107.
YÜZ YEDİNCİ MEKTUP
Hak sübhânehu ve
teâlâ, Evliyâya inanmakla ve bu yüksek insanları sevmekle, hepimizi
şereflendirsin!
İçinde birkaç süâl
bulunan mektûbunuz geldi. Denemek ve üzmek için yapılan
süâl, cevâb vermeğe değmez ise de, belki fâideli olur düşüncesi ile
cevâb veriyorum. Birisi anlamazsa da, anlayanlar çok şey öğrenir.
Süâl:
Eskiden gelmiş geçmiş Velîlerde çok kerâmetler, hârikalar hâsıl
olmuşdu. Zemânımızdaki büyüklerde ise az görülmekdedir. Bunun
sebebi nedir? diyorsunuz.
Cevâb:
Bu süâli sormanız, zemânımız büyüklerinde hârikalar az görülüyor diyerek
bunları küçültmek düşüncesi ile oldu ise, şeytânın aldatmasından Allahü
teâlâya sığınırız. Sözün gelişinden düşüncenizin öyle olduğu anlaşılıyor.
Şeytânın şerrinden Allahü teâlâya sığınınız!
Velî olmak için,
bir insandan hârikaların, kerâmetlerin meydâna gelmesi şart değildir. Hâlbuki,
Peygamberlerin "aleyhimüsselâm" mu'cize göstermesi lâzımdır. Bununla
berâber, Evliyânın hemen hepsinde, kerâmet gö- rülmüşdür.
Kerâmet göstermeyen Velî pekazdır. Bir Velîden, çok kerâmet
meydâna gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. Evliyânın birbirinden
üstünlüğü, Allahü teâlâya dahâ yakın olmalarına bağlıdır. Dahâ yakın olan
bir Velî, pek az kerâmet sâhibi olabilir. Allahü teâlâdan dahâ
uzak olan bir Velî, dahâ çok kerâmet, hârika gösterebilir.
Bu ümmetin sonradan gelen Evliyâsında, o kadar
çok kerâmetleri olanlar görülmüşdür ki, Eshâb-ı ki- râmın
"rıdvânullahi aleyhim" hiç birinde, bunun yüzde biri bile, meydâna
gelmemişdir. Hâlbuki, Evliyânın en yükseği, en aşağı derecede
olan bir Sa- hâbînin "radıyallahü anh"
derecesine yetişemez. Görülüyor ki, Evliyâyı ve onların
üstünlüğünü anlıyabilmek için, kerâmetlerine, hârikalarına bakmak,
câhillik, kısa görüşlülük olur. O kimsede, o büyüklerin yollarına
katılabilmek kâbiliyyetinin az olduğunu gösterir. Peygamberlerin ve Velîlerin
feyz ve bereketlerine, ancak onlara uymak
kâbiliyyetinde olanlar kavuşabilir. Kendi
düşüncelerine, hayâllerine uyanlar, kavuşamaz. Ebû Bekr-i Sıddîk
"radıyallahü anh", uymak kâbiliyyeti sebebi ile,
Peygamberimize "sallal- lahü aleyhi ve
sellem" birşey sormadan inanıverdi. Ebû Cehlde bu kuvvet
bulunmadığından, o kadar alâmet ve mu'cizeler gördüğü hâlde,
Peygamberliğe inanmak se'âdeti ile şereflenemedi. Sûre-i En'amda,
(Senin Peygamber olduğunu belirten, açık alâmetlerin hepsini görseler, yine
inanmazlar. Yanına geldikleri zemân, terbiyesizlik yapar, mubârek kalbini
incitirler ve bu Kur'ân, eskiden kalma hikâyeler, masallardır, derler) meâl-i şerîfdeki âyet-i kerîme, böyle tâli'sizleri
bildirmekdedir.
Peygamber "sallallahü aleyhi ve
sellem" zemânına yakın zemânlarda- ki
Evliyânın, az kerâmet gösterdiğini, bütün ömrlerinde üç-beş hârikadan
başka görülmediğini söyledik. Cüneyd-i Bağdâdînin on kerâmeti
bile işi- tilmemişdir. Hak teâlâ, kelîmi olan, Mûsâ
aleyhisselâma dokuz mu'cize verdiğini bildirmekdedir. Bunlar, düşmanlara karşı
olan hârikalardır. Yoksa, Peygamberlerden ve
Evliyâdan her sâatde, hârikalar meydâna gelmekde- dir.
Düşmanları bilse de, bilmese de, hârikaları güneş gibi görülmekdedir.
Fârisî mısra' tercemesi:
Kör göremezse, güneşin kabâhati ne?
Süâl:
Temiz olan tâliblerin, keşf ve müşâhede etdikleri şeylere, şeytân
birşey karışdırabilir mi? Karışdırabilirse, bunu ayırd etmek
nasıl olur? Karışdıramaz ise, keşf ve ilhâm ile elde
edilen bilgilerin, ba'zısının yanlış olması
nedendir?
Cevâb:
Herşeyi doğru olarak ancak Allahü teâlâ bilir. Bilgisini şeytânın
karışdırmadığı kimse yokdur. Peygamberlere bile karışabileceği, hattâ
karışdığı hâlde, Evliyâya karışmaz olur mu? Nerde kaldı ki, acemi tâ-
liblere karışmasın. Şu kadar var ki, Peygamberlere
"aleyhimüssalevâtü vet- teslîmât"
şeytânın karışdırdığı, haber verilir ve yanlış doğrudan ayırd
olunur. Nitekim Hâc sûresinde, (Allahü
teâlâ, şeytânın karışdırdığını değişdirir. Sonra kendi âyetlerini, sağlam
olarak bildirir) meâlindeki âyet-i
kerîme, bunu beyân etmekdedir. Evliyâya, şeytânın karışdırdığını
haber vermek lâzım değildir. Çünki Velîler, Nebîlerin izinde
yürümekde- dir. Bunlar, Peygamberlerin bildirdiğine
uymıyan buluşlarını red ederler, kıymet
vermezler. Fekat, Peygamberin dîninin bildirmediği, doğru veyâ
yanlış demediği bilgilerin doğrusunu, iğrisinden ayırmak güçdür.
Çünki ilhâm zannîdir, şübhelidir. Fekat, doğru
ilhâmları iğrilerinden ayıramamak, Velîler için, bir kusûr olmaz. Çünki dünyâ
ve âhıret se'âdetlerine kavuşmak, islâmiyyete uymakla olur. İslâmiyyetin
bildirmediği şeyler, ehemmiyyetli
değildir. İnsanlara, ehemmiyyetsiz şeyleri yapmak emr olunmadı.
Keşf ve ilhâmlarda
yanlışlık, yalnız şeytân tarafından gelmez. Çok def'a,
şeytân hiç karışmadan, hayâlde, doğru olmıyan ba'zı şeyler hâsıl olur.
Meselâ, ba'zan Peygamberimizi "sallallahü aleyhi ve
sellem" rü'yâda görüp, ba'zı şeyler öğrenenler oluyor ki, bu
öğrendikleri, kitâblara uymamak- dadır.
Hâlbuki, bu rü'yâlara şeytânın karışmadığı meydândadır. Çünki
şeytânın, her ne sûretle olursa olsun, Peygamber "sallallahü
aleyhi ve sel- lem" efendimizin şekline
giremiyeceğini, âlimlerimiz bildirmekdedir. İşte, böyle
rü'yâlarda, hayâl, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermekdedir.
Süâl:
Evliyânın kerâmeti ile, kâfirlerde hâsıl olan istidrâc birbirine benziyor.
Acemi bir tâlib, bir hârik-ul'âde görünce, bir Velînin "rahmetullahi
aleyh" kerâmeti, veyâhud bir yalancının istidrâcı mı
olduğunu nasıl ayırd edebilir?
Cevâb:
Bunu ayıracak, tâlibin vicdânıdır. O kimse ile konuşunca, tâlibin
kalbinde, dünyâ sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa
onun, kerâ- met sâhibi bir Velî olduğunu anlar. Eğer
böyle olmazsa, istidrâc gösteren bir yalancı
olduğu anlaşılır. Onun sözleri ile, kalbinde bir değişiklik duymı-
yan kimse, hayvan gibi olan câhil bir kimsedir. Hevesi olan,
isteği bulunan tâlib, kalbindeki bu değişikliği, çok güzel
sezer. Bu seçilmiş, nûrlu insanlar, câhillerin
duymamasına ehemmiyyet vermez. Çünki rûhu hasta,
(Basîreti), kalb gözü kör olanlar, duygusuz olur. Kalbdeki bu
değişikliğini anlamak- dan dahâ mühim ve
dahâ lüzûmlu birçok bilgilerden, bu câhillerin haberi yokdur.
(Velî olmak için, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmalıdır) demişlerdir.
Ya'nî Allahü teâlânın sıfatlarına uygun sıfatlar Evliyâda hâsıl olur.
Fekat, bu benzerlik, yalnız ismdedir ve uygunluk, sıfatların
topluluğunda- dır. Yoksa, sıfatların husûsiyyetlerinde
berâberlik olamaz. (Allahü teâlâ- nın ahlâkı ile
ahlâklanınız) emrini anlatırken, Hâce Muhammed Pârisâ
"kuddise sirruh", (Tahkîkât)
ismindeki fârisî kitâbında buyuruyor ki, (Allahü teâlânın bir ismi,
(Melik)dir. Bu, herşeye hâkim, gâlib demekdir. Tâ-
lib tesavvuf yolunda ilerlerken, kendi nefsine hâkim, gâlib olur
ve başkalarının kalblerine te'sîr etmeğe başlarsa, bu sıfat ile ahlâklanmış
olur. Allahü teâlânın bir ismi de, (Semî')dir.
Ya'nî işiticidir. Tâlib, doğru sözü herkesden
kabûl eder ve gizli hakîkatleri, cân kulağı ile duyarsa, bu sıfatla, huylanmış
olur. Bir sıfatı da, (Basîr)dir. Ya'nî,
Allahü teâlâ, herşeyi görür. Tâlibin kalb gözü açılır ve firâset ışığı ile,
kendi ayblarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, ya'nî başkalarını
kendinden dahâ üstün görürse ve Allahü teâlânın her ân gördüğünü, göz önünde
bulundurarak, hep Al- lahü teâlânın
beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur. Bir sıfatı da,
(Muhyî)dir. Ya'nî Allahü teâlâ dirilticidir. Tâlib, unutulmuş
sünnetleri canlandırır, meydâna çıkarırsa, bu sıfatla, sıfatlanmış olur. Bir
sıfatı da Mümîtdir. (Mümît),
öldürücü demekdir. Tâlib, sünnetlerin yerine yerleşmiş olan, bid'atleri men'
eder, yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar, bunlar
gibidir). Câhiller, bu ahlâklanmayı başka dürlü anlamış ve
yoldan çıkmışdır. Velîler, ölüleri diriltir, gayb olan şeyleri bilir sanmışlar.
Böyle, dahâ nice bozuk düşüncelere saplanmışlardır. Hâlbuki ba'zı
zanlar, günâhdır.
Hârika, yalnız
ölüleri diriltmek, istediğini öldürmek demek değildir. İl-
hâm yolu ile gelen bilgiler, kerâmetlerin en büyüğüdür. Nitekim,
mu'cize- lerin en kuvvetlisi ve kıyâmete kadar kalanı
Kur'ân-ı kerîm mu'cizesidir.
Gözü açmalı, iyi
görmeli ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri ilmler,
ma'rifetler, nisan yağmuru gibi yağmakdadır. O kadar çok
oldukları hâlde, hepsi islâmiyyete uygundur. İslâmiyyetden kıl kadar ayrılanı
yokdur. Bu da, hepsinin doğru olduğuna açık bir
alâmetdir. Zâten, yüksek hocam Muhammed
Bâkî-billah "kuddise sirruh", (Size ilhâm olunan ilmlerin
hepsi doğrudur) buyurmuşdur. Fekat ne fâide ki, hocam
hazretlerinin sözü, sizin için güvenilecek sened değildir. Kendinize, bir de
pîrini çok seven diyorsunuz.
Mektûbunuzda, inâd ve i'tirâz kokusu vardı. Fekat, kıymetli
bilgilerin yazılmasına sebeb olduğundan, iyi oldu.
Fârisî beyt tercemesi:
Şaşılacak şeydir ki, bundan önceki
mektûbunuzda çok sevgi ve saygı gös- termişdiniz.
Arka arkaya gördüğünüz iki rü'yâdan dolayı eski hâllerinizden
tevbe etdiğinizi ve bu yola sıkı bağlandığınızı ve tecdîd-i îmân
etdiğinizi de yazmışdınız. Bir ay geçmeden bu hâlinizin
değişdiği anlaşılıyor ve pek çabuk eski hâlinize döndüğünüz görülüyor. Bu
gerilemeniz, o iki rü'yânın şey- tânî olduğu
veyâ yanlış bir keşf olduğu düşüncesini hâsıl etmekdedir. O mek-
tûbunuz nasıldı, bu mektûbunuz nasıldır? Fârisî beyt tercemesi:
Doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın
"aleyhi ve alâ âlihis- salevâtü
vetteslîmât" izinde gidenlere Allahü teâlâ selâmet versin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder