100.
YÜZÜNCÜ MEKTUP
Okşayıcı, kıymetli mektûbunuzu okumakla şereflendik. İhsân ederek
yazdıklarınızı anladık. Şeyh Abdülkebîr-i Yemenî, Hak teâlâ gaybı
bilmez demiş. Bunu soruyorsunuz.
[(Reşehât) kitâbında Muhammed Rûhî okunurken, Abdülkebîrin bu
sözü de görülmekdedir.]
Efendim! Bu fakîr, bu gibi sözleri
dinlemeğe dayanamıyorum. Elimde olmıyarak,
Fârûkî damarım kabarıyor. Bunlardan, islâmiyyete uygun bilgiler çıkarmağa vakt
bırakmıyor. Böyle sözleri söyleyen kimse, ister şeyh Kebîr-i
Yemenî olsun, ister şeyh Ekber-i Şâmî olsun, hiçbirini duymak istemiyorum.
Bize Muhammed-i Arabînin buyurduğu sözler lâzımdır "aleyhi ve alâ
âlihissalâtü vesselâm". Muhyiddîn-i Arabînin ve Sadreddîn-i Ko-
nevînin ve Abdürrezzâk-ı Kâşînin sözleri lâzım değildir.[1]
Bize (Nass) lâzımdır. (Fuss)
[ya'nî Füsûs kitâbı] lâzım değildir. Fütûhât-i
Medeniyye varken, (Fütûhât-i
Mekkiyye) kitâbına bakmayız. Hak teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, gaybı
bildiğini söyliyerek kendini övüyor.
(Âlim-ül-gayb) olduğunu bildiriyor. (Hak teâlâ gaybı bilmez
demek), çok çirkin, pek iğrenç bir sözdür.
Doğrusu, Hak teâlâya inanmamakdır. Gayb kelimesi, başka şeyi de
göstermekdedir demek, insanı bu alçaklıkdan kurtaramaz.
Ağızlarından çıkan sözün büyüklüğünü, kulakları duymuyor. İslâmiyyete uymıyan
böyle sözlerle ne demek istediklerini keşki
bilseydim. Hallâc-ı Mensûr (Enel Hak)
dedi ise ve Bâyezîd-i Bistâmî (Sübhânî)
dedi ise "rahime-hümallah" suçlu
olmakdan kurtulabiliyorlar. Kendilerini hâl kapladığı zemân, şü'ûr-
ları, aklları örtülmüş iken, söylemişlerdir. Fekat, bunların
sözleri, hâl bildirmiyor. Bir ilm, bilgi anlatıyor. (Bu kelimenin te'vîl
edilmesini istemiş- dim) demeleri,
onları suçlu olmakdan kurtarmaz. Böyle kelimelerin te'vî-
li makbûl değildir. Çünki, yalnız sekr hâlinde söylenmiş olan
uygunsuz sözlerden, başka şey anlamağa çalışılır. Aklı başında olan kimsenin
sözünden başka şeyler anlamağa çalışılmaz. Böyle
şeyler söyliyen kimse, eğer (Me- lâmet)
yolunu tutarak, kendini herkesin gözünden düşürmek istemiş ise,
bu da çok çirkin ve utanılacak birşey olur. İnsanları kendinden
soğutmak, yanından kaçırmak için, yapılacak çok şey
vardır. Bunları bırakıp da, kâfir olmağa yaklaşmağa ne lüzûm vardır? Bu sözün
ne demek olabileceğini soruyorsunuz. Her süâle cevâb vermek lâzım olduğundan,
burada birkaç şey bildireceğim:
Gaybı ancak Allahü teâlâ bilir. Gayb, yok demek olursa, yok olan şeyler
bilinmez demişlerdir. Gayb, her bakımdan yok demek olunca, onu bilmek
düşünülemez. Eğer, bilineceğini düşünürsek, her bakımdan yok olmak-
dan ve hiçbir şey olmamakdan kurtulmuş olur. Bunun gibi, Hak
teâlâ, kendi şerîkini, ortağını bilicidir
denilemez. Çünki, Allahü teâlânın şerîki hiç
yokdur. Böyle birşey hiç olamaz. Evet, gayb kelimesinin ve şerîk kelimesinin
bildirdikleri şeyler düşünülebilir. Fekat biz bu şeylerin kendilerini
söylüyoruz. Bu kelimelerin ne bildirdiklerini söylemiyoruz. Var olamı-
yacak şeylerin hepsi de böyledir. Bunların neler oldukları
düşünülebilir. Fe- kat var olmaları
düşünülemez. Çünki, varlıkları bilinirse, bunlara var ola-
mıyacak denilemez. Hiç olmazsa, zihnde var olmaları lâzım gelir.
Mevlâ- nâ Muhammed Rûhînin yukarıdaki sözden
anladığını beğenmemekde haklısınız. Yalnız
bir varlık olan o mertebede ilmin bağlılığı yokdur demek,
ilm yok demekdir. Yalnız gaybın ilmi yokdur demek, değersizdir.
Mevlâ- nânın o sözden anladığının doğru olmadığını
şu da gösteriyor ki, o (Eha- diyyet-i mücerrede mertebesi)nde
ilmin bağlantısı yok ise de, Hak teâlâ- nın
âlim olması değişmez. Çünki, o mertebede kendisi âlimdir. İlm sıfatı ile
âlim olmaz. Çünki, o mertebede, ilm sıfatı yokdur. Sıfatlara
inanmayan kimseler de, Allahü teâlânın âlim olduğunu bildirmekdedir. İlm
sıfatının var olduğuna inanmadıkları hâlde, bu sıfatda
olan bilmenin, zâtda bulunduğunu bildirmekdedirler.
Yukarıdaki sözden sizin anladığınıza
gelince, gayb kelimesinden zât-i ilâhîyi
anlıyorsunuz. Bu gayba hiçbir ilm, hattâ Vâcib teâlânın ilmi de yetişemez
diyorsunuz. Anlaşılacak şeyler içinde, doğruya en yakın olanı sizin bu
anlayışınızdır. Bununla berâber, Vâcib teâlânın ilmi, kendi zâtını bilmez
demek, bu fakîre ağır geliyor. Bilmiyeceğini göstermek için, ilmin, bilinecek
şeyi kavraması lâzımdır. Zât-i teâlâ ise, ihâta edilemez. Kavrana-
maz. Bunun için de bilinemez diyorsunuz. Bu sözünüz, ilm-i husûlî
için doğrudur. Çünki, ilm-i husûlî ile bilmekde bilinen şeyin sûreti, ilm
kuvvetinde hâsıl olmakdadır. Fekat, ilm-i huzûrî ile bilmekde, sûretin ilmde
hâsıl olması hiç lâzım değildir. Allahü teâlânın
ilm sıfatı ilm-i huzûrîdir. Bundan dolayı,
ilm-i ilâhî, huzûr yolu ile, zât-i ilâhîyi bilir. Herşeyin doğrusunu ancak
Allahü teâlâ bilir. Allahü teâlâdan, sevgili efendimiz, Muhammed
aleyhisselâma ve onun temiz âline "radıyallahü anhüm
ecma'în" salât ve selâmet ve bereket
dileriz. Evveliniz ve sonunuz selâmet olsun!
[1] Çünki, bu
büyük Velîlerin ba'zı kelimeleri te'vîle muhtâcdır. Te'vîl, muhtelif ma'nâlar
içinden islâmiyyete uygun olanı seçmekdir. Bunu herkes yapamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder