64.
ATMIŞ DÖRDÜNCÜ MEKTUP
Bu mektûb, yine nakîb seyyid şeyh
Ferîde "kuddise sirruh" yazılmışdır. Cismin ve rûhun lezzet ve elemlerini
bildirmekde ve cisme olan musîbet ve
acılara, sabr tavsıye edilmekdedir:
Allahü teâlâ, sizi
her sıkıntıdan korusun! Dünyâ ve âhıretin efendisinin "aleyhi
ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât" hurmetine dünyâ ve âhıretin iyiliklerine
kavuşdursun!
Dünyâ lezzetleri ve elemleri iki
dürlüdür: Birisi cismin [ya'nî nefs-i emmârenin],
ikincisi rûhun lezzetleri ve acılarıdır. Cisme lezzet veren her-
şey, rûha elem verir. Cismi inciten herşey, rûha tatlı gelir.
Görülüyor ki, rûh ile cesed,
birbirinin nakîzi, aksidir. Fekat, bu dünyâda rûh, cism derecesine düşmüş ve
cismle birleşmiş, kendini cisme kapdırmışdır. Rûh, cism hâlini almış, ona
lezzet veren şeylerden lezzet duymağa ve cisme acı gelen şeylerden elem
duymağa başlamışdır. İşte avâm, ya'nî câhil halk böyledir.
Vettîn sûresinin, (Onu
[rûhu], sonra en aşağı dereceye indirdik) meâlinde-
ki âyet-i kerîmesi bunların hâlini göstermekdedir. Bir kimsenin
rûhu, eğer bu esîrlikden, bu bağlılıkdan kurtulmaz,
kendi derecesine yükselmez, kendi vatanına kavuşmaz ise, ona yazıklar,
binlerle yazıklar olsun! Fârisî iki beyt tercemesi:
İşte, rûhun hastalıklarından biri,
elemini lezzet sanması, lezzetini elem anlamasıdır.
Onun bu hâli, mi'desi hasta bir kimseye benzer ki, bu kimse
safrası bozuk olduğundan, tatlıyı acı sanır. Bu kimseyi tedâvî
etmek lâzım olduğu gibi, rûhu da, bu hastalıkdan kurtarmak,
akl îcâbıdır. Rûhun tedâ- vî edilerek cismin
elemlerinden, acılarından lezzet duyması, sevinmesi lâzımdır. Fârisî beyt
tercemesi:
İyi düşünerek ve
inceleyerek anlaşılıyor ki, dünyâda eğer, derd ve mu- sîbetler
olmasaydı, dünyânın hiç kıymeti olmazdı. Dünyânın zulmetini, sıkıntısını,
hâdiseler, acı olaylar gidermekdedir. [Dünyâ dertleri, rûha elem
verir. Bu elemi, inkisârı, ibâdet olur, derecesi yükselir.] Dertlerin,
elemlerin acılıkları, bir hastalığı iyi edecek, fâideli ilâcın acılığı
gibidir. Bu fakîr, anlıyorum ki, bozuk
niyyet ile, gösteriş için, menfe'at için yapılan, ba'zı zi-
yâfetlerde, yemeğe kusûr bulmak veyâ başka sûretle, yapılan
eziyyet ile, zi- yâfet verenin
kalbinin kırılması, yemekdeki zulmeti, niyyetin bozukluğu ile
hâsıl olan günâhı gidermekde, kabûl olmasına sebeb olmakdadır.
Eğer müsâfirlerin şikâyeti, hakâreti olmasaydı ve
ziyâfet sâhibinin kalbi kırılma- saydı, yemek
karanlık ve günâh olacak, kabûl edilmiyecekdi. Kalbin kırılması, kabûle sebeb
oldu.
O hâlde, hep cism
ve cesedimizin râhatını ve tadını düşünen ve hep bunun peşinde koşan bizler,
çok zor durumda bulunuyoruz: Vezzâriyât sûresinde, ellialtıncı âyet-i kerîmede
meâlen, (İnsanları ve cinni, yalnız ibâdet etmeleri için yaratdım)
buyuruldu. İbâdet de, kalbin ve rûhun kırıklığı, kendini aşağı bilmesidir.
İnsanın yaratılması, kendini hakîr bilmesi, aşağı görmesi içindir. Bu dünyâ,
müslimânların âhıretlerine, Cennetdeki ni'metle- rine
göre, bir zindân gibidir. Müslimânların, bu zindânda zevk ve safâ
aramaları, akla uygun olmaz. O hâlde, dünyâda eziyyet, sıkıntı
çekmeğe alışmak lâzımdır. Burada mihnetlere katlanmakdan başka çâre yokdur.
Alla- hü teâlâ, mubârek ceddiniz hurmetine
"aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ
ve minettehıyyâti eymenühâ", biz za'îf kullarına bu yolda yürüyebilmek
nasîb eylesin. Âmîn.
[(Reşehât)da, Ubeydüllah-ı Ahrâr
hazretleri "rahmetullahi teâlâ aleyh" buyuruyor
ki, (İnsanlar ibâdet yapmak için yaratıldı. İbâdetin hulâsası, özü de, kalbin her zemân Allahü teâlâdan âgâh olmasıdır). 46. cı ve 99. cu mektubları ve 155. ci Ma'sûmîyeyi okuyunuz!]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder