Derin
bir sessizlik hâkimdi odaya. Öğle vakti olmasına rağmen, her gün bu
saatlerde
etrafı yakıp kavuran güneş bile bize ayak uydurmuş, ferini söndürmüştü.
Sanki
tüm eşyalar, duvarlar, masadaki çiçek, hüznümüze ortaktı. Halbuki bugün
bayram;
her şey canlı, neşeli, cıvıl cıvıl olmalıydı. Herkes birbirinin
Cuma'sını
kutlamalıydı. Üstelik Ramazan'ın da ilk cumâsıydı.
Ve işte
sükûnetle beklediğimiz o ses!.. Cuma namazına davet. İçim
burkula
burkula dinliyorum ezanı. Başım önümde, gözlerim kapalı.
Nihayet
ezan bitti. Kafamı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri hâlâ kapalı.
Biliyorum ki, açsa gözlerini, hapsettiği damlalar özgür kalacak.
Babamı,
amcalarımı az önce namaza uğurladık. Annem ve yengelerim mutfakta
akşamki iftar davetine hazırlık yapmakla meşguller. Ben de büyükbabama
refâkat
ediyorum. Babamlar namaza gittiğinden beri ağzını bıçak açmıyor.
Gözleri kapalı
öylece oturuyor, suçlu bir çocuk gibi.
Yaklaşık
on beş yıl önce, omurgasındaki zedelenme sonucu; önce sağ, sonra sol
kolunu kullanamaz hale gelmiş. Daha sonra düzelme umuduyla yaptırılan
her ameliyat,
bir parçasının daha hareket kabiliyetini götürmüş ondan... Şimdiyse
hiçbir
ihtiyacını kendisi karşılayamıyor. Ancak yardımla yürüyebiliyor.
Yere
diktiğim gözlerimi, ona doğru kaldırdığımda bana bakıyordu. Yüzündeki
acıyı görmemek için başımı önüme eğdim. Boğazıma yumruk kadar bir şey
durdu,
yutkunamadım bile.
Fısıldar
gibi konuşmaya başladı:
"-Bana
dokunan şu hâlim değil kızım!.. Allâh'ın gücüne gider diye ağrılara
acılara bile ağlayamıyorum. Dayanılacak gibi de değiller. Yine de bu
acılar, şu
ezanın içimi yaktığı kadar acıtamıyor bedenimi. Alnımı secdeye
koymayalı
neredeyse on beş yıl oldu. Elhamdulillâh îmânım var. Elhamdulillâh
gözlerimle
dahî olsa namazımı kılıyorum. Elhamdulillâh, Allâh'ım sabır da veriyor.
Ama
gene de şu Cuma namazına gidememek, içimi yakıyor. İşte bir ay sonra
bayram
var. Bayram namazına da gidemeyeceğim. İnan bunu kaldırabilir miyim
bilmiyorum.
Dayanma gücüm tükeniyor. Allâh'a âsî olacağım diye korkuyorum. "Niye
ben?" derim diye korkuyorum. Allâh'a hamd olsun, daha hiç söylemedim.
Aklıma gelse hemen kovdum, tevbe üstüne tevbe ettim. İmtihanımın bu
olduğunun
farkındayım, ama "ya gücüm tükenirse" diye hep korktum. Hele şu
Ramazan orucunu tutamamak çok ağır geliyor. Sanki tüm güç
getiremediklerimden
dolayı günahlarım yığılmış, altında eziliyorum. İşte ben bu ağırlığa
dayanamıyorum!.."
Konuşurken
sesi titriyordu. O ağlayamıyordu, ama ben gözyaşlarıma engel
olamıyordum.
Sustu, uzunca bir müddet sessiz kaldık. Sonra:
"-Yönümü
kıbleye çevir de namazımı kılayım." dedi.
Dediğini
yapıp ben de namaz kılmaya gittim. Seccâdenin başında düşünmeye
başladım. Niye insanlar ibâdeti yapmaya güç yetirebilmenin bile bir
nimet
olduğunu anlayamıyor? Elinde imkânı varken, bile bile namazını
kılmayanlara ne
demeli?!.. Seccâdeye alnını koyabilmenin bir nimet olduğunu herkes bir
fark
edebilse!..
Bir, güç
yetiremediği halde ibadetlerini yapmaya çalışan ve yapamadıkları için
vicdan azabı çeken büyükbabamı; bir de Müslüman olduğunu söyleyip
gereklerini
yerine getirmeye üşenen insanları düşündüm. Herhalde onlar da
ibadetlere güç
yetirebilmenin bir nimet olduğunu, ancak kaybettiklerinde anlayacaklar.
Allâh,
hepimizi ıslah eylesin duâsıyla seccademi topladım.
Odaya
döndüğümde babamlar namazdan gelmişti. Evin içi torunların
cıvıltılarıyla
doldu. Akşam çaylar içildi, sohbetler edildi ve herkes evine dağıldı.
Ramazan'ın
son Cumâ'sı. Beş gün sonra bayram. Babam, Cumâ namazında, gelmesi
yakın. Ben ve kardeşlerim odamızda oturuyoruz. Telefon çaldı, amcam.
Babamı
sordu alelacele ve kapattı. Babam gelir gelmez "amcam aradı
telaşlıydı" dedik. Babam, hemen amcamı aradı sonra da arabanın
anahtarını
kaptığı gibi çıktı. Biz şaşkın; aklımıza hiçbir şey gelmiyor. Ne
olduğunu da
anlamadık. Yaklaşık on beş dakika sonra babam aradı, "hazırlanın sizi
almaya geleceğim" dedi. "Ne oluyor" dedik, "babam vefat
etmiş" dedi ve kapattı.
Hepimiz
donduk. O an ne düşündüm, hatırlamıyorum. Büyükbabamlara nasıl
gittiğimi de hatırlamıyorum.
İçeri girdiğimde büyük halam sessiz sessiz ağlıyordu. Kafamın içi karıncalanıyor, sesler beynimi tırmalıyordu. Ölümü hiç bu kadar yakınımda hissetmemiştim. Tam bahçeye kaçacakken amcam, "son bir kez görmek ister misin?" dedi. Şuursuz bir şekilde baş ucuna vardım. Yüzündeki beyaz örtünün ucunu kaldırdılar. Yüzü sapsarı ve tebessüm doluydu. Eğildim; alnından öptüm, gözyaşlarım yanağına damladı ve kulağına fısıldadım:
"-Büyükbaba; Cuma'n mübârek olsun…"
Hümeyra
Nezihe Gülİçeri girdiğimde büyük halam sessiz sessiz ağlıyordu. Kafamın içi karıncalanıyor, sesler beynimi tırmalıyordu. Ölümü hiç bu kadar yakınımda hissetmemiştim. Tam bahçeye kaçacakken amcam, "son bir kez görmek ister misin?" dedi. Şuursuz bir şekilde baş ucuna vardım. Yüzündeki beyaz örtünün ucunu kaldırdılar. Yüzü sapsarı ve tebessüm doluydu. Eğildim; alnından öptüm, gözyaşlarım yanağına damladı ve kulağına fısıldadım:
"-Büyükbaba; Cuma'n mübârek olsun…"
Şebnem Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder