59.
ELLİ DOKUZUNCU MEKTUP
Bu mektûb, yine seyyid Mahmûda yazılmışdır. Ehl-i
sünnet vel cemâ'a- te "rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma'în" uymıyanların, Cehenneme girmek- den
kurtulamıyacağı bildirilmekdedir:
Hak teâlâ,
hepimize islâmiyyet yolunda yürümek ihsân eylesin. Kendisine esîr eylesin!
Kıymetli mektûbunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakîrleri çok
sevindirdi. Büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı
ihlâsınızı okumakla mesrûr olduk. Allahü teâlâ, bu ni'metini dahâ artdırsın!
Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Sonsuz kurtuluşa kavuşabilmek için, üç şey,
muhakkak lâzımdır: İlm, amel, ihlâs. İlm de, iki kısmdır: Birisi yapılacak
şeyleri öğren- mekdir ki, bunları öğreten ilme
(Fıkh ilmi) denir. İkincisi, i'tikâd edilecek,
kalb ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki, bunları bildiren ilme
(İlm-i kelâm) denir. İlm-i kelâmda Ehl-i sünnet vel cemâ'at
âlimlerinin, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anladığı bilgiler
vardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlerdir. Bunlara uymıyan, Cehenneme
girmekden kurtulamaz. Bu büyüklerin bildirdiği i'tikâddan kıl ucu kadar
ayrılmanın, büyük tehlüke olduğu,
Evliyânın keşfi ve kalblerine gelen ilhâm ile de anlaşılmak-
dadır. Yanlışlık ihtimâli yokdur. Ehl-i sünnet âlimlerine
uyanlara, onların yolunda bulunanlara
müjdeler olsun. Onlara uymıyanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini
beğenmiyenlere ve aralarından ayrılanlara, yazıklar olsun! Ayrıldılar,
başkalarını da sapdırdılar. Mü'minlerin Cennetde Allahü
teâlâyı göreceklerine inanmıyanlar oldu. Kıyâmet günü, iyilerin, gü-
nâhlılara şefâ'at edeceklerine inanmıyanlar oldu. Eshâb-ı kirâmın
"aleyhi- mürrıdvân" kıymetini ve yüksekliğini
anlamıyanlar ve Ehl-i beyt-i Resûlü "radıyallahü
anhüm" sevmiyenler oldu.
Ehl-i sünnet
âlimleri "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" diyor ki: (Es-
hâb-ı kirâm "aleyhimürrıdvân" kendileri arasında, en
yükseği, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk
olduğunu sözbirliği ile söylemişdir). Ehl-i sünnet âlimlerinden, Eshâb-ı kirâm
üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, imâm-ı Mu- hammed
bin İdrîs-i Şâfi'î "rahmetullahi aleyh", buyuruyor ki: (Fahr-i âlem
"sallallahü aleyhi ve sellem" âhıreti şereflendirdiği
zemân, Eshâb-ı ki- râm, aradı, taradı,
yeryüzünde hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan dahâ üstün birini
bulamadı. Onu halîfe yapıp emrine girdiler). Bu söz, hazret-i Ebû
Bekr-i Sıddîkın, Sahâbenin en üstünü olduğunda, müttefik
olduklarını göstermekdedir. Ya'nî Eshâb-ı kirâmın en
yükseği olduğunda icmâ-i ümmet bulunduğunu göstermekdedir. İcmâ'-i ümmet ise
seneddir, şübhe olamaz.
Ehl-i beyt
için ise, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Binen
kurtulur, binmiyen boğulur) hadîs-i şerîfi yetişir.
Büyüklerimizden ba'zısı buyurdu ki, Peygamberimiz
"sallallahü aleyhi ve sellem", Eshâb-ı kirâmı
yıldızlara benzetdi. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemiye
benzetdi. Çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldızlara
göre yürümezse, gemi sâhile kavuşamaz. Görülüyor ki, boğulmamak
için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Eshâb-ı kirâmın
hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak
lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek
olur. Çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazî-
leti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin
üstündedir.
[(Sohbet), bir kerre de olsa, berâber bulunmak demekdir.
(Hazânetür- rivâyât)da diyor
ki, (Din âliminin bir sâat kadar sohbetinde bulunmak, ye- diyüz sene ibâdet
etmekden dahâ hayrlı olduğu (Mudmerât)da yazılıdır. Emîr-ül-mü'minîn Alî "radıyallahü
anh" vasıyyetlerinden birinde diyor ki, Resûlullahdan "sallallahü
aleyhi ve sellem" işitdim. Buyurdu ki, (Kırk
gün içinde bir âlim meclisinde bulunmıyan bir kimsenin kalbi
kararır. Büyük günâh işlemeğe başlar. Çünki ilm kalbe hayât verir. İlmsiz
ibâdet olmaz. İlmsiz yapılan ibâdetin fâidesi olmaz!). (Künûz-üd-dekâ'ık)daki ha- dîs-i şerîfde, (Âlimin yanında
bulunmak ibâdetdir) ve (Fıkh ilmi
meclisinde bulunmak, bir senelik ibâdetden dahâ hayrlıdır) ve (Evliyâyı görünce,
Allah hâtırlanır) ve
(Herşeyin kaynağı vardır. Takvânın menba'ı, âriflerin kalbleridir) ve (Âlimin yüzüne bakmak ibâdetdir) ve (Onlarla birlikde bulunan kötü olmaz!) ve (Ümmetimin âlimlerine hurmet ediniz!
Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır) buyuruldu.
Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, hayât- da hakîkî rehber islâm âlimleridir].
İşte bunun
için, Tâbi'înin en üstünü olan Veysel Karânî, Eshâb-ı kirâ-
mın en aşağısının derecesine yetişememişdir. [Peygamberimizi
"sallallahü aleyhi ve
sellem" îmânı var iken görenlere (Eshâb)
denir. Göremiyen, fe- kat Eshâbdan birini
görenlere (Tâbi'in) denir.] Hiçbir üstünlük, sohbetin
üstünlüğü kadar olamaz. Çünki, sohbete kavuşanların [ya'nî
Eshâb-ı kirâ- mın] îmânları, sohbetin bereketi ve vahyin
bereketi sâyesinde, görmüş gibi kuvvetli îmân olur. Sonra gelenlerden hiçbir
kimsenin îmânı, bu kadar yüksek olmamışdır.
Ameller, ibâdetler, îmâna bağlıdır ve yükseklikleri, îmânın yüksekliği gibi
olur.
Eshâb-ı kirâm
"aleyhimürrıdvân" arasındaki uygunsuzluklar ve mu-
hârebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. Nefsin
arzûları ile ve ce- hâlet ile değildi.
İlm ile idi. İctihâd ayrılığından idi. Evet bir kısmı ictihâd-
da hatâ etmişdi. Fekat, Allahü teâlâ, ictihâdda hatâ edene,
yanılana da, bir sevâb vermekdedir.
İşte, Eshâb-ı kirâm
"aleyhimürrıdvân" için, Ehl-i sünnet âlimlerinin
tutduğu yol, bu orta yoldur. Ya'nî, taşkınlık da, gevşeklik de
etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. En sâlim ve sağlam yol da budur.
[Şî'îler, Ehl-i
beyti sevmekde taşkınlık yapdılar. Ehl-i beyti sevmek için,
üç halîfeyi ve bunlara bî'at eden Eshâbın hepsini "radıyallahü teâlâ
aleyhim ecma'în" sevmemek, hepsine düşman olmak lâzımdır
dediler. Hâricîler, ya'nî Yezîdîler ise, bu sevgide
gevşeklik yapdılar. Ehl-i beyte düşman oldular].
İlmi ve ameli,
islâmiyyet gösterir. İlmin ve amelin rûhu gibi, kökü gibi
olan ihlâsı elde etmek için, tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır.
(Seyr-i ilal- lah) ya'nî Allahü teâlâya doğru olan yol
gidilmedikce, (Seyr-i fillah)
hâsıl olmadıkça, tâm ihlâs elde edilemez.
Muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. Evet,
mü'minlerin hepsi ba'zı ibâdetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlâs elde
edebilir. Bizim dediğimiz ise, her sözde, her işde, her hareketde ve ha-
reketsizlikde, her zemân, kendiliğinden kolayca hâsıl olan
ihlâsdır. [(İhlâs), hâlis, temiz etmek, niyyeti
temizlemek, yalnız Allah için yapmak demek- dir.]
Böyle ihlâsın hâsıl olması için, Allahü teâlâdan başka, enfüsî ve âfâ-
kî, hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lâzımdır. Bu
da, ancak fenâ ve bekâdan ve vilâyet-i hâssaya kavuşdukdan sonra, ele geçen
bir devletdir. Güçlükle ele geçen ihlâs, devâm
etmez, biter. Zahmet çekmeden ele giren
ihlâs, devâmlıdır ve Hakk-ul-yakîn mertebesinde hâsıl olur. İşte,
bu mertebeye varan Evliyâ "radıyallahü teâlâ anhüm
ecma'în" ne yaparsa, yalnız Allahü teâlâ için yapar. Nefsleri için,
birşey yapmaz. Çünki, nefsleri, Allah için
fedâ olmuşdur.
İhlâs elde etmeleri için, niyyet
etmelerine lüzûm yokdur. Bunlar Fenâ- fillah
ve Bekâ-billah derecelerine yükselince niyyetleri doğrulmuşdur. Bir
kimse, nefsine uyduğu günlerde, herşeyi nefsi için yapdığı, bunun
için niy- yet etmesine lüzûm olmadığı gibi, nefsine
uymakdan kurtulup, Allahü te- âlâya
tutulunca, herşeyi Allahü teâlâ için yapar. Niyyet etmesine hiç lüzûm
olmaz. Şübheli olan şeylerde niyyet edilir. Belli olan şeyleri,
niyyet ederek, belli etmeğe lüzûm yokdur. Bu, öyle bir
ni'metdir ki, Allahü teâlâ dilediği kullarına verir. Devâmlı ihlâs sâhiblerine
(Muhlas) denir. İhlâsı de- vâmsız
olup, ihlâs elde etmek için uğraşanlara (Muhlis)
denir. Muhlaslar ile muhlisler
arasında çok fark vardır. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin,
ilmde ve amelde de kazançları olur. Başkalarına, çalışmakla,
öğrenmekle, anlamakla, hâsıl olan, kelâm ilminin
bilgileri, bunlara keşf yolu ile hâsıl olur. Ameller
ibâdetler kolayca, seve seve yapılıp nefsden ve şeytândan hâsıl olan
tenbellik ve gevşeklik kalmaz. Günâhlar, harâm olan şeyler,
çirkin, iğrenç görünür. Fârisî mısra' tercemesi:
Sonsuz selâm ederim.
Cümle eşyâ Hâlıkındır, kul
elîle işlenir. Emr-i Bârî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder