeler Onun şahsiyetini ve tarikat
pirleri arsındaki hususiyetini gösteren çizgilerdir.
Şu
nokta dikkat çekicidir ki birkaç keramet olayı istisna ondan bahseden
menkıbeler daima Onun davranış ve ahlâkını, insanlarla münasebette
tevazu ve hoşgörüsü ve ağırbaşlılığını anlatmaktadır. Bu özelliği ile
Tasavvuf Güzel Ahlaktır. Tarifinin müşahhas bir örneği olarak
görülmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri,
dört büyük kutuptan biridir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinden sonra
Kutbiyet makamına yükseldiğini kaynaklar belirtmektedir. Gavsiyet ve
Kutbiyet âlemi kendisine bundan önce de bir kere daha tevdi edildiği ve
onun bu vazifeden af dilediği, bunun üzerine Abdulkadir Geylani'ye
verildiği, O'nun ölümü üzerine tekrar kendisine tevdi edilince bu
vazifeyi kabul ettiği ve onaltı sene birkaç ay bu makamda bulunduğunu
ifade etmektedirler. Kendisine Ebül Alemeyn (iki sancak sahibi)
künyesinin bu duruma işret olarak verildiği kaydedilmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri müritlerini şöyle müjdeliyor: "Rabbim
bana lütf'ü ihsanınla gözlerin göremediği, kulakların işitmediği,
beşerin akıl ve hayaline gelmediği, bir çok nimetler ihsan etti. O'nun
kerem elçisi Rasulullah, (s.a.v.) beni temin edip söz vermiştir ki
Müridlerimi, sevenlerimi, zürriyetimi sevenleri, yerinde kaim olanları
ellerinden tutup kaldıracak ve kurtaracak. Bu hal, kıyamete kadar böyle
sürecek. İşte ruhen biat böyle hasıl oldu. "Allah (c.c) verdiği sözden
dönmez." Şu halde Onun yolunda gidenlerin sahip oldukları büyük nimet ve
müjdeyi bütün açıklığı ile ifade eder.
Ahmed-er
Rufâî Hazretleri, Mecal bin Yunus ve Abdül Mü'min adında iki müridi ile
sahrada geziyorlardı. Birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleri pek
ziyade idi. Onların bu yakınlığı ve duydukları manevi haz, her ikisini
de sarhoş etmişti. Bu durum onları zaman zaman kendilerinden
geçiriyordu.. Cezbeye tutuluyorlardı. Hatta müridlerden biri; -Sana bu kadar zamandır Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin yakınlığından sana ne erişti? Diğeri: -Ne dilersem kabul edilme lutfu. -Dile bakalım Allah (c.c) lutfedecek mi ? -Ya Rabbi ateşten azad olduğuma dair şu aciz kuluna bir ferman göster. Diye niyaz etti. -Allah
(c.c)sonsuz kerem sahibidir. Fazlına nihayet yoktur. Ve iki müridin
önüne bir yaprak sağa sola yalpa yaparak bir kâğıt düştü. Kâğıda
baktılar, Kâğıt bembeyazdı. üzerinde hiçbir yazı yoktu. Alıp Seyyide
götürdüler. Ve hiçbir şey söylemediler. Seyyid bu bembeyaz kâğıda baktı
ve hemen şükür secdesine kapandı. Secdeden başını kaldırınca: -
"Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki bağlılarımın cehennemden
kurtuluşunu bana dünyada gösteriyor." Buyurmuş. "Bunun üzerinde yazı
bulunmayan beyaz kâğıt" diyen oradakilere: - "Evlatlarım kudret eli siyahla yazmaz, bu nurla yazılmıştır." Cevabını vermiştir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, çok farklı özelliklere sahipti. Peyamber
Efendimize çok yakın idi. Ona her şeyi ile tutkundu.Cenab-ı Hakk,
yaradılışında onunla kader birliği içinde yaratmış, bir takım
hikmetlerle onun isminin müsemması kılmıştır. Dünyaya gelmeden annesi ve
dayısı Mansur el-Bataîhi'ye rüyalarında isminin Ahmed olması
müjdelenmiş ve emredilmiştir. Küçük yaşta Peygamber Efendimiz gibi yetim
kalmıştır. Nesli kız evlatları ile devam etmiş, erkek evladını küçük
yaşta kaybetmiştir. Hayatında kendisine hakaret edilmiş, eziyet görmüş, O
ise PEYGAMBER Efendimiz gibi sabırla, dua ile mukabelede bulunmuş,
hasımlarına karşı tevazu göstermiştir.
His Life (English)
Shaikh Ahmed er-Rifai
was
born in Hasen Region of Vasit in Iraq on Thursday. (1119-1182) This day
was in the first half of Recep of lunar months. When he was seven years
old, his father Seyyid Sultan Ali died in Baghdad. After that his uncle
Seyyid Mansur er-Rabbani el-Betaihi took under his protection and
educated him.
Ahmed
er-Rifai's family comes from Huseyin, the son of Ali, at the side of
his mother. On the other hand, at the side of his father, his lineage
which goes to prophet Muhammad is like that: master of the community,
husband of Fatima who is the base of Imams, a relative of the prophet,
Ali; Imam of Muslims, the chief of the mumins (believers in islam) who
tried and liked with several troubles and calamities, the martyr of
Kerbela, Huseyin; el-Imam Ali Zeyn ül Abidin; el-Imam Muhammed el-Bakir;
el-Imam Cafer es-Sadik; el-Imam Musa el-Kazim; el-Imam Ibrahim
el-Mürteza; es-Seyyid ikinci Musa; es-Seyyid Ahmed; es-Seyyid Hüseyin;
es-Seyyid el-Hasen; es-Seyyid Muhammed eb-ul-Kaasim; es-Seyyid el-Mehdi;
es-Seyyid eb-ul Mekarim el-Hasen; es-Seyyid Ali; es-Seyyid Ahmed;
es-Seyyid Hazim; es-Seyyid Sabit; es-Seyyid Yahya; es-Seyyid Ebul-Hasen
Aliyy-ür-Rifai; es-Seyyid Ahmed er-Rifai.
He
learned Quran from Shaikh Abd üs-Semi el-Hurbuni in Hasen, birth place
of him. He committed to memory whole Quran when he was seven. At the
same year after death of his father, his uncle Mansur el-Betaihi
transferred him and his family to Dikla region. His uncle send him to
Ebul Fadl Ali el-Vasiti who is an expertin the canon law of Islam, a
commentator on the Quran, a preacher and big
On
the other hand, when he was attending dzhikr meetings of his uncle
Shaikh Mansur er-Rabbani, he was also attending the courses of his other
uncle Shaikh Ebubekir who was the sultan of scientists and the big
scientist of his era. He memorized the book " Tenbih" that is interested
with Fikih (Muslim canonical jurisprudence) of Safi which belongs to
Imam Ebu Ishak Sirazi. And he had written an explanation about the book
(this explanation was lost in Mogul invasion)
He
spent his all time with learning religious knowledge. Allah had given
him what a beautiful knowledge, eventually even his teachers and people
who teach him respect had learned the essence respect in the presence of
him.
When
he was twenty, Ebu Fadl Ali who was the Shaikh of Vasit province and
his teacher gave him a "Sehadetname" (writings of evidences) including
canonical law and order of dervishes sciences, gave him a nickname that
was the father of external and interior sciences, and also dressed him a
his own dervish's cloak. His teachers and his Shaikhs agreed about the
greatness of his rank and the superiority of his worth.
He
stayed in Nehr-i Dikla for a short time and after that he came back his
father's public guest-house for travelers at Hasen and then he became
very famous. When he was twenty-eight, his uncle Shaikh Mansur
bequeathed him to manage the dervish lodge and Caliphs after his dead.
He also commanded him to live in dervish lodge of Shaikh Yahya
en-Neccari who is his grandfather from his mother side. He sits
enlightenment possession and starts his preaches in this dervish lodge.
His uncle died in the year of the bequeathing. When he was thirty-five,
the number of his murids was over seven-hundred-thousands.
He
wasn't abstaining from teaching Sunnah of Prophet Muhammad and the
details of the Quran to public and he always said that the trade of wise
man is to show the way goes to Allah and to direct hearts towards
Allah.
He
give courses of hadith, canonical jurisprudence, religious precepts and
commentary on the Quran in everyday except for Monday and Thursday. He
was sitting his enlightenment possession pulpit at the afternoon on
Monday and Thursday and preached targeting intellectuals and also
public. People lose their minds, intelligence was stupefied, hearts were
submitted to him because of the deepness and influence of his words.
After Prophet Muhammad, companions and disciples of the prophet and
twelve Imams there was no any other person who speaks very well like
him.
When
he sat his pulpit to give lecture, a crowded was gathering including
superior scientists, preachers, spiritual teachers and the public. When
he began to speak, the knowledge was gushing from his language like
gushing sea. Wise men were enraptured in the presence of his beautiful
and influential words and his wide knowledge. The denying and obstinate
people were tongue-tied in the presence of powerfulness of evidences.
Literary men take their shares from his superior expression, scientists
from his skills and talents, philosophers from his deep and wise
speaking.
There
is an information in the book which is called “Sevad ul-Ayneyn” of Imam
Rafii. The writer says that; Shaikh Salih Yusuf Ebu Zekeriya
el-Askalani, who was a great expert in the canon law of Islam, had told
me that; “I had gone to Ummi Abide to visit Shaikh Ahmed er-Rifai. There
were people more than one hundred thousands around the guesthouse, some
people were managers, scientists, shaikhs and the other public. He gave
a dinner to all of them and was very friendly to everyone. He started
to preach in the afternoon of a Thursday. Preachers of Vasit province, a
religious community from doctors of Muslim theology of Iraq and the
important people of the province were in the preach meeting. One group
of them asked for science of commentary on the Koran, the other group
asked for subjects interested with record of sayings of the Prophet
Muhammad, the other group asked for Muslim canonical jurisprudence,
another group asked for the disagreement between the different religious
opinion, and the other groups asked too many questions about different
sections of science. He answered more than two hundred questions, and he
hadn’t got any anger when he was answering questions. I became
embarrassed because of insensitiveness of people asking questions, and I
stand up and said them that; “Is this not enough for you? He will
answer all questions about the written sciences, not facing any
difficulty, with the permission of Allah.” Because of my words he smiled
and said to me that; “Ebu Zekeriya allow them to ask before lose me.
Certainly world is a house of to become absent. Allah changes whole
situations every time.” All public cried because of his answer. The
meeting was confused, worried sounds were heart. Forty thousands people
became students of him with the spiritual effect of his talk.
Ahmad
Rifai's talks, his moves, his behaviors and his every breath were for
Allah. He had got always a smiling face and he was modest,
good-tempered, enduring suffering, very patient. He didn’t become cross
with anyone and didn’t want any help for his own personality. On the
contrary, he loves for Allah, and anger for Allah. He doesn’t rebuke
somebody who behave that he doesn’t like. He doesn’t see his family and
himself superior to other people. Even he said about this subject that;
“According to our opinion for Allah, everybody is equal to each other,
it doesn’t matter they are close relative or unknown people for us.”
He
used to want from people protect themselves overusing the things that
neither recommended nor forbidden by religious law like that overeating
and oversleeping. He used to recommend doing worship during the nights.
He also used to recommend being far away from people who doesn’t know
their limit, behave in excessive manner, see themselves superior to
others and dispute each other. He used to do his service by himself,
repair his shoes, carry the firewood prepared for him to the house of
people who are sick, orphan, fallen and without relations or friends.
He
used to turn shoes of blinds, and also take away them to the place that
they want to go. He respect to old people and recommend respecting
them. He always used to say the words of our Prophet Muhammad; “Whoever
respect to an old Muslim person, Allah assign people who respect to them
when they are old.”
He
used to go to house of leprous and bedridden people, wash their
clothes, bring their meal, sit and eat with them, and want them to pray
for him. When he heard a patient in his city in a far city, he used to
visit them. He also cure the wounded animals, and he said that; “To
compass the creatures of Allah is one of the reasons that human being
close to Allah.”
He
used to behave very merciful to orphans, cry for poor people, grow
merry their joy, behave them with modesty, see himself like one of them
and say in meetings that; “ If whole craft owner is count and every
craft owner passes in groups, I prefer to become a poor in the groups of
poor.”
Great
people of his era said that; “The most important reasons of reaching
his great place is his great mercy to all creatures and his looking self
down to himself.”
He
used to respect to wise and experts in the canon law of Islam and want
from everybody to respect them and say like that; “Wises are the leader
and fundamentals of the community.”
He
had withdrawn from world. He didn’t store any commodity at anytime.
Although he had a big wealth, he didn’t wear to clothes at the same time
neither in the summer nor in the winter. His movable and immovable
property was much more than property of governors and famous rich men.
He used to distribute the revenue of his real estate to dervishes and
people who come to dervish convent. He didn’t left any commodity to his
children
Eserleri
el-Hikemü'r Rufaiyye
en-Nizamü'l-Has li-Ehli'l-İhtisas
Hadis-i Erbain Şerhi
el-Burhanü'l-Müeyyed
el-Mecalisü's-Seniyye
el-Eş'ar
el-Ahzab ve'l-Evrad
Mecalis-i Ahmediyye
Kitabü'l Hikem
Ahzabu'r Rufaiyye
es-Sıratu'l-Müstakim
er-Rivaye
et-Tarik İlallah
el-Akaidü'r-Rufaiyye
Şerhü Tenbih
Tefsirü Sureti'l Kadir
Rahiku'l Kevser
el Bahçe fi'l Fıkh
Nesebi
Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. Anne tarafından da nesebi hazreti Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari'ye dayanır. Bu yüzden kendisine Ebu'l Alameyn, iki sancak sahibi künyesi verilmiştir. Ebu'l Abbas da denir. Beni Rufae kabilesine mensub olduğu için Rufai nisbeti ile tanınmıştır. Ali bin Ebu Talib (r.anhüm) Hüseyin bin Ali Ali Zeynel Abidin bin Hüseyin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin Caferi Sadık bin Muhammed Bakır Musa Kazım bin Caferi Sadık İbrahim Murteza bin Musa Kazım Musa bin İbrahim Murteza Ahmed Salih bin Musa Hasan bin Ahmed Salih Muhammed bin Hasan Mehdi bin Muhammed Rufae Hasan bin Mehdi Ali İşbili bin Rufae Hasan Ahmed Murteza bin Ali İşbili Ebu'l Fevaris Hazım Ali bin Ahmed Murteza Sabit bin Ebu'l Fevaris Hazım Ali Yahya bin Sabit Seyyid Ali bin Yahya Ahmed (Rufai) bin Seyyid Ali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder