113.
YÜZ ON ÜÇÜNCÜ MEKTUP
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği,
beğendiği kimselere "rahme- tullahi
aleyhim ecma'în" selâm olsun! Cezbe, ya'nî çekilmek, ancak bir üst
makâma olur. Dahâ üst makâmlara çekilmez. Şühûd da böyledir. Bir
ma- kâm görülebilir. O hâlde, kalb makâmında
bulunup sülûk yapmadan, cezb edilenler, ancak
kalbin üstündeki rûh makâmına çekilirler. Allahü teâlâ- ya
cezb edilmek için, nihâyetde bulunmak lâzımdır. Ya'nî bulunduğu mertebenin
üstünde başka makâm olmamalıdır. Başlangıcda olan cezbede,
bir üst makâm, ya'nî rûh [İnsanın kendi rûhu] müşâhede edilir.
Allahü te- âlâ, rûhları, kendi sûretinde yaratdığı
için, rûhu görünce, Hak teâlâyı görmek sanmışlardır. Rûhun, bu madde âlemi
ile, bir münâsebeti, bağlılığı olduğu için, rûhu görünce, mahlûkât aynasında,
Hak teâlâ görülüyor demişlerdir. Böylece, ba'zıları, ma'ıyyet [berâberlik] var
sanmışdır.
Sülûkün sonuna varmadıkca ve orada (Fenâ-i
mutlak) hâsıl olmadıkca, Hakkın
şühûdü mümkin değildir. [(Mutlak); kaydsız,
şartsız, ya'nî her bakımdan demekdir.] Fârisî beyt tercemesi:
Bir kimseye, nasîb olmazsa Fenâ, bulamaz yol, o makâma aslâ!
Hakkın şühûdünde, bu âlemin hiç münâsebeti yokdur. Şühûd-i rûh ile,
şühûd-i Hak arasındaki fark şudur ki, bu âlem ile herhangi bir
bakımdan münâsebeti bulunursa,
(Şühûd-i Hak) değildir. Eğer hiç münâsebeti yok ise,
(Şühûd-i ilâhî)dir.
Başka kelime bulunamadığı için, şühûd denilmişdir. Yoksa,
bu görmek değildir. Anlaşılamıyan, anlatılamıyan bir hâldir. Bîçûn
için olan şeyler, bilinen diller ve kelimelerle anlatılamaz.
Vesselâm!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder