Hicri 718
yılında,
Muharrem
ayında
dünyaya
geldiler.
Asıl adı :
Seyyid
Muhammed
Bahauddin.
Kendileri
Seyyid'dir.
On dördüncü
babada Hz.
Ali'ye (r.a)
yetişir.
Doğup vefat
ettikleri
yer Kasr-ı
Arifan
denilen köy.
Evrad, Tuhfe
ve Hediyye
kitapları
çok
kıymetlidir.
Seyyid Emir
Külal'e
bağlanan bu
tarikat
zincirinden
başka Şah-ı
Nakşibend
hazretlerinin,
hacelerin
hacesi, Hace
Abdulhalik
Gücdevani
hazretlerinin
yüksek
ruhaniyetlerinden
ettiği
istifade
sebebiyle de
üveysidir,
Nitekim
kendileri
şöyle
anlatır:
"Cezbe hali
bende
kuvvetli
olup,
kararım
kaldığı
günlerde
Buhara' da
dolaşır,
bazı büyük
velilerin
kabri
şeriflerini
ziyaret
ederdim. Bir
gece hangi
kabre
gittiysem
ayak
uçlarında
birer kandil
yanar
gördüm.
Fakat yağı
ve fitili
olduğu
halde,
isteksiz,
sönük
yanıyorlardı.
Eğer
fitillerin
uçlan
dokunma ile
düzeltilirse,
gayet güzel
ışık
verecekti.
Ben ise
kandilleri o
halde
bırakarak (Hace
Mezd ahun)
hazretlerinin
kabrine
gittim.
Yüzümü
kıbleye
dönerek
oturdum. 0
an bende bir
kendimden
geçme hali
hasıl oldu.
0 hal
esnasında
öyle
müşahede
ettim ki,
kıble
tarafından
yeşil örtü
ile
süslenmiş,
gayet güzel
bir kürsü
göründü.
0 kürsünün
etrafını
büyük bir
kalabalık
sarmışlardı.
İçlerinden
ancak, Hace
Muhammed
Baba Semmasi
Hazretlerini
tanıdım.
Anladım
ötekiler
daha önce
dünyadan
göçmüş
haceler, bu
yolun
büyükleriydiler.
Sonra
içlerinden
birisi bana:
"Bu kürsünün
üzerinde
Abdulhalık
Gücdevani
hazretleri
ay gibi
parlamaktadır.
Etraftaki
cemaat ise
kendi
halifeleridir,
deyip birine
işaret
ederek, bu
hace Ahmed-i
Sıddık, bu
hace
Evliya-i
Kebir, bu
hace Arifi
Rivegeri, bu
hace Mahmud
Enciriyil
Fağnevi, bu
hace Ali
Ramitenı'dir.
Hace
Muhammed
Baba Semmasi
hazretlerini
zaten
tanırsın
buyurdu.
Sonra
Abdülhalık
Gucdevani
hazretleri
bana
teveccüh
ederek,
hakkımda pek
büyük inayet
buyurarak
bir hırka
ihsan eyledi
ve:
"Bu hırkanın
kerameti
vardır. Bunu
giyen
kimseye,
inecek olan
belalar,
bunun
bereketiyle,
o kimseden
kalkar"
buyurdular.
Bundan
sonra, bu
büyükler
yolunda
ilerlerken,
başlangıçta,
ortada ve
sonda
kullanılmakta
olan
kelimeleri
bana
anlattılar,
sözlerinden
biri şudur
ki: "Bahaüddin!
Sönük olarak
yandığını
görmüş
olduğun
kandiller
senin
kabiliyet ve
istidadının
bu yolda
olduğuna
işarettir.
Ama istidat
fitilini
hareket
ettirmek
lazımdır.
Böylece
istidadın
parlar,
Hakkın
sırlan onda
zahir olur."
Diğer bir
sözleri de
Bahaüddin.
Sana lazım
ki, ayağını
her halde
şeriat
caddesi
üzere
bulundurasın.
Emir ve
yasakta
istikamet
üzere
olasın.
Daima
azimetle
amel edesin.
Yani
haramlardan
ve
şüphelilerden
sakındığın
gibi,
mubahların
da
fazlasından
sakınasın.
Sünnetlere
uyup, elden
geldiği
kadar, bütün
sünnetleri
işleyesin.
Ruhsatları,
cevazları
terk edip,
bidatlerden
çok
sakınasın"
nasihatlerinden
ibaret idi.
Şah-ı
Nakşibend
hazretleri,
ilk
zamanlarındaki
hallerinden
bahsederek
buyurmuştur
ki: "Biz üç
kimse idik.
Hak yolunda
ilerlemeye
koyulduk.
Ama benim
himmetim,
bütün
masivadan
yani Allah'
dan başka
her şeyden
geçip, Hak
Teala
hazretlerine
kavuşmak
idi. Bunun
için Allahü
Tealanın
yardımı
erişerek,
beni bütün
masivadan
kurtardı ve
maksadıma
kavuşturdu.
Mürşidi
Seyyid Emir
Külal de,
gizli ve
açık zikri
birleştirmişti.
Açık zikir
başladığında,
Şah-ı
Nakşibend,
zikir
halkasından
çıkarlar. Bu
hal öbür
müritlere
ağır
gelirdi.
Şah-ı
Nakşibend,
bu kızmalara
hiç aldırmaz
ama,
mürşidinin
hizmetinden
bir an bile
geri
durmazdı.
Seyyid Emir
Külal ölüm
döşeğinde.
Şah-ı
Nakşibend'e
bağlanmalarını
isteyince,
müritler:
"Fakat o
açık zikirde
bize tabi
olmamış"
dediler.
Emir Külal
hazretleri
cevap verdi:
"Onda
gördüğünüz
her şey,
Allah (c.c)'
ın
izniyledir.
Onun
iradesinin
dışındadır.
Ve Şah... Bu
tarikatın
ser tacı...
Buyurdular:
"Biz;
sevgiliye
eriştirmeye
vasıtayız,
yola
düşenlere
gerektir ki;
sonunda
bizden
kesilip,
sevgiliye
ulaşsınlar."
Buyurdular:
"Bizim
tarikatımız
sohbettir.
Halvette
şöhret,
şöhrette
afet vardır.
Hayır
cemaattedir".
Şah-ı
Nakşibend
(K.S)
buyurdu:
"-Cezbeye
kapıldığım
ilk
zamanlardaydı.
Bana bu yola
nasıl
giriyorsun?
dendi. Benim
dediğim ve
dilediğim
olmak
şartıyla
dedim. Bizim
dediğimiz ve
dilediğimiz
olur hitabı
geldi. Buna
dayanamam.
Benim
dediğim
olursa, bu
yola adım
atarım,
yoksa bu
yola giremem
dedim.
Bu iki kere
tekrar etti.
Sonra beni
bıraktılar.
On beş gün
durgun halde
kaldım.
Büyük bir
ümitsizliğe
kapılırken,
bana "Senin
dilediğin
olur"
buyruldu.
Bunun
Üzerine:
"Öyle bir
yol
istiyorum
ki, ona
girenlerin
hepsi,
Allahü
Tealaya
kavuşmakla
şereflensin"
dedim.
' Yakub-ı
Çerhi (K.S)
anlatır:
"Buhara' nın
alimlerinden
yetişip,
fetva
vermeğe
icazet
aldıktan
sonra,
memleketime
dönmeyi
düşündüm.
Hazreti
Haceye
uğrayıp,
beni
hatırınızdan
çıkarmayın
dedim ve çok
yalvardım.
Gideceğin
zaman mı
yanımıza
geldin
buyurdu.
Hizmetinize
müştakım
dedim. Hangi
bakımdan?
buyurdu. Siz
büyüklerdensiniz
ve herkesin
makbulüsünüz,
dedim. Bu
kabul
şeytani
olabilir,
daha sağlam
delilin var
mı buyurdu.
Sahih
hadiste:
"Allahü
Teala bir
kulunu
severse,
onun
sevgisini
kullarının
kalbine
düşürür"
geldi dedim.
Tebessüm
edip: "Biz
azizanız"
buyurdu.
Bunu duyunca
birden halim
değişti. Bir
ay önce
rüyada
birisi bana:
"Git,
Azizanın
müridi ol"
demişti. Onu
unutmuştum.
Onlardan
duyunca bu
rüyayı
hatırladım.
Alaüddin
Attar (K.S)
anlatır:
"Şah-ı
Nakşibend
hazretleri
beni kabul
edince,
kendilerini
o kadar
sevdim ki,
kararım
kalmadı.
Sohbetlerinden
ayrılamıyacak
hale geldim.
Bu halde
iken bir gün
bana dönüp:
"Sen mi beni
sevdin ben
mi seni
sevdim?"
buyurdu.-
"îkram
sahibi
zatınız,
aciz
hizmetçisine
iltifat
etmelisiniz,
hizmetçiniz
de sizi
sevmelidir"
diye cevap
verdim.
Bunun
üzerine:
"Bir müddet
bekle işi
anlarsın"
buyurdu. Bir
müddet sonra
kalbimde
kendilerine
karşı
muhabbetten
eser
kalmadı. 0
zaman:
"Gördün mü,
sevgi benden
midir,
senden
midir?"
buyurdu.
H.791 yılmda
vefat
ettiler.
Mübarek;
uzun boylu,
buğday
benizli, gür
sakallı,
güler yüzlü
idi.
NAKŞİBENDİLİK TARIKATININ TARIHCESI
Nakşibendilik tarikatı,
1318-1389 yılları arasında Türkistan'da yaşayan Muhammed Bahaüddin
tarafından kuruldu. Nakşibend, Farsça 'nakış yapan' anlamına geliyor.
Tarikatın bu adı, 'Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için'
aldığı ve böylelikle kurucusunun isminin sonuna da Nakşibend kelimesinin
eklendiği biliniyor. Muhammed Bahaüddin'in kendisinden çok önce vefat
eden Abdülhalik Gücdivani tarafından yetiştirildiği kabul ediliyor. Şeyh
Nakşibend, Buhara yakınlarında Kasr-ı Arifan adı verilen köyde doğdu ve
aynı köyde vefat etti. Nesef ve Merv şehirlerinde de yaşayan ve iki kez
hacca giden Nakşibend'in çok mütevazi bir hayat sürdürdüğü biliniyor.
Haramdan sakınan, kendisine hediye getirenlere hediyelerle karşılık
veren, ancak bu konularda peygamber gibi davranmanın küstahlık olduğunu
söyleyen Bahaüddin Nakşibend,misaf ire çok saygı göstermesiyle de
tanınıyor. Hatta misafire uymak gerekirse orucu bozmanın bile caiz
olduğu şeklindeki açıklamaları, bazı kaynaklarda yer alıyor.
YAYMAYA DEVAM ETTİ
Nakşibend'in ölümünden sonra tarikatı Halifeleri Alaüddin Attar,
Muhammed Parsa ve Yakup-i Çarhi yaydı. Özellikle Muhammed Parsa'nın bu
konuda çok büyük hizmetinin olduğu biliniyor. Nakşibendiliğin esaslarına
öncelikle Gazneliler döneminde rastlanıyor. Başlangıçta sadece belli
esasları olan bu tarikat, gerçek kimliğine Hoca Yusuf el-Hamadani'den
sonra kavuştu. Tarikat, ehli sünnet akidelerine sıkı sıkıya bağlı olduğu
için Sünni padişahların ilgisini kazandı. Yusuf el- Hamadani'nin
halifelerinden Ahmet Yesevi tarikatın Maveraünnehir'd e, Abdülhalik el-
Gücdivani de Harizm ve Horasan'da yayılmasına yardım etti.
YESEVİ TÜRKİSTAN'DA
Horasan tasavvufunun önemli temsilcilerinde nolan Yusuf Hamadân1140
yılında vefat ettiğinde, arkasında iki mürid bıraktı: Bunlardan biri
Hoca Ahmed Yesevi, diğeri ise Abdülhalik Gücdivani... Bu iki müridi
birbirinden ayıran en önemli özellik ise zikirdeki farklılıkları. Yüksek
sesli zikir yapan Hoca Ahmed YesevTürkistan' da hizmet vermeye devam
ederken, Hanefi mezhebinde sesli zikirin mekruh sayılmasından dolayı
sessiz zikiri uygun gören Abdülhalik Gücdivani ise Özbekistan sınırları
içerisinde ekolünü yaydı.
İKİ KOLA AYRILDI
Hoca Ahmet Yesevi'nin takipçileri tarikata "Yesevilik" derken,
Abdülhalik Gücdivani'nin tarikatına ise "Hacegan" ismi verildi.
Yesevilik özellikle Türkler arasında yaygınlaşırken, Hacegan ve onun
devamı Nakşibendilik ise hem Türkler hem de Tacikler arasında yayıldı.
Horasan'ın melâmet anlayışı ile Buhara'nın Sünni anlayışını
birleştirenbir tasavvuf ekolü olarak kurulan Hacegan tarikatı, 14'üncü
yüzyılda Bahâeddin Nakşibend'in tarikatın unutulmaya yüz tutan
prensiplerini tekrar ortaya koymasından dolayı Nakşibendiyye adını aldı.
BALKANLAR'A DA GİRDİ
Nakşibendilik, Semerkand'da yaşayan Ubeydullah Ahrâr'ın şeyhliği
döneminde ve devamında Orta Asya'nın en güçlü ve yaygın tarı haline
geldi. Kısa zamanda Maveraünnehr'in sınırlarını aşan Nakşibendilik, Doğu
Türkistan'ın Kaşgar ve Yarkend gibi şehirlerinden Balkanlar'a,
Hicaz'dan Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. Müceddidiye
kolunun kurucusu İmam Rabbani adıyla da anılan Serhendli Ahmed Faruki.
Hazreti Ömer'in soyundan gelen Faruki,1563- 1626 yılları arasında
yaşadı. Faruki'nin en önemli eserleri arasında 'Mektubat' oldukça ünlü.
Bu eserde Vahdet-i Vücud reddediliyor. Muhiddin- i Arabi ve
Mevlana,fikirle ri nedeniyle şiddetle eleştiriliyor.
İkinci önemli kol olan Halidiye'nin kurucusu ise, 1776-1826 yılları
arasında yaşayan Mevlana Halid Bağdadi. Politik olaylarda daha çok bu
kolun müridleri aktif oldu. Halid-i Bağdadi, tasavvuf tarihinin en
önemli simalardan biri olup Bağdat'ın kuzeyindeki Zur şehrinde doğdu,
1826'da ise Şam'da vefat etti. Nakşibendi tarikatına yeni bir dinamizm
kazandıran Bağdadi, yüzlerce halife yetiştirdi. Bağdadi'nin bu suretle
siyasi üstünlüğünü kaybetmeye başlayan İslam dünyasına bir sonraki
asırda filizlenecek uyanış hareketinin çekirdeğini ektiği belirtiliyor.
Halidiye koluna bağlı Nakşiler, Osmanlı İmparatorluğu'n daki Batı
taklitçiliği zihniyetini frenlemek için çalışıp, İslam'dan uzaklaşma
hareketi ile mücadele ettiler. Nakşibendilik, Osmanlı'ya ilk kez Fatih
Sultan Mehmet döneminde girdi. Abdullahİlahi, Semerkand'a giderek
Nakşibendi şeyhi Ubeydullah Ahrar'ın yanında tasavvuf eğitimi görüp
icazet aldıktan sonra memleketi Kütahya'nın Simav ilçesine döndü. Bir
süre sonra İstanbul'a yerleşen Abdullah İlahi öldükten sonra onun mürid
ve halifesi Emir Ahmed Buhari, Nakşibendği yaymaya devam etti. Türkçe ve
Farsça şiirleri olan Buhari'nin müridleri tarikatı Anadolu'nun birçok
şehrinde yaydı. Nakşibendi Şeyhi Bursalı Lamii Çelebi ise, bazı
şiirlerini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Süleyman'a ithaf etti.
Anadolu topraklarında Nakşibendiliğin en yaygın hale gelmesi, 19.
yüzyılda Halidiyye kolu vasıtasıyla oldu. Bağdat ve Şam'da yaşayan
Mevlâna Hâlid-i Bağdâdçok sayıdaki mürid ve halifelerinden bazılarını
İstanbul'a ve Anadolu'ya göndererek tarikatı geniş kitlelere yaydı.
TÜRK SİYASETİNDE NAKŞİBENDİLER
Batılılaşma ve Cumhuriyet'e en çok direnen tarikat olarak tanınıyor...
Nakşiler politikayı seviyor, parti kuruyor, siyaseti yönlendiriyor.. .
Turgut Özal dahil pek çok tanınmış Nakşibendi politikacı var.
Nakşiliğe girenlerin 11 ilkeye sıkı sıkıya uyması gerekiyor.
Nakşibendilik , Türk siyasi hayatının en etkin tarikatı
Türkistan çıkışlı olan Nakşilik,Türkiy e'de özellikle 1980 sonrası
"meşruiyet" kazandı ve yakın dönemde Türk siyasi hayatını derinden
etkileyen tarikat oldu Cumhuriyet'in ilk yıllarında Menemen isyanı ile
yeni yönetimle çatışan Nakşilik, süreç içinde MSP, RP, ANAP ve AKP ile
siyaseti yönlendirmeye çalıştı.
Yakın dönem Türk siyasi hayatını en derinden etkileyen tarikatların
başında Nakşilik gelir. Kurucusu, 1318-1389 yılları arasında Türkistan
Buhara'da yaşayan Muhammed Bahaüddin'dir. Tarikat ismini Farsça "nakş"
ve "bend" (nakış yapan) kelimesinden alır. Zira şeyhin müridin kalbini
işlediği, onun üzerine süsler yaptığı varsayılır. Bu nedenle kurucusunun
isminin sonuna "Nakşibend" kelimesi eklenmiş, tarikat da bu nedenle
Nakşibendi ya da Nakşi adlarıyla anılır. Anadolu'ya ilk kez 15'inci
asrın sonlarında gelen tarikatın bugün yaygın ve en güçlü tarikat
olmasının nedeni "şeyhe bağlılık" ilkesinin diğer tarikatlara göre çok
daha sıkı uygulanması.
EN KOLAY TARİKAT
Nakşilik tüm tarikatlar arasında "en kolay olanı" olarak nitelendirilir.
Zira Nakşilik'te şeyh müritten daha fazla çalışır. Tarikatta en büyük
mürşid (yol gösterici) şeyhtir ama daha alt düzeyde de mürşitler vardır.
Nakşilik'te mürşit görevini üstlenenler de kalbindeki tüm güzellikleri
aktarmak zorundadır. Nakşilik'i diğerlerinden ayıran en önemli özellik
"gizli zikir" ilkesidir. Yani Allah'ın adını yüksek sesle söylemek ve
bunu ayine dönüştürmek yoktur. Allah'ın adı ya içinden ya da çok küçük
bir sesle anılır. Nakşilik'e özgü bu zikre "Hatm-i hacegân" denir ve
yabancılar bu zikre alınmaz.
ŞAPKA VE MENEMEN
Osmanlı'daki batılılaşma ve tanzimat hareketlerine karşı çıkmış
olmaları. Kendi deyimleriyle Osmanlı'daki "Batı taklitçiliği zihniyetini
frenlemeyi" savunmuşlardır. Aynı kelimeleri siyasi hayatında sıkça
kullanan Necmettin Erbakan'ın bu sözleri nereden aldığı da böylece
anlaşılabilir. İslam'dan uzaklaşma hareketleriyle mücadele etmeyi en
önemli görev haline getiren Nakşiler bu nedenle Cumhuriyet döneminde
devletle en çok karşı karşıya gelen tarikat oldu. Bu durum özellikle
tekke ve zaviyelerin kapatılması, dini esas ve inançlardan ayıklanmış
kanunların yapılması ve Batılı anlamda laiklik üzerine kurulu bir devlet
kurulması gibi uygulamalarda kendini gösterdi. Nitekim Nakşi İskilipli
Atıf Hoca "Frenk Mukallitliği taklitçiliği) ve Şapka" isimli yazısından
dolayı yargılandı ve idam edildi. Yine Şeyh Esat Efendi de Menemen
Olayı'nda yargılandı, tutukluyken yaşamını yitirdi.
1960 SONRASI
Nakşibendi tarikatının sosyal hayattaki ve politikadaki ağırlığının
artması 1960 sonrasına denk gelir. Özellikle Milli Nizam Partisi ve
Milli Selamet Partisi hareketlerinde Nakşilik'in gücü önemli ölçüde
siyasi hayatta kullanıldı. Ancak bu partilerin "dince kutsal sayılan
şeyleri" bile politik malzeme konusu yapması sonradan tarikat içinde de
büyük eleştiri aldı. Ama asıl olarak yakın dönemde bu konuda büyük bir
fatura ödeyen dini çevreler rahatsızlıkları nı yüksek sesle dile
getirdi. Buna rağmen siyasetçiler her dönemde bu tarikatla ilişkilerini
siyasi malzeme olarak kullanmayı sürdürdü. Nakşilik'in son dönemde
yaygınlaşıp güçlenmesi Şeyh Bursalı Mehmet Zahid Kotku sayesinde oldu.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Necmettin Erbakan yeni partinin
çekirdek kadrosunu yine Nakşilerden oluşturdu. O günlerde Kotku,
Erbakan'a yakınlık gösterdi ve büyük destek verdi.
KOTKU'NUN ÖLÜMÜ
Kotku 1980 yılında öldü. Yüzbin kişinin katıldığı tören sonrasında
cenazesi, Milli Güvenlik Konseyi'nin özel izniyle Süleymaniye Camisi'nde
bulunan ve Nakşi şeyhlerinin gömüldüğü bölüme defnedildi. Kotku
yaşadığı dönemde İstanbul Fatih'te görev yaptığı İskenderpaşa Camisi ve
çevresini Nakşiliğin merkezi haline getirdi. Nakşilik'in aynı dönemdeki
bir diğer önemli ismi de Üsküdar'daki Şeyh Sami Efendi'ydi. Gerek Sami
Efendi gerekse Kotku'nun ardı ardına ölümünün ardından tarikatın
Adıyaman Menzil'de yaşayan ismi Mehmet Raşit Erol ile yine Fatih'te
Yavuzselim Camisi imamlığı yapan Mahmut Ustaosmanoğlu öne çıktı. Ancak
Kotku'nun ölümünün ardından tarikatta ayrılıklar da su yüzüne çıktı.
Kotku'nun yerine uzun yıllar Avusturalya'da yaşayan damadı ilahiyat
profesörü Esat Coşan geçtiyse de tarikatı tek merkezde toparlayamadı.
Kısa süre sonra ölen Prof. Esat Coşan'ın yerine de oğlu Nurettin Coşan
geçti. Tarikat bu nedenle birden fazla merkezden yönetiliyor. Başında
Nurettin Coşan'ın bulunduğu "İskenderpa şa Cemaati", başında Mahmut
Ustaosmanoğlu'n un bulunduğu "İsmailağa Cemaati", liderliğini Osman
Nuri Topbaş'ın yaptığı "Erenköy Cemaati" ve Abdülkadir Erol'un başında
bulunduğu Adıyaman'daki "Menzil Cemaati". Bu arada tarikatın yaşayan en
yaşlı kişisi Şeyh Nazım Kıbrıslı'nın da tarikatta önemli bir ağırlığı
bulunuyor.
NURCULUK EKOLÜ
Nakşilik'in bir başka önemli noktası da Türk siyasi hayatında çok
tartışılan Nurculuk'unda kendisi bir Nakşi olan Saidi Nursi tarafından
kurulması. Saidi Nursi'nin ölümünün ardından kendisi de birkaç kola
bölünen Nurculuk içinde elbette ki en önemli akım Fethullah Gülen
Cemaati. Öyle ki bir zamanlar Nurculuk'un Nakşilik'ten ayrı bir tarikat
olup olmadığı tartışılırken şimdilerde Fethullahçılık' ın bizatihi
kendisinden sık sık tarikat olarak bahsediliyor.
Nurcu ve Nakşiler ve daha bir çok tarikatlar Türkiye'de vede diğer
ülkelerde hızla ilerleme göstermektedir. Cahil insanların beyinleri
yıkanıp bu tarikatların gösterdiği her işarete ölümüne gitmekteler .Bir
yerde hipnoz edilmekteler.Ta rikat şeyhleri finans kaynağını nasıl
karşılamaktalar .Tabiiki müridlerinin dergah adı altında kandırılmış ve
beyinleri yuıkanmış cahil zavallı halktan topluyorlar. İstanbul
Beykozdaki villayı nasıl yaptırdılar zannediyorsunuz .Nurcular ise Abd
/Utahdaki (fetoş) kişinin direktifiyle yine zavallı halkı kandırmaktalar
.istanbulda her yerde toplantılar yapıp, fitre fidye zekat adı altında
insanlardan para toplamaktalar ve bu işlerde türbanlı kişileri
kullanmaktalar .birde en önemli finans kaynakları şehirlerimizdek i
bazı firmalardan ve gıda marketlerinden destekle 3.dünya ülkelerinde ve
Türkiye'de ayakta kalabilmekteler .Ayrıca fethullahcılar dediğimiz
nurcular okullar ,evler açıp küçük beyinleri elde edip kendi saflarına
katıp genç beyinleri ellerine almak o beyinlere istediklerini yaptırmak
.Nakşiler içinde aynı durum sözkonusu olup küçük beyinleri dergah
dedikleri yerlerde yoğurup kendi saflarına katmaktalar.Bu durumda
ailelere çok iş düşmektedir. Çocuklarının bu insanların eline düşmemesi
için çok dikket etmeleri gerekir .Yada kendi elleriyle çocuklarını
teslim etmemeliler diyeceğim ama nafile olduğunu biliyorum .Türkiye'de
milyonlarca insan hala uyumakta olup uyanmamakta ısrar etmekteler.
Anneler ve babalar eğer çocuklarınızın islamiyeti öğrenmesini
istiyorsanız sizler öğretin .Kötü niyetli kişlerin ellerine teslim
etmeyin ..
nakşibendi tarikatı,nakşibendi kolları,nakşibendi tarikatı nedir,nakşibendi menzil,nakşibendi silsilesi,nakşibendi nedir,nakşibendi ilahileri,menzil,nakşibendilik ile ilgili aramalar,nakşibendi,eyhleri,nakşibendi,arikatı,menzil,nurculuk,nakşibendilik tarikatı,nakşibendi menzil,nakşibendilik nedir,kadirilik,nakşibendi tarikatı ile ilgili aramalar,nakşibendi tarikatı şeyhleri,nakşibendi tarikatı kolları,nakşibendi tarikatı nedir,nakşibendi tarikatı silsilesi,nakşibendi tarikatı lideri,kadiri tarikatı,nakşibendi kolları,menzil
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder