ALTINCI MEKTUP
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine
yazılmışdır. Cezbe ve sülûke kavuşmağı ve cemâl ve celâl sıfatları ile terbiye
olmağı ve Fenâ ve Bekâyı ve Nak-
şibendiyye bağının üstünlüğünü bildirmekdedir:
Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed,
yüksek kapınıza bildirir ki, tam mürşid olan
Allahü teâlâ, sizin yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, cezbe ve sülûk
yollarının her ikisi ile de terbiye etmekdedir. Cemâl ve celâl sıfatları ile
yetişdirmekdedir. Şimdi cemâl, celâl oldu ve celâl, cemâl oldu.
(Ri- sâle-i kudsiyye) kitâbının açıklamalarından bir kaçında, bu
yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmayıp, hayâle gelen şeyleri yazmışlardır. Bu
yazıyı açık anlaşıldığı gibi yazmak yerinde olur. Başka dürlü yazmak,
anlaşılanı başka şekle çevirmek yersiz olur. Bu terbiye ile yetişmenin
alâmeti, Zât-i ilâhînin sevgisinin hâsıl olmasıdır. Bundan önce bu sevgi hâsıl
olamaz. Zât-i ilâhînin sevgisinin hâsıl
olması (Fenâ)nın alâmetidir.
(Fenâ), mâsivâyı unutmak de- mekdir.
Allahü teâlâdan başka her şeye (Mâsivâ)
denir. Bütün ilmler gö- ğüsden silinmedikçe,
tam bir câhillik hâsıl olmadıkça, Fenâ elde edilemez. Bu câhillik ve
şaşkınlık, aralıksız olur; hiç yok olmaz. Bir zemân hâsıl olup başka zemân yok
olması düşünülemez. Bekâdan önce tam bir câ- hillik
vardır. Bekâdan sonra, bilgi ile bilgisizlik bir arada bulunur. Hiçbir-
şey bilmez iken, şü'ûru yerindedir. Tam bir şaşkınlık varken,
huzûr içindedir. Bu makâm, (Hakk-ul yakîn)
makâmıdır. Burada bilgi ve görmek birbirine perde olmaz. Bu câhillikden önce
bulunan bilginin hiç kıymeti yok- dur. Bu
câhillik varken ilm de verilirse, kendinde olur. (Şühûd),
ya'nî bâtın ile görmek varsa, yine kendindedir. Ma'rifet veyâ hayret ya'nî
ma'rifet- siz olmak, şaşkınlık varsa yine kendindedir.
Kendinden başka şeyleri gördükçe, kendinde de görmüş olsa dahî, ilerleyememiş
demekdir. Dışarıyı görmesinin büsbütün yok olması lâzımdır. Hâce Behâeddîn
"kaddesallahü sir- rehül'azîz"
hazretleri buyuruyor ki, (Ehlüllah, ya'nî Evliyâ, Fenâ ve Bekâ-
dan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her
bildiklerini kendilerinde bilirler. Onların hayretleri, bilgisiz olmaları
kendilerindedir). Bundan da açıkça anlaşılıyor ki, şühûd ve ma'rifet ve hayret
yalnız kendinde- dir. Bunların
hiçbiri dışarıda yokdur. Bu üçünden biri dışarıda oldukça, kendinde de olsa
dahî, Fenâya hiç kavuşamamış demekdir. Fenâ olmayınca, Be-
kâ nasıl olabilir? Fenâ ve Bekâ mertebesinin sonu budur. Bu Fenâ
tamdır ve tam olan Fenâ her şeyin yok olmasıdır.
Bekâ da, Fenâya göre olur. Bunun içindir ki,
Ehlüllahdan bir çoğu, Fenâ ve Bekâ hâsıl oldukdan sonra, dışarıda da görürler.
Fekat bizim büyüklerin yolu bütün yolların üstündedir. Fârisî beyt tercemesi:
Bu yolun büyüklerinden birini veyâ
ikisini yüzlerce sene sonra bu ma- kâma
kavuşdurmakla şereflendirirler. Başka yolları artık düşünmelidir. Bu
yol, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdevânî "kuddise sirruh"
hazretlerine bağ- lanmakdadır. Bu yolu
temâmlayan, kuvvetlendiren ise, hâcelerin hâcesi olan Hâce
Behâeddîn-i Nakşibend "kuddise sirruh" hazretleridir. Bunun halîfelerinden
Hâce Alâ'üddîn-i Attâr "kuddise sirruh" hazretleri de bu ni'me-
te kavuşmakla şereflenmişdir. Fârisî mısra' tercemesi:
Şaşılacak şeydir ki, önce, her belâ ve sıkıntı
gelince sevinirdim, derd ve belâ arardım.
Elimden dünyâlık çıkınca da tatlı gelirdi. Hep böyle olmasını isterdim. Şimdi
ise, sebebler âlemine getirdiler. Kendi zevallılığımı, aşağılığımı görmeye
başladım. Az bir sıkıntı gelince, hemen üzülüyorum. Her ne
kadar üzüntü çabuk bitiyor, hiç kalmıyor ise de, önce üzüntü gelmeden
olmuyor. Bunun gibi önce, belâların ve sıkıntıların gitmesi için
düâ ederken, bunların gitmesini, yok olmasını
düşünmüyordum. (Bana yalvarınız!)
emrine uymak istiyordum. Şimdi ise, belâların, sıkıntıların gitmesi için düâ
ediyorum. Eskiden korkular, üzüntüler yok olmuşdu, şimdi yine geldiler.
Eski hâllerin hep sekr, şü'ûrsuzlukdan ileri geldiğini anladım. Sahv,
ya'nî şü'ûrlu olunca, câhiller için olan şeyler hâsıl olmakdadır.
Böylece ze- vallılık, yalvarmak, korkmak, üzülmek,
sıkılmak, sevinmek oluyor. Başlan- gıçda
düâ etmek, belâdan kurtulmak için değildi. Bunu düşünmek gönlüme iyi
gelmiyordu. Fekat, hâl kaplamışdı. Peygamberlerin "aleyhimüssa-
levâtü vetteslîmât" düâlarının böyle olmadığını
düşünüyordum. Onlar, bir şeye kavuşmak
için düâ ediyorlardı. Şimdi, bu hâl ile şereflendirdiler.
İşin iç yüzünü açıkladılar. Peygamberlerin
"aleyhimüssalevâtü vettehıyyât" düâlarının
zevallılıkla, düşkünlükle, korku ile olduğu, yalnız emre uymak
için olmadığı anlaşıldı. Yalnız yüksek emrinize uymuş olmak için,
hâsıl olan şeylerden bir çoğunu arasıra bildirmekle
saygısızlık yapmakdayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder