Cinlere de Peygamber Gönderildi peygamber | |
Cinlerin
de, kendi başlarına bir alem olduklarına
göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin
gönderilmiş
olması gayet mantıklı olsa gerek.
Daha
önceki
bölümlerde "cinlerin de birer sorumlu varlık olduğunu" bildirmiş
ve "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimizi anlatan ve
bugününüzle
karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? (denilince)
"kendi
aleyhimize de olsa şahitlik ederiz" dediler. Dünya hayatı kendilerini
aldattı
ve kendilerinin kafir olduklarına şahitlik ettiler" (En'am/130)
ayetinin
bu hususu açıklayıcı bir delil olduğunu ifade etmiştik. Dikkat edilecek
olursa, aynı ayet, yine onlara (ister kendi içlerinden, isterse
insanlara
gönderilen peygamberlerin onlara da peygamberlik etmesi şekliyle)
peygamberlerin
gönderildiği hususunu da gayet açık ve net olarak ifade etmektedir.
Cenab-ı
Hakk
bu ayetiyle cinlerin sorumluluklarını açıklamakla beraber,
sanki onlara şöyle demektedir: "Ey ins ve cin topluluğu, sizdeki bu
derbederlik,
başıbozukluk, ailevî ve içtimaî hayatınızdaki ahenksizlik, kalbî ve
ruhî
hayatınızdaki karışıklık ve behimî arzularınıza takılıp kalmanızın
sebebi
nedir? Yoksa size, nezd-i Uluhiyet'imden Rasullerle açıklanan ayetlerim
gelmedi mi? Niçin onlara ittiba edip yaratılış gayenize uygun hareket
etmediniz;
etmediniz de böyle esfel-i sâfilinde kaldınız? Halbuki size gelen o
ayetler,
böyle bir encamdan sizleri sakındırmışlardı."
Cinler,
bu
hakikatı tamamen kabullenmişliğin ifadesi olarak, "her ne
kadar aleyhimizde şahitlik olsa bile, böyle bir günde hakkı itiraf
etmekten
başka çaremiz yoktur. Evet, Hz. Musa, Senin emirlerini getirip bize
tebliğde
bulundu, Hz. Mesih o engin esrarını ruhlarımıza üfledi.. ve en son
ferdiyetin
mazharı Hz. Muhammed (sav) geldi ve bize hak ve hakikatın ifadesi olan
İslam'ı tebliğ etti. Ne var ki, biz bunlara kulak asmadık, kendi heva
ve
hevesimize uyduk. Neticede de bu hallere ma'ruz kaldık" diyeceklerdir.
Evet,
cinlerin de ifadelerinden anlaşıldığı gibi, ne yazık ki pek çok
ins ve cinni, şu kısacık dünya hayatı aldatmıştır. Onlar, dünyayı ebedi
zannedip onun aldatıcılığına kanmış ve neticede de bütün bütün
kaybetmişlerdir.
Mutlak Cemal'in tecellilerinin tamaşasıyla alacakları ruhani hazzı
unutarak
fâni ve geçici zevklerle oyalanmış, sonra da Cenab-ı Hakk'ın: "Kendi
aleyhlerinde
şehadette bulundular. Kafir olduklarını itiraf ettiler" ayetinin
muhatabı
olmuşlardır.
Oysa
her şey
açık ve seçikti. Kâinat, hemen her yanıyla, insanı irfan
ufkuna ulaştıracak ayetlerle doluydu. Mele-i âladan, bizim irfan
ufkumuza
kadar uzanan varlık kitabına ait sayfa ve o sayfalardaki o nakış nakış
işlenmiş satırlar hep "Allah" diyor ve yine binlerce delil ve bürhan
adetâ,
tarrakalarla O'nun mevcudiyetini ilan ediyordu. Fen ilimleri,
laboratuvarlarıyla;
astronomi, teleskoplarıyla hemen her ilim kâinatta keşfettikleri o baş
döndürücü, gözkamaştırıcı nuraniyetin diliyle "La ilahe illallah"
hakikatını
haykırıyordu. Ne varki, bütün bu olup-biten şeylere rağmen onların
itirafı
şuydu: "Ama biz, gözümüzü tamamen kapayıp, ayağımıza kadar gelen bu
nimetleri
teptik ve tıpkı körler gibi yaşadık; yaşadık ve binbir dille söylenen
bu
hakikatlere kulak asmadık.. şimdi de kendi aleyhimizde şahitlik
ediyoruz.
Hatta bundan dolayı kendimizi, mevsimi geçmiş olsa da sorguluyoruz.
Birazcık
olsun kendi irademizle bu kudsî çağrıya icabet edebilseydik Allah'ın
içimizde
hidayet meş'alesini yakması söz konusu olabilirdi. Ne varki biz, zifiri
karanlıklarda kalmak için direnip durduk ve nur hüzmelerinin düşünce
dünyamıza
sızmasına fırsat vermedik; hatta ruhumuza ait bütün menfezleri kapattık
ve karanlıkta kalmaya razı olduk..."
Bu
ayet,
ahirette cin ve ins taifesine karşı yapılacak olan tevbih ve
kınamayı, en çarpıcı şekliyle, hem de daha dünyada iken bizlere haber
vermekle,
düşmemiz muhtemel olan vahim bir durumdan bizleri sakındırmaktadır.
Bu
ayetten
istinbat edilen bir diğer mana ise, ins ve cinne ayrı ayrı
peygamberlerin gönderildiği hakikatıdır. Dinler tarihinin de
şehadetiyle
biz, zaten insanlara peygamberlerin geldiğini biliyor ve kabul
ediyoruz.
En ücra yerlerde kimi vahşi kavimlerine bile, salt akılla ulaşmaları
mümkün
olmayan tevhid ufkuna ulaşabilmeleri için sürekli peygamber
gönderilmiştir
ki, bu hakikati gösteren yüzlerce delil mevcuttur. Şayet, çoğu destan
ve
efsanelerin arkası, ilmî araştırmalarla kurcalanıverse, hemen hepsinin
arkasında peygamberlik hakikatlerinin mevcelendiği görülecektir.
Medeniyet
görmemiş en vahşî zannedilen insanların arasında dolaşıldığında dahi
"her
millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir" (Fatır/24) ayeti
gözlerimizi
kamaştırırcasına tüllenecektir.
Evet,
zamanın hemen her diliminde, küre-i arzın her yerinde şuur sahiplerini,
kötü ve eğri yolun encamından sakındırıp, onların nazarlarını ulvî
alemlere
çeviren peygamberin zuhur etmediği tek bir zaman dilimi ve tek bir
ümmet
yoktur. Cenab-ı Hakk, her yere ve her topluluğa, o topluluğun genel
keyfiyetine
göre mutlaka bir uyarıcı göndermiştir. Bu uyarıcıları, gönderildikleri
ümmetlere -bunlar insan, cin veya diğer ruhani varlıklar olabilir-
rehberlik
etmiş, onların nazarlarını bulundukları süflî alemden, ulvî ve nuranî
alemlere
çevirerek onları aydınlatmışlardır. Bu, aksine ihtimal verilmeyecek
derecede
kat'i bir hakikattir.
Ancak,
eskiden beri İslam alimlerince farklı mutalaa edilen bir mevzu
vardır ki, o da; cinlerin de kendi içlerinden, kendilerine hitap eden
peygamberlerin
gelip-gelmediği hususudur. Acaba insanlar, Hz. Adem'le (as) başlayıp
Efendimiz'le
(sav) sona eren bir peygamberler silsilesi ile aydınlanıp, onların
ruhanî
iklimlerinde hayatlarını sürdürürken, cinler de aynı peygamberlerin
nuruyla
mı aydınlanıyor, yoksa onlara da kendi içlerinden birer peygamber mi
gönderiliyordu?.
Bu
hususla
alakalı olarak geçmişten günümüze alimlerin değerlendirmeleri
biraz farklı olmuştur. Başta İbn Abbas, Mücahid, Kelbî, İbn Münzir, Ebu
Ubeyd gibi ilk müfessirler ki bu aynı zamanda cumhurun da görüşüdür,
"insanlara
gönderilen peygamberler, aynı zamanda cin taifesinin de peygamberidir.
Onlar insanların arasında iken zaman zaman gidip cinleri de irşad
etmişlerdir"
demişlerdir. Yani Hz. Adem (as), Hz. Nuh, Hz. İbrahim.. insanların
peygamberi
oldukları gibi cin taifesinin de peygamberleriydi; insanlığa getirmiş
oldukları
aynı hakikatleri onlara da anlatıyorlardı.
Ancak
Dahhak, İbn Abbas'tan başka bir rivayet daha nakleder ki, bu görüşe
göre, Cenab-ı Hakk cinlere ayrı, insanlara ayrı peygamberler
göndermiştir.
İbn Abbas'la beraber bu görüşü paylaşanlar, "Ey cin ve insanlar
topluluğu!
Size içinizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am/130) ayetini delil
olarak
gösterirler. (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 7/85,86) Yani;
"madem
ki, burada cinler ve insanlar ayrı ayrı Cenab-ı Hakk'a muhatap oluyor
ve
her iki gruba da, kendi içlerinden peygamberlerin gelip gelmediği
soruluyor;
öyle ise, her iki taifeye de kendi içlerinden peygamber gelmiş olması
gerekir;
aksi takdirde böyle bir suale muhatap kalmaları makul sayılmayabilir"
demişlerdir.
Ve
yine,
"Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de o kadarını yarattı"
(Talak/12) ayetinin tefsirinde İbn Abbas'tan bir rivayete göre
Efendimiz
(sav), "Başka alemlerde sizin Adem'iniz gibi Adem, Nuh'unuz gibi Nuh,
Musa'nız
gibi Musa, İsa'nız gibi İsa vardır" (Münâvi, Feyzü'l-Kadir, 3/365)
buyurmuşlardır.
Efendimiz'in
bu tefsiri de göstermektedir ki, her aleme, o aleme mahsus
peygamberler gönderilmiştir. Cinlerin de, kendi başlarına bir alem
olduklarına
göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin
gönderilmiş
olması gayet mantıklı olsa gerek.
İbn
Abbas,
bir başka rivayette de şunları söyler: "Cinler, Allah'ın
dumansız ateşten yarattığı kullarıdır. Henüz dünyada insanın isminden
dahi
eser yokken, Cenab-ı Hakk cinleri yaratmış ve dünyanın imarını onlara
yaptırmıştır.
Fakat onlar daha sonraları yeryüzünde fesat çıkarıp ilk babaları olan
Can'la
gönderilen İlahi ahkamı unutup şirazeden çıkınca, Allah da (cc), tekrar
Yusuf isminde bir peygamber gönderdi; ama onu da şehid ettiler. Bunun
üzerine
cinler, göklerin sakinleri tarafından yeryüzünden uzaklaştırılıp
denizlere
sürüldüler"... (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1/49,50)
"Her
millet
içinde mutlaka bir uyarıcı gelmiştir" (Fâtır/24), "Biz,
Rasul göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz" (İsrâ/15)
ayetleri
onlara da, 'birini doğru yola sokmak için uğraşan' manasında bir
"uyarıcı"
ve 'hakkı, hakikati tebliğ eden' manasında da bir "Rasul"
gönderildiğini
haber vermektedir.
Baştan
buraya kadar naklettiklerimiz açık veya kapalı her şeyi, sözlerini
Efendimiz'e dayandıran, tefekkür ufukları nübüvvet meltemi ile
müteessir
büyüklerimizin tefsir adına söylediklerinden ibaretti. Naklettiğimiz
bütün
bu sözlerden anlaşılıyor ki, cinlere, insanlara peygamber geldiği gibi
kendi içlerinden de peygamber gelmiş olabilir...
Rivayetlerin
Ortak Değerlendirmesi
İnsanoğlu
yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi
bir anlayış güçlü gibi görünmektedir.
Daha önceki bölümde de
ifade ettiğimiz gibi, selef-i sâlihinden
bazıları,
insanlara gönderilen peygamberlerin cinlere de gönderildiğini söylerken
ki bu cumhurun görüşüdür- kimileri de cinnlere ayrı peygamberlerin
gönderildiğini
söylemiş ve bu görüşlerini çeşitli delillerle ortaya koymaya
çalışmışlardır.
Bu hususta, fakirin görüşlerine gelince, bu iki görüşün te'lifi
istikametindedir:
1.
İnsanlar
henüz yaratılmadan önce gelip geçen cin taifesinin, o devrede
yeryüzünün halifesi olması itibariyle, onlara kendi içlerinden
peygamberlerin
gönderilmiş olması ve bu peygamberlerin, kendilerine yüklenilen irşad
ve
tebliğ vazifesini ifa etmeleri o dönem itibariyle gayet tabiiydi ve
onlar
da bu vazifeyi hakkıyla eda etmişlerdir. Zira cinlerin mükellef
olmaları
bunu gerektiriyordu ki, daha önce zikrettiğimiz ayet ve hadisler de bu
hususu desteklemektedir.
2.
Hz.
Adem'in (as) yaratılıp halife kılınmasından sonra ise, cinler
insanlara tâbi varlıklar haline getirildiklerinden bu dönemden sonra
insanlara
gönderilen peygamberler, aynı zamanda cinlere de gönderilmiş
olabilirler.
Zaten, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da bu görüşü savunmaktadır.
3.
Her iki
görüşü te'lif edecek önemli bir nokta da bence şu olmaktadır;
Allah (cc) gönderdiği her peygambere, o peygambere has bir şeriat
vermemiştir.
Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre, sadece dört semavî kitap vardır
ve bazı peygamberlere de sadece bazı sahîfeler verilmiştir. Halbuki bir
hadiste ifade edildiği üzere onca nebinin yanında, bir de 313 mürsel
peygamber
gönderilmiştir. Ve bu peygamberlerin hepsi de, risaletle
görevlendirildiklerine
dair Cenab-ı Hak'tan emir almışlardır. Bu emri aldıktan sonra da
behemehal
irşad ve tebliğde bulunmuşlardır ki, peygamberliğin gerçek manası
budur.
O halde, elinde ne bir hususi kitap ne de hususi bir şeriat mevcut olan
bu elçiler, kendilerine kitap verilen peygamberlere tâbi olmuşlardır.
Mesela,
Hz. Musa (as) yolunda belki yüzü aşkın peygamber gelmiştir. Ama
bunların
hepsi de Tevrat'ın hükmü ile amel etmişlerdir. Hz. Davud (as) gibi
cihan
çapında bir saltanatın sahibi peygamber dahi, saltanatı misyonunun bir
buudunun tezahürüydü. Hz. Davud'a verilen "Zebur", evrad-u, ezkâr, zühd
ve rekâik gibi hususları ihtiva ediyordu. Yine Hz. İbrahim (as)
döneminde
birçok peygamber vardır: Hz. İsmail ve yeğeni Hz. Lut (as) bunlardandı.
O dönemde câri olan ahkam ise, Hz. İbrahim'e (as) verilen
"sahifeler"den
ibaretti. Hz. Mesih döneminde, İncilin ahkâmıyla amel eden nebi
bilmiyoruz.
Hz. Zekeriyya (as) ve Hz. Yahya (as) gibi bu döneme ait olan
peygamberler
de ihtimal ki tevratla amel ediyorlardı. Bunlardan başka ehl-i keşfin
istihracı
ve zayıf kabul edilen bir hadisin işaretiyle Halid b. Sinan adında,
kendisine
kitap ve şeriat verilmeyen bir peygamber daha vardır ki onun Hz.
Mesih'le
Efendimiz arasında gelip vazife yaptığı söylenmektedir. (İbn-i Sa'd,
et-Tabakatü'l-Kübra,
1/296; İbn-i Hacer, el-İsâbe, 1/466; İbn-i Esir, Üsdü'l-Ğâbe, 2/99)
Bütün
bunlar
gösteriyor ki, kendisine kitap veya şeriat verilen peygamberler,
kendilerine bağlı olan diğer peygamberleri, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini
esas alarak onları tavzif edebilmekte ve irşad adına onları
yönlendirmektedirler.
İhtimal bu peygamberler kendilerine inanan cinlerin bazılarını da
istihdam
edebiliyor ve onları cin taifelerini irşad etmede
vazifelendiriyorlardı.
Bunun
açık
örneğini Efendimiz'in hayat-ı seniyyelerinde çok bariz olarak
görmekteyiz. Şöyle ki, cinler, "Nahle" denilen yerde Efendimiz'i
dinleyip,
ardından da kendi kavim ve kabilelerini irşada gitmişlerdi ki(Kurtubi,
el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/210-216) bu topluluk, Kur'an'da,
"münzirîn"
(uyarıcılar) ismiyle anılmaktadır. Haddizatında bu sıfat, Kur'an-ı
Kerim'de
sadece peygamberler için kullanılan bir tabirdir. Ayette: "Bir zaman
cinlerden
bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. O'na
gittiklerinde
birbirlerine "susun" dediler. (Okuma) Bitince de uyarıcılar olarak
kavimlerine
döndüler" (Ahkâf/29)
Hulasa;
insanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş
gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir. Kur'an'ın "münzir" dediği
cin
taifesine, illada peygamber denilecekse, "peygamberler tarafından
tavzif
olunan" manasında peygamber demek olur ki, böyle bir tesmiye de yerinde
olmasa gerek.
Kaynak: Metafizik Dünya
|
Zikir sitesi, tüm tarikatların zikirleri, silsilesi ve tüm evliyaların mümkün mertebe bilgilerini bulabilirsiniz sitemizde, dini yazılar, makaleler, Kuran, ayetlerler, kırk hadis, sureler ve daha fazlası...
BURS
14 Mayıs 2012 Pazartesi
CİNLERE DE PEYGAMBER GÖNDERİLDİ (PEYGAMBER)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder