43.
KIRKÜÇÜNCÜ MEKTUP
Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh
Ferîd-i Buharî "rahmetullahi aleyh" hazretlerine yazılmışdır. Tevhîd-i şühûdî ve
tevhîd-i vücûdî bildirilmekde,
ayn-ül-yakîn ve hakk-ul-yakîn anlatılmakdadır:
Allahü teâlâ, size
selâmet versin! Her kusûrdan, sıkıntıdan korusun! Âmîn.
Bu yüksek
insanların "rahmetullahi aleyhim" tesavvuf yolculuğunda, önlerine
çıkan tevhîd iki dürlüdür: Tevhîd-i şühûdî, Tevhîd-i vücûdî.
(Tevhîd-i
şühûdî) bir olarak görmekdir. Ya'nî sâlik [yolcu], herşeyi yapanı
bir görür. Ayrı ayrı şeyler görülmez. Tevhîd-i vücûdî, var olanı, bir bil-
mekdir. Ondan başka herşeyi yok bilmekdir. Yok olmakla berâber, O
bir mevcûdun aynaları sanmakdır. Tevhîd-i
vücûdî, ilm-ül-yakîn kısmından oluyor [ya'nî kalb ile bilmekdir]. Tevhîd-i
şühûdî ise, ayn-ül-yakîn kısmından oluyor
[ya'nî, görmekdir]. Tevhîd-i şühûdî, bu yolda, elbette vardır. [Her
sâlik, buna yakalanacakdır.] Çünki, bu tevhîd olmadıkça, Fenâya
kavuşu- lamaz, ayn-ül-yakîn nasîb olamaz. Çünki,
birşey görülür ve görünmesi kuvvet bulursa,
başka hiçbirşey görülemez. Tevhîd-i vücûdî ise, böyle değildir. Ya'nî, lâzım
değildir. Çünki böyle ma'rifet [bilgi] olmadan da, ilm- ül-yakîn
hâsıl olur. Mevcûdun bir olduğunu, ilm-ül-yakîn ile bilmek, Ondan başka
şeyleri yok bilmeği îcâb etmez. Ya'nî, Allahü teâlâyı var bilmek
ve bu bilginin, insanı kaplaması, Ondan başka şeyleri bilmemeği
îcâb etdir- mez. Meselâ, bir kimsede, güneşin var
olduğuna yakîn hâsıl olunca, bu ya- kîn,
bu kimseyi kapladığı zemân, yıldızları yok bilmesi lâzım gelmez. Fe-
kat, güneşi gördüğü zemân, yıldızları elbette görmez. Güneşden
başka birşey görmez. Yıldızları görmediği için,
yıldızları yok bilmez. Hattâ, var olduklarını,
fekat görünmediklerini bilir. Bu kimse, bu zemân, yıldızlar yok-
dur diyenlere inanmaz. Sözlerinin doğru olmadığını bilir. İşte
tevhîd-i vü- cûdî, bir mevcûddan başka, her şeyi yok
bilmek olup, akla ve islâmiyyete uygun
değildir. Tevhîd-i şühûdî ise, mevcûdu bir görmekdir ve akla ve is-
lâmiyyete uygundur. Meselâ, güneş doğarken, yıldızlar, yok oluyor
demek, doğru değildir. Fekat, bu zemânda, yıldızları görmemek doğrudur. Güneşin
ziyâsı çok olduğu ve insanın gözü kuvvetsiz olduğu için yıldızlar gö-
rülmemekdedir. Eğer, güneşin ziyâsı, insanın gözünü
kuvvetlendirseydi, güneşle birlikde yıldızları da görürdü. Bu görüş
(Hakk-ül-yakîn) makâmın- da
olur. İşte Söfiyye-i aliyyenin büyüklerinden ba'zısının, islâmiyyete uy-
mıyor görünen sözlerini, ba'zı kimseler tevhîd-i vücûdî
sanmışdır. Meselâ, Ebû Mensûr-i
Hallâcın (Enelhak) sözü ve Ebû Yezîd-i Bistâmînin "rahme-
tullahi aleyh" (Sübhânî) sözü ve bunlar gibi sözler,
böyledir. Böyle sözleri, tevhîd-i şühûdî bilmemiz lâzımdır. Bu sûretle,
islâmiyyete uygun olurlar. Bu büyükler, o hâl içinde, Allahü teâlâdan başka,
hiçbirşey göremeyince, bu sözleri söylemiş, Allahü teâlâdan başka birşey
yokdur, demek istemişlerdir. (Enelhak)
demek, ben yokum, Allahü teâlâ vardır, demekdir. Kendini
görmeyince, var olduğunu bilmemişdir. Yoksa, kendini görüp, Hak
teâlâyım dememişdir. Böyle söylemek küfrdür.
Süâl:
Kendinin var olduğunu bilmemek, yok bilmek değil midir? Bu da,
tevhîd-i vücûdî olmaz mı?
Cevâb:
Var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir. O ze-
mân, şaşkınlık hâlidir. Akl işlemez. Hiçbir şeye hükm, karâr
verecek hâlde değildir.
(Sübhânî)
sözü de, Hak teâlâyı tenzîhdir. Kendini tenzîh değildir. Çün-
ki, kendi varlığını bilmemekdedir. Birşeye hükm edemez.
[Hindistândaki
islâm âlimi Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Merec-ül-
bahreyn)de diyor ki, (Tesavvuf büyükleri, islâmiyyete uymıyan
sözleri söylerken çok kızan ve çok sevinen insan
gibidirler. Kızmak ve sevinmek, insanın
aklını örter. İhtiyârını giderir. Tesavvuf serhoşları da, böyle şu'ûr-
suz konuşmuşlardır. Bu hâllerinde ma'zûr iseler de, böyle
sözlerine uymak câiz değildir).].
(Ayn-ül-yakîn)
makâmı, hayret, şaşkınlık makâmıdır. Bu makâmda, ba'zıları,
böyle şeyler söylemişdir. Bu makâmdan kurtarıp da, hakk-ul-ya-
kîn makâmına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyliyemez ve haddi
aşmazlar.
Zemânımızda,
tarîkata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu süsü vererek, tevhîd-i
vücûdîyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrûm kalmışlardır.
Tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayâlleri ile ma'nâ
vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde
söylemekdedirler.
Tesavvuf
büyüklerinin kitâblarında, tevhîd-i vücûdîyi gösteren, böyle
sözler görülürse, ilk zemânlarında, ilm-ül-yakîn mertebesinde söylemiş
olduklarını, sonra bu makâmdan ilerleyip, ayn-ül-yakîn makâmına
götürüldüklerini düşünmelidir.
Süâl:
Tevhîd-i vücûdî sâhibi olan, mevcûdü [ya'nî var olanı] bir bildiği
gibi, bir vücûd [varlık] görmekdedir. Ya'nî ayn-ül-yakîn
mertebesine de mâ- likdir.
Cevâb:
Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, tevhîd-i şühûdînin, âlem-i misâldeki
sûretini görmekdedir. Tevhîd-i şühûdîye kavuşmamışdır. Tevhîd-i
şühûdî başkadır. Âlem-i misâlde gördükleri, bu
sûreti başkadır. Çünki, tevhîd-i şü- hûdî
mertebesinde, hayret, şaşkınlık hâsıl olur. Hiçbir şeye hükm edemezler.
Hâlbuki, tevhîd-i vücûdî sâhibi, tevhîd-i şühûdînin, âlem-i misâldeki sûretini
gördüğü zemân yine ilm sâhibidir. Çünki, herşeyin yok olduğunu bilmekdedir.
Yok demek, bir hükm, karâr vermekdir. Hayret ile ilm,
birlikde bulunamaz. O hâlde, tevhîd-i vücûdî sâhibi, ayn-ül-yakîn ma-
kâmına varmamışdır. Hâlbuki, tevhîd-i şühûdî sâhibini hayret
makâmın- dan ileri götürürlerse, hakk-ul-yakîn
makâmındaki ma'rifete kavuşur ki, bu makâmda
ilm ile hayret birlikde bulunur. Hayretsiz olan, hayretden önce
olan ilm, ilm-ül-yakîndir. Bu cevâbı, bir misâl ile aydınlatalım:
Devlet reîsi olmağa
elverişli bir kimse, rü'yâda, kendini devlet reîsi olmuş, o makâmda o işin
başında görür. Fekat, bu kimse, elbette devlet re- îsi
olmamışdır. Yalnız âlem-i misâldeki sûretini, kendinde görmüşdür.
Devlet reîsliği nerede, rü'yâda gördüğü sûret nerede! Şu kadar
var ki, rü'yâsı, âlem-i misâldeki sûret olmakla
berâber, bu kimsenin, bu sûretin aslı olan makâma kavuşmağa elverişli olduğunu
haber vermekdedir. Eğer çalışır, uğraşırsa, Allahü teâlânın ihsânı ile, o
makâma kavuşabilir. Bir şeye elverişli olmak ile,
o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? Aralarında, çok fark vardır.
Ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline kavuşamaz. Onların
cemâli ile şereflenemez.
Bu ince bilgileri
yazmakdan maksadım, zemânımızda ba'zıları özenerek, bir
kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak
ve ba'zıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhîd-i vücûdî
yolunu tutmuş, sevâbı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, Allah
yapıyor diyor. Hattâ, herşeyi Hak teâlâ
biliyorlar. Bu kurnazlıkla islâmiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar.
Böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. İbâdet etmek lâzımdır
deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad,
islâmiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar.
Hâşâ ve kellâ! Öyle değildir. Hiç de, dedikleri gibi değildir. Bunların kötü
düşüncelerinden, Allahü teâlâya sığınırız!
Tarîkat ve
islâmiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. Aralarında kıl ucu kadar
fark yokdur. Ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm
ile ve keşf ile olmakdır. İslâmiyyete uymıyan herşey bozukdur.
Atılması lâzımdır. İslâmiyyetin istemediği bir müslimânlık, zındıklıkdır.
İslâmiyyete yapışarak hakîkati aramak, tesavvufdur.
Allahü teâlâ, bizi
ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin "aley-
hisselâm" yoluna, hem zâhirde, hem bâtında, tâm uymakla
şereflendirsin! Âmîn.
Sevgili hocam
"kaddesallahü sirreh" çok zemân, tevhîd-i vücûdî yolunda idi.
Risâlelerinde ve mektûblarında, bu yolu gösterdi. Fekat sonra,
Hak teâlâ lutf ederek, bu makâmdan ilerletdi. Bu dar bilgilerden
kurtardı. Talebesinden Abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel buyurdu
ki, (Pek iyi anladım ki, tevhîd-i vücûdî, dar bir sokak imiş. Ana
cadde, başka imiş. Böyle olduğunu, önceden de biliyordum. Fekat,
şimdi, pek yakîn anladım). Bu fakîr [ya'nî İmâm-ı
Rabbânî "kuddise sirruh"], hocama hizmet etdiğim zemânlar, tevhîd-i
vücûdî yolunda idim. Bu yolu kuvvetlendiren
keşfler hâsıl olmakda idi. Fekat, Allahü teâlânın ihsânı, bu
makâmdan kurtarıp, dilediği makâmla şereflendirdi. Sözü uzatmamak
için, burada kesiyorum. Vesselâm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder