Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?
Halktan bir
zengin, bir gün Fahreddîn-i
Râzî hazretlerini bahçesinde
yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada
bulundurup,
görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin
etmekti.
Fahreddîn-i
Râzî hazretleri, yemekte
karşılaştığı ziyaretine gelmeyen
zâta,
- Niçin bizi
ziyârete gelmediniz? diye
sordu. Şöyle cevap verdi o zât:
- Ben
fakirin biriyim. Ne ziyâretinize
gelişim size bir şeref kazandırır,
ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul
olun.
Bu cevap
Fahreddîn-i Râzî hazretlerini
düşündürdü. Bu defa büsbütün
meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:
- Bu,
sıradan birinin sözüne
benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin
cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin
gelmiyorsunuz?
Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.
- Sen,
'Müslümanlar'ın benim ziyâretime
gelmeleri vâciptir' diyormuşsun.
Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?
- Ben ilim
ehli biriyim. Benim
ziyâretime gelenler aslında benim değil,
ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni
desteklemiş sayılırlar.
- Öyle ise
anlat bakalım... İlmin
hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre,
nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı?
- Yüz delil
ve burhan ile biliyorum
Allah Teâlâ'yı...
- Peki
öyleyse, söyler misin; burhan ve
delil, şüpheleri gidermek için
değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine
delil
aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü
zû'l-Celâl
bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur.
Olmayan
şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?
Bu cevaptan
sonra bir suskunluk başlar.
Neden sonra yerinden kalkan
büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,
- Uzat elini
de öpeyim. Sen sıradan
biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi
mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta
bırakma.
Fahreddîn-i
Râzî hazretlerinin kulağına
eğilen birinin, fısıltı hâlinde
söyledikleri şundan ibârettir:
- Konuştuğun
zât, Necmüddîn-i Kübrâ
hazretleridir.
Fahreddîn-i
Râzî hazretleri hemen diz
çöküp rica eder:
- Lütfen
beni de kabul buyurun
tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak
edeyim sohbetlerinize...
....
İşte
zâhirî
ilimle bâtınî ilmin
farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile,
zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza,
aralarındaki
diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve,
biribirlerine
karşı olan nezâket ve saygıları...
Zamanımız
'tartışmacıları'na örnek
olması dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder