BURS

BURS

3 Temmuz 2012 Salı

Hz. Muhammed in (Peygamberimizin) Üstünlüğü, öc2lemlere Rahmet Vesilesi Olması

Hz. Muhammed in (Peygamberimizin) Üstünlüğü, öc2lemlere Rahmet Vesilesi Olmasıtab

Nefsin damarları pek çoktur. Bunlardan bir tanesi, kendisini herkesten üstün görmesidir. Daha doğrusu, nefsin kendisinden daha büyük ve şerefli insanlara tahammül edememesidir. Maalesef tarih boyunca peygamberlere karşı gelen bütün insanlar, nefsin bu damarıyla hüsrana düşmüşlerdir. Nefsin bu damarı ise herkeste vardır. Bugün peygamberler olmasa da onun misyonunu taşıyan kimseler mevcuttur. Rabbani öe2limler (mürşid-i köe2miller), peygamberin varisleridir. Onları inköe2r eden, onlara kötü sözler söyleyen kişiler de maalesef bu nefis damarı ile hareket etmektedirler.



tab Hz. Muhammed Aleyhisselam hakkında konuşurken bazıları ona salöe2t ve selam getirmeyi gereksiz bulurlar. Nedense salöe2t ve selam getirmek ağırlarına gider. İsminin başına Hazreti unvanını koymayanları da var. Tabii böylelerinin şayet İslam la yakından ve uzaktan bir ilgileri yoksa insan bunları normal karşılıyor, ama namaz kılıp da davası İslam olanların böyle tavırlarını anlamak gerçekten zordur.



tab Kendimi şöyle bir yoklayınca gençliğimde okuduğum bazı kitapların etkisi ile bir dönem peygamberimize (s.a.s) karşı büyük bir saygısızlık içerisinde bulunduğumu hatırladım. Bunun tabii en birinci nedeni içerisinde yer aldığım bir guruptu. İnsan alışkanlıkların iyilerini de kötülerini de genellikle böyle kapıyor. Bir de tabii böyle konuları. Höe2lbuki ibadetlerini yapan bir gençtim. Ama peygamberimizi (s.a.s) diğer peygamberlerle (a.s.) aynı, eşit görmek ve tutmak istiyordum. Bakara suresinin son ayetlerinde geçen Peygamberlerinden hiç biri arasında ayrım yapmayız. ifadelerine saplanıp kalırdım. O nefis damarım, nedense her peygamberi bir ve eşit görmek düşüncesinde ayak diretir, marifetmiş gibi ilgili ayeti delil gösterip dururdu. Şimdi kendimi biraz tarafsız bir şekilde tahlil edince bu nefis damarının amacının aslında peygamberlere karşı gelmek olduğunu, ama buna gücü yetmeyince, bu çeşit cılız ve zayıf bir yola başvurduğunu aynelyakin anladım. Demek ki, bir peygamberin zamanında yaşasaydık ve bu biçimde bir nefis damarına biraz uysaydık ona direk karşı gelip hidayetten mahrum kalacaktık. Allah korusun.



tab Höe2lbuki anne babalar bilirler ki, aileye en son katılan çocuk, diğerlerine göre daha sevgilidir. Anne babalar evlatları arasında ayrım yapmak istemeseler de durum genellikle böyledir. En küçük çocuk sevginin merkezi olmaktan kurtulamaz. Peygamberimiz (s.a.s) peygamberlik zincirinin son halkasını oluşturduğu gibi kendisi üzerinde Allahın sevgilisi olma (habibullah) nimeti de tecelli etmiştir. Allah (c.c.) peygamberimizi (s.a.s) bu makama layık görmüştür. Dünya ve ahreti bu sevgi temeli ile yaratmıştır. Dünya ve ahreti bir ağaca benzetirsek peygamberimiz (s.a.s) bu varlık ağacının meyvesi gibidir, yani yaratılış amacıdır. Onun için bir kutsi hadis-i şerifte yüce Allah Sen olmasaydın, Sen olmasaydın öe2lemleri yaratmazdım. diye peygamberimizin (s.a.s) şanında bu sevgisini ifade etmiştir.



tab Kuşkusuz yüce Allah sınırsız sayıda evrenlerin yaratıcısıdır. O nun dünya dışında başka gezegenlerde de bizler gibi imtihana tabi tutulan varlıklar yaratması şanına uygun düşer. Şanını yüceltir. O nun yaratıcılığını sadece bu evrenle sınırlı tutmak da doğru değildir. Yüce Allahın yaratıcılığına bir son ve sınır koymak zulümlerin ve günahların en büyüğüdür. Yüce Allah (c.c.) nasıl dünya üzerinde tarih boyunca her kavme (bir hadis-i şerife göre toplam 124.000) peygamber göndermişse, evrendeki yaşam olan, yani bizler gibi akıllı varlıkları olup da imtihan edilen her gezegene de peygamberler göndermiştir. Muhakkak ki onların son peygamberi de bizim peygamberimiz gibi sevgili unvanına mazhar olmuştur. Yukarıdaki Sen olmasaydın, Sen olmasaydın öe2lemleri yaratmazdım. hadis-i şerifi onlar için de ayrı ayrı varit olmuştur.



tab Peygamberimiz (s.a.s) daha dünyaya gelmeden önce ruhlar öe2leminde de diğer peygamberlerin imreneceği bir şana sahipti. Her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) yerinde olmak istiyordu. Barnabas İncilinin muhtelif yerlerinde Hz. İsa Aleyhisselam, peygamberimizin (s.a.s) şanı için onun ayakkabısının bağını bağlama şerefine nail olmayı dilemektedir.



tabİmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) Mektubatında şu bilgileri vermektedir: Rivayete göre ruhlar öe2leminde her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) ümmeti olmak için dua etmiş, yalnız Hz. İsa nın (a.s.) duası kabul görmüştür. O kıyamete yakın Hz. Mehdi Aleyhisselam a tabi olmak üzere gelecektir. Aslında resuller arası olan bin yıllık süre sadece bizim peygamberimiz (s.as.) için uzatılmış, Hz. İsa Aleyhisselamın kalan dünyalık ömrü gibi 500 yıllık risalet ömrü de bizim peygamberimizin (s.a.s) risalet ömrüne eklenmiştir.



tab Kuşkusuz kıyametin ne zaman kopacağını bilemiyoruz. Zaten bir kişi öldüğünde kıyameti de kopmuş demektir. Bu konuda meraklı olmak da doğru değildir. Çünkü Allah (c.c.) bir hikmete göre bunun gizli kalmasını istemiştir. Bir Müslümanın da Allahın gizli kalmasını istediği şeylere karşı meraklı olması da her şeyden önce edebe aykırıdır. Şimdi hicri 1433 yılını yaşıyoruz. Bilmiyorum ama sona yaklaştık gibiyiz. Çünkü 1500 lü yıllara az kaldı. Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselamın zamanları yaklaşmış gibi. Hadis-i şeriflere göre onların vaktinde pek çok Hıristiyan ülkenin insanlarının İslam la tanışacağı, insanların akın akın Allahın dinine gireceği, kırk yıl gibi bir zamanda dünyanın savaştan uzak, bolluk ve bereket ile dolacağı belirtilmektedir. Bu konudaki yüzlerce senedi sahih hadis-i şerifi inköe2r etmek, görmezlikten gelmek, tevil etmek mümkün değildir. Ama bir kenara da çekilip Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselamı beklemek gibi pasif bir tavra da karşıyız. Bir Müslümanın her devirde her an yapacağı önemli, etkin işleri vardır. Ama kuşkusuz bu haberler yani ilgili hadis-i şerifler, Müslümanların ümitlerini canlı tutmakta, onlara bir güven duygusu da vermektedirler. Moral olarak bunlara da muhtaç durumdayız. Çünkü insanları ayakta tutan şeyler ideallerdir, ümittir.



tab Hz. Mehdi Aleyhisselamın peygamberimizin (s.a.s) soyundan olması, Hz. İsa nın (a.s.) Hz. Mehdi Aleyhisselam a tabi olması peygamberimizin (s.a.s) şanını yüceltmektedir, yükseltmektedir.



tab Dünya kurulalı beri 313 resul gelmiştir. Resul yeni şeriat getiren peygamber demektir. Yani kitaplı peygamberdir. Her resul arasının bin yıl olduğunu belirtmiştik. 124.000 tane de nebi görevlendirilmiştir. Nebi bir resula tabi olup da kendisine şeriat ve kitap verilmeyen peygamberdir. Her resulun onlarca nebisi olmuştur. Bunlar kavimlerini bağlı oldukları bir resulun şeriatine göre uyarmışlar, hak yola davet etmişlerdir. Eski zamanlarda pek çok kişi Allahın dinine uymak, bir peygambere bağlanmak için kavim kavim dolaşırlardı. Peygamber ararlardı.



Peygamberimize (s.a.s) tabi nebiler olmamıştır. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s) son resul ve nebidir. Onun nebilerinin olmamasının hikmetleri vardır. Bu bir eksiklik değildir. Peygamberimizin (s.a.s) şanını yükselten bir şeydir. Demek ki peygamberimizin (s.a.s) şanı o kadar büyük ki, Allah geçmiş zamanlarda bin yıl süre içerisinde resullere yardımcı olarak gönderdiği nebileri peygamberimiz (s.a.s) için gerekli görmemiştir. Yani ampul büyük ve güçlü olunca mumlara hacet kalmamıştır.



tab Hadis-i şeriflere göre peygamberimiz (s.a.s), öe2limleri varisleri olarak ilan etmiştir. Tabii bu öe2limler kafaları bilgi yüklü olup da yaşantısı İslam dan uzak kişiler değillerdir. Bunlar Rabbani öe2limlerdir. Yaşantıları, ahlakları tıpkı peygamberimizi (s.a.s) andırır. Bunlara mürşid-i köe2miller de denir. Bir kişi can u gönülden böyle bir mürşid-i köe2mili ararsa, bu kişi tıpkı eski devirlerde kavim kavim dolaşıp da peygamber arayan kimse gibidir. Böyle bir kişi Rabbani öe2limi yani mürşid-i köe2mili bulursa Allah gerçek mürşid-i köe2mile ait pek çok işareti ve kerameti de ona gösterir. En azından nisbet kokusu dediğimiz, uhrevi hoş bir kokuyu koklamayı ona nasip ederek ilgili kişinin peygamber varisi olduğu yönünde kalpleri mutmain kılar. Yeter ki kişi ihlöe2sla arasın, bu konuda niyeti temiz olsun. Bu öyle hafif bir koku değildir. Yani belli belirsiz hissedilmez. Halkın tabiriyle burnun direklerini kırarcasına hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde net ve açık olduğu kadar, yoğun olarak da kendisini belli eder. Bu genellikle pek çok kez de tekrar eder. Her haliyle cennet kokusu olduğu kuşkuya mahal bırakmaksızın açıktır. Çünkü dünya kokularından ayrılan belirgin farklılıklara sahiptir. Sahabelerin Hz. Resul den geldiğini söylediği koku ile Hz. Yakup un (a.s.) uzaktan kokusunu aldığı Hz. Yusuf un (a.s.) gömleği de bunlardandır. Haddizatında her peygamberin, velinin kendine mahsus cennet kaynaklı hoş bir kokusu vardır. Bu konuda manevi olarak bu kokuyu her zaman alma nimetine ulaşmış ve bu özelliği gelişmiş kişiler bunu çok iyi bilirler. Tabii gerçek bir mürşid-i köe2milin elini tuttuğu halde böyle bir kokuyu alamayanlar da vardır. Bu yolda sabır gösterirlerse mürşid-i köe2milleri başka işaretler ve kerametler ile onların bağlılıklarını sağlamlaştıracaktır. Aslında işaret ve keramet bağlılıkları zayıf olanlara gelir. Güçlü olanların bu gibi şeylere ihtiyaçları yoktur. Belki de bu yüzden bazı sofiler böyle işaret ve kerametlere hiç şahit olamazlar.



tab Peygamber varisi olan Rabbani öe2limler, yani mürşid-i köe2miller her çeşit kerameti bağlılarına gösterebilirler. Dolayısıyla bütün bunlar da peygamberimizin (s.a.s) şanını yükseltmektedirler. Çünkü mürşid-i köe2miller gerek ahlakları gerekse yaşayışları ile peygamberimizi (s.a.s) örnek alırlar. Aslında onlardan zuhur eden keşif ve kerametler peygamberimizden (s.a.s) kaynağını alır.



tab Peygamberimiz (s.a.s) devrinde yaşamadığımız için büyük bir üzüntü duymaktayız. Ama peygamberimiz ölmemiştir. Hatta hayattakinden daha canlı ve etkin bir şekilde yaşamaktadır, ümmetinden de her kişiden haberdardır. Onunla iletişim kurmanın en güzel yolu ona çokça salöe2t ve selam getirmektir. Hadis-i şerife göre o ümmetinden gelen her salöe2t ve selamı kişi ismi ile birlikte bir görevli melekten almakta ve o anda buna da mukabele etmektedir. Bunun nasıl olduğuna kafa yormamak gerekir. Zira Allah (c.c.) her şeyi mümkün kılabilir. O nu bu dünyanın kanunları bağlayamaz ve sınırlandıramaz. O yepyeni kanunları yaratandır.



Peygamberimizin (s.a.s) şanından istifade etmek istiyorsak ona çokça salöe2t ve selam getirmeliyiz. Aslında o salöe2t ve selama muhtaç değildir. Çünkü Allah ve melekleri daima ona salöe2t ve selam getirmektedirler. Ama onun ümmeti olarak bizler ona salöe2t ve selam getirmeye çok muhtacız: Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salöe2t ediyorlar. Ey inananlar, siz de ona salöe2t ve selam edin! (Ahzab suresi, 56)



Ona salöe2t ve selam getirmek, aslında kendimize en mükemmel ve ideal bir şekilde bütün dünya ve ahret nimetleri için dua etmek gibidir. Onun için peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde adı anıldığında kendisine salöe2t ve selam getirmeyi sahabelerine çokça tavsiye ettiği gibi dua yaparken de buna önem vermeyi vurgulamıştır. Hatta bazı sahabeler ileri giderek duada baştan sona ona salöe2t ve selam getirme yoluna gitmişlerdir. Salöe2t ve selamın en büyük fazileti peygamberimizin (s.a.s) bütün dünya ve ahret sıkıntılarına, zorluklarına, problemlerine şefaatçi olmasıdır, bu sayede onları hafifletmesi veya ortadan kaldırmasıdır. Onun için aklı başında olan her insanın günahlara tövbe ve istiğfar yanında en az günde yüz kere peygamberimize (s.a.s) salöe2t ve selam getirmesi gerekir. Bu hem dünya hayatında hem de ahrette ona büyük bir genişlik ve rahatlık sağlayacaktır. Peygamberin (s.a.s) dünya ve ahret iyiliği için dualarına (ayrıca şefaatlerine) mazhar olacaklardır. Bu ise başlı başına bir devlettir. Peygamberimizin (s.a.s) de şanının büyüklüğüne bir işarettir. Çünkü yüce Allah peygamberimizin şanı hakkında şöyle buyurmaktadır: Biz seni ancak öe2lemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya suresi, 107). Unutmayalım ki, bu rahmet ona ne kadar salöe2t ve selam getirirsek bizim üzerimizde o derece tecelli edecektir.



Peygamberimizin (s.a.s) büyüklüğü camilerde bir başka şekilde tecelli eder. Bu tecelli, peygamberimizin (s.a.s) isminin Allahın isminin hizasında olmasındadır. Bu aynı zamanda bir derstir. Allah isminin her harfi sonsuzluğa işaret eder. Elif in başı ve sonu açıktır. Sonsuza kadar çizgi devam edebilir. Çift lam harfi ise üst tarafta iki çizgi ile sonsuza kadar yüceltilebilir. He harfi ise bazı klasik yazılarda her ne kadar kapatılan biçimde yazılsa da süslü yazılarda sonu açıktır. Gelelim Muhammed kelimesine. Mim secde halinin remzidir. Muhammed kelimesinde iki tane vardır. Secde ise kulluğun en zirve noktasıdır. Ha harfi rüköfbu, dal harfi ise kuudu (oturuşları) temsil etmektedir. Kısacası Allah miraca layık gördüğü peygamberini camilerde de kulluğu simgeleyen harfleri ile karşısına almaktadır. Kullukla ona en büyük payeyi vermektedir. Bizlere de manevi miracın yolu olan namazla kulluğu ders vermektedir. Çünkü namaz miraç gecesinde bütün ümmet-i Muhammed e hediye edilen en büyük nimettir.



Kuşkusuz miraç hadisesi büyük bir mucizedir. Hiçbir peygambere de nasip olmamıştır. Dünyada ister veli, ister peygamber olsun hiç kimse Allahın cemalini görme şerefine nail olmamıştır, olamayacaktır da. Bu konudaki bütün iddialar yalandır. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) ifadesiyle Allah (c.c.) ötelerin ötesindedir. O na bu dünya hayatında ulaşmak mümkün değildir. Bu sadece peygamberimize (s.a.s) nasip olmuştur. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) miraçta bu dünyanın zaman ve meköe2n kaydından çıkmıştır. Ahret öe2lemine vasıl olmuştur. Orada Allahın (c.c.) cemalini görme nimetine nail olduğu gibi O nunla da konuşmuştur.



Peygamberimizin (s.a.s) şanının büyüklüğü şu ayet-i kerimede belirtilmiştir. Akıllı kişiye bu ayet-i kerime yeter de artar bile: (Habibim) de ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir (Ali İmran suresi, 31). Ayette aranan şart olan peygambere uymak onun sünnetini elden geldiğince hayata geçirmek, onun gibi yaşamak, İslam davasına onun gibi sahip çıkmak demektir. Bu ayette Allahı (c.c.) sevmenin şartının peygambere uymak olarak belirtilmesi düşündürücüdür. Demek ki sünnete ne kadar uyarsak o derece bu sevgiye mazhar oluruz. Yani Allah (c.c.) sevgili habibini (yani peygamberimizi) seveni, ona uyanı, sevdiği, uyduğu derece ile sevmektedir.



Mürşid-i köe2miller peygamberimizi en çok seven kişilerdir. Çünkü onlar sünneti her haliyle yaşamaya çalışırlar. Peygamberimizi (s.a.s) sadece dış görünüş yönüyle taklit etmezler. Ahlakını da benimserler, özümserler. Nefislerindeki o peygamberlere karşı çıkan damar, tamamen yok olmuştur, daha doğrusu mutlak itaate dönmüştür. Bu açıdan sofiler de mürşid-i köe2milleri sevmekle bu sevgiye mazhar olurlar. Bu sevgi zamanla onları peygamberin sevgisine ve Allah sevgisine ulaştırır. İşte tasavvuf ve tarikat yolunun amacı ve yöntemi kısaca budur.



Bir insan kitaplardan öğrendiği bilgilerle de peygamberimizi (s.a.s) tanıyıp sevebilir. Ama bu tanıma ve sevme taklidi bir imanı doğurur. Böyle bir iman ufak tefek dalgalanmalarda bozulabilir. Peygamberi bir mürşid-i köe2milin kişiliğinde tanıyan; peygamberin yaşayışını, sünnetini, ahlakını, tavrını bir mürşid-i köe2milin şahsında gözlemleyen bir kişinin imanı tahkiki düzeye yükselir. Hele bu müşahede ile sofi mürşid-i köe2milin gösterdiği yolda ilerlerse, yani zikir ve rabıtasını aksatmaksızın yaparsa çeşitli haller yaşayarak nefsini terbiye edip imani konuların hakikatini yakından da tanımış olacaktır.



Taklidi imana sahip bir kişi Kuran-ı Kerim okununca nurun ortaya çıktığını başkalarından duymuş olabilir. Buna kendince Belki mümkündür, der. Ama tahkiki imana eren kişi bu konuda yakine erer. Bu konuda pek çok işareti müşahede eder. Delilleri görür. Hatta manevi seyri ilerlediğince kalp gözü ile bu nurlara bizzat şahit olur. Diğer iman edilmesi gereken konular da bunun gibidir. İmam-ı Rabbani Hazretlerine (k.s.) göre, tarikatın da, hakikatin de, marifetin de amacı şeriattır. Bahaeddin Nakşibendiyye Hazretlerine (k.s.) göre, tarikat ve tasavvuf yolunun amacı şeriatın özet ve öz olarak söylediği şeyleri ayrıntılı bir şekilde açıklamak, hükümlerini de keşfi bilgi ile doğrulamaktır. Başka bir şey değildir.



Peygamberimizin (s.a.s) şanında inen başka bir kısım ayetleri de zikretmeden geçmek doğru olmayacaktır.



O peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakınır (Ahzab suresi, 6)

And olsun, size kendi içinizde öyle bir resul geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128)



Şüphesiz Allah katında tek din İslam dır. Kitap verilmiş olanlar kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allahın ayetlerini inköe2r edenler, bilsinler ki, Allah hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran suresi, 19).



Allah (c.c.) peygamberimize (s.a.s) imanımızı yakinleştirsin. O nun sünnetine ve davasına uygun olarak yaşamayı nasip eylesin. Şefaatleri daima üzerimizde olsun. öc2min.

Muhsin İyi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder