15.
ONBEŞİNCİ MEKTUP
Hâzır olan gâibin, bulmuş olan
kaçırmışın, kavuşmuş olan mahrûmun sunduğu
şöyledir ki: Çok zemândır onu arardım, hep kendimi bulurdum.
Sonra, işim öyle oldu ki, kendimi arasaydım, onu bulurdum. Şimdi,
onu gayb etdim, kendimi buluyorum. Onu kaçırdığım
hâlde aramıyorum, yok olduğu hâlde özlemiyorum. İlm bakımından huzûrdayım,
kavuşmuşum, karşılıyorum. Zevk bakımından ise, gayb etdim, aramıyorum. Zâhiri
bekâ, bâtını fenâdır. Bekâda iken fânîdir. Fenâda olduğu hâlde bâkîdir. Fekat,
ilmle olan fenâdır ve zevkle olan bekâdır. İşi, düşmekde ve
inmekdedir. İler- lemekden ve
yükselmekden kalmışdır. Onu, kalbden kalbin sâhibine götürmüşlerdi. Şimdi
kalbin sâhibinden kalb makâmına indirdiler. Rûh, nefs- den
kurtulmuşdu. Nefs de itmînâna kavuşdukdan sonra rûhun nûrlarının
çokluğundan çıkmışdı. Şimdi rûh ile nefsi onda topladılar. Onu
her ikisi arasında geçit yapdılar. Bu aracılıkla, yukarıdan almak, aşağıya
vermek ni'me- tini ihsân etdiler. Fâideli şeyleri alır,
aldıklarını başkalarına verir. Hem alıcı ve hem vericidir. Fârisî mısra'
tercemesi:
Yüksek makâmınıza sunulur ki, sol el, kalb makâmına işâretdir. Kalbin
sâhibine yükselmeden öncedir. Yukarıdan indikden sonra kalb
makâmı- na getirirler. Bu makâm başkadır. Sağ ile
sol arasında geçitdir. Kavuşanlar, bunu iyi bilir. Sülûk yapmamış olan meczûblar,
kalb makâmına varırlar. Bunlara (Erbâb-i
kulûb) denir. Kalbin sâhibine kavuşmak için sülûk
yapmak lâzımdır. Bir makâmın bir kimseye verilmesi demek, ona bu
ma- kâmda husûsî bir şân hâsıl olması demekdir.
Bu şân ile, o makâmın erbâ- bından ayrılır.
Ayrılıklarından biri, cezbenin, önce olması demekdir ve o
makâmda husûsî bekâsı hâsıl olarak o makâmın bilgilerine ve
ma'rifetle- rine kavuşur. Kalb makâmının bilgileri ve
cezbenin, sülûkün, fenâ ve be- kânın ne
oldukları ve bunlara benzer bilgiler, bundan evvelki mektûblar-
da, yazılarak sunulacağı bildirilen kitâbda açıklanmışdır. Mîr
Seyyid Şâh Hüseyn, acele ile yola çıkdı, temize çekmek
nasîb olmadı. Bu kitâb üzerindeki kıymetli düşüncelerinizi ve emrlerinizi
okumakla şerefleniriz inşâal- lahü teâlâ. Azîz
Mütevakkıf cezbe makâmında yukarıdan inmişdir. Fekat yüzü
bu âleme değildir. Hep yukarıya bakmakdadır. Yükselmesi başkasının çekmesiyle
olduğu için cezbeye uygundur. İnerken, birlikde az birşey
getirdi. Nisbetinin aslı, başkasına bağlı olan teveccüh idi.
Kendisini bu teveccüh yükseltiyordu. Bu nisbeti şimdi de vardır. Cezbe
nisbetinde, cesed- deki rûh gibidir ve
karanlıkda bulunan ışık kaynağı gibidir. Fekat bu cezbe, büyüklerimizin
bildirdiği cezbe değildir "kaddesallahü teâlâ esrâre-
hüm". O cezbe, Hâce-i Ahrâr "kuddise sirruh"
hazretlerine yüksek dedelerinden gelmişdir. [Ya'nî annesinin dedelerinden
gelmişdir. (Reşehât) ki- tâbı.]
O büyüklerin, bu makâmda husûsî şânları vardır. Birkaç talebe
rü'yâda gördüler ki, yukarıda adı geçen Azîz Mütevakkıf, Hâceyi
yimişdir. Bu rü'yâ, bu makâmın görüneceğini
göstermekdedir. Bu cezbenin fâide vermek makâmı ile ilişiği yokdur. Bu
makâmda, yüz, hep yukarı doğrudur ve hep
şü'ûrsuzluk lâzımdır. Cezbe makâmlarından çoğuna kavuşdukdan
sonra bunlar sülûke uygun olmaz. Bunları yazarken o makâma doğru
idim. Ba'zı incelikleri göründü. Sebebsiz teveccüh olunamıyor.
Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir. O azîz, birkaç
aydan beri aşağı inmişdir. Fekat bu cezbe
makâmına tam girmiyor. Bu makâmın şânını bilmediği için giremiyor.
Dağınık düşünceleri buna sebeb oluyor. Bu saçma yazılar yüksek kapınıza
kavuşduğu zemânda, bu makâma tam gireceğini ümmîd ederim. Hâce hazretlerini
bundan sonra tam indirirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder