9.
DOKUZUNCU MEKTUP
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Geri dönüş
makâmların- daki
hâlleri bildirmekdedir:
Bu köleniz, gaflet uykusuna dalmışdır.Yüzü
siyâhdır, kusûrları çok- dur, huysuzdur,
eline geçen birkaç şeye aldanmışdır. Kavuşmak ve yükselmek düşüncesi ile başı
dönmüşdür. Her işi, sâhibine karşı gelmekdir. İyi, fâideli
şeyleri yapmaz. Herkes görsün diye süslenir. Allahü teâlânın her ân
Mektûbât Tercemesi: - F:2
gördüğü gönlünü yıkmakdadır. Hep gösteriş için
çalışmakdadır. Bunun için gönlü, rûhu
kararmakdadır. Sözleri, düşüncelerine uymaz. Düşünceleri de
hep saçmadır. Bu gaflet uykusundan, bu saçma düşüncelerden ele ne
geçebilir? Böyle sözlerin, böyle düşüncelerin ne fâidesi olur? Hep zararda,
hep alçalmakdadır. Anlayışı kıt, gitdiği yol bozukdur. Fesâd
karışdırır, kötülüklere sebeb olur. Başkalarına zararı
çok, kendi günâhları pek çok- dur.
Ayblardan, kusûrlardan yapılmış bir heykel gibidir. Günâhlar yığınıdır. İyilik
olarak yapdıkları bir işe yaramaz, hep atılır. Fâideli ve güzel bildiği işleri
hep kötüdür, beğenilmez. (Çok Kur'ân-ı kerîm okuyan vardır
ki, Kur'ân-ı kerîm ona la'net eder) hadîs-i şerîfi tam onun
hâline uygundur. (Çok
oruc tutanlar vardır ki, orucundan eline geçen yalnız açlık ve susuz- lukdur)
hadîs-i şerîfi onun hâlini göstermekdedir. Bu hâlde olan bir kimseye ve
makâmı, derecesi, kemâli böyle olana yazıklar olsun. Onun istig-
fâr etmesi de, günâhlarından dahâ büyük bir günâhdır. Tevbesi,
başka çirkin işlerinden de dahâ çirkindir. Bozuk
olan kimsenin her işi de bozuk olur,
demişlerdir. Fârisî mısra' tercemesi:
Onun hastalığı, iliğine, kemiğine
işlemişdir. İlâc fâide vermez. Temelinden bozukdur, ta'mîr ile düzelmez. Bir
şeyin özünde, yapısında bulunanlar, ondan ayrılmaz. Fârisî mısra' tercemesi:
Ne yapılabilir, Bekara, A'râf, Tevbe, Nahl sûrelerinde ve Rûm sûresinin
dokuzuncu âyetinde, (Allahü teâlâ onlara zulm etmedi.
Fekat onlar kendilerine zulm ediyorlar) buyuruldu.
Evet, tam iyiliğe
karşı tam kötülük lâzımdır. Böylece iyilik tam olarak meydâna
çıkar. Herşey, zıddı ile, tersi ile anlaşılır. Hayr ve kemâl hâzır olunca,
bunlara şer ve naks lâzım olur. Çünki, iyiliğe ve güzelliğe elbette ayna
lâzımdır. Birşeyin aynası onun karşısında olur. Bundan dolayı
iyiliğin aynası kötülükdür. Aşağılık da, üstünlüğün aynasıdır. Bunun içindir
ki, bir- şeyde aşağılık ve kötülük ne kadar çok
olursa, iyiliğin ve üstünlüğün o şeyde görülmesi de, o kadar çok olur.
Şaşılacak şeydir. Yukarıda saydığımız kötülükler
iyiliğe döndüler. Bu kötülükler, bu aşağılıklar, iyiliklerin ve üstünlüklerin
yeri oldu. İşte bunun için, abdiyyet, kulluk makâmı, her makâm-
dan dahâ üstündür. Çünki, bu söylediklerimiz,
(Abdiyyet makâmı)nda tamdır
ve en çokdur. Sevilenleri bu makâma indirmekle şereflendirirler. Sevenler,
görmenin zevkinden tad almakdadır. Kulluğun tadını almak ve
ona alışmak ise, sevilenler içindir. Sevenler, sevgiliyi görmekle
râhatlanır. Sevilenlerin râhatlığı ise, sevgiliye kul
olmakdadır. Onlar kulluğa alışarak bu
devlete kavuşdurulur. Bu ni'metle şereflendirilir. Kulluk meydânında
yarışanların başı, din ve dünyânın efendisi, geçmişlerin ve
geleceklerin en üstünü ve âlemlerin Rabbinin sevgilisi olan
Muhammed aleyhisselâmdır. Bir kimseyi, ihsân
ederek, acıyarak bu devlete, bu ni'mete kavuşdurmak isterlerse,
ona Resûlullaha tam uyabilmek ni'metini verirler. O servere
"aleyhi minessalevâti etemmühâ ve minettehıyyâti
ekmelühâ" uymakla, o yüksek makâma
ulaşdırırlar. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir.
Allahü teâlâ, büyük ihsanların sâhibidir.
Şerrin ve
aşağılığın çok olması demek, bunu zevkle anlamak demekdir.
Yoksa, kötü, aşağı bir kimse olmak değildir. Böyle anlayışlı
kimse, Allahü teâlânın ahlâkını huy edinmiş kimsedir. O
ahlâkı huy edinmenin fâidelerin- den biri de,
böyle anlayış sâhibi olmakdır. Bu makâmda kötülük, aşağılık
hiç bulunabilir mi? Ancak bunların bilgisi bulunur. Bu ilm, tam
bir şühûd ile hâsıl olduğu için tam bir yükseklikdir.
Öyle bir iyilikdir ki, herşey onun yanında
kötülük görülür. Bu görüş, nefs-i mutmainnenin kendi makâmına
inmesinden sonra ele geçer. Bunun için kul, zevkinden geçmedikçe
ve kendini yere vurmadıkça ve işi buraya
vardırmadıkça, Mevlâsının yüksekliğinden bir şey anlayamaz. Nerede kaldı ki,
kendini mevlâ bile ve kendi sıfatlarını Onun sıfatları sana. Allahü teâlâ,
böyle şeylerden çok uzak, çok yüksekdir.
Böyle bilmek ismlerde ve sıfatlarda ilhâddır, zındıklıkdır. A'râf
sûresi yüzyetmişdokuzuncu âyet-i kerîmesinde,
(Allahü teâlânın ismle- rinde ilhâd edenleri, ya'nî ismleri değişdirenleri terk
edin. Onlar âhıretde yapdıklarının cezâsını çekeceklerdir)
bildirilen mülhidlerdendirler.
[Bu âyet-i kerime,
Allahü teâlânın ismlerini değişdirenlerin, terceme edenlerin,
doksandokuz ismden başka ism söyleyenlerin, kıyâmetde azâb
çekeceklerini bildiriyor. Allah yerine tanrı diyenlerin bu âyet-i
kerîmeden korkmaları, tevbe etmeleri lâzımdır.]
Cezbesi sülûkdan önce olan herkes
sevilmişlerden olamaz. Fekat sevilmişlerden olmak için cezbenin önce olması
şartdır. Evet, her cezbede sevilmişlerden az birşey vardır. Çünki sevilmiş
olmayanlarda cezbe olmaz. Bu az birşey sonradan
hâsıl olmuşdur. Kendinden değildir. Kendisinde bulunan mahbûbiyyet hiçbirşeye
bağlı değildir. Sona varan her sâlik cezbeye kavuşur. Fekat çoğu
sevenlerdendir. Dışarıdan az bir sevilmişlik gelmişdir. Bu
kadar şey sevilmişlerden olmak için yetişmez. Dışarıdan
sevilmişliği getiren sebeb, tezkiye ve tasfiyedir, ya'nî kalbin ve nefsin
temizlenmeleridir. Başlangıçda olan
birçok sâliklerde de, O Servere "sallallahü aleyhi ve sel-
lem" uydukları için, az bir sevilmişlik hâsıl olur. Bu
sevilmişliği müntehî- de de husûle
getiren, yine o Servere "sallallahü aleyhi ve sellem" uymak-
dır. Sevilmişlerde de kendilerine ihsân edilmiş olan bu ni'metin
meydâna çıkması, yine o Servere "aleyhissalâtü
vesselâmü vettehıyye" uymağa bağlıdır. Hattâ, kendilerine, sevilmiş olmak
ni'metinin verilmesi de, o Serve- re
"sallallahü aleyhi ve sellem" bağlılıkları olduğu içindir. Onun rabbi
ya'nî terbiye edicisi, yetişdiricisi olan ism, o Serverin
"aleyhissalâtü vesse- lâmü
vettehıyye" rabbi olan isme yakın olduğu için, sevilmişlerden ol-
muşdur. Bunun için bu se'âdete kavuşmuşdur. Her şeyin doğrusunu
Alla- hü teâlâ bilir. Herkes, sonunda Onun
huzûruna çıkacakdır. Haklıyı meydâna çıkaran Allahü teâlâdır. Doğru yolu
gösteren, doğru yola kavuşduran Odur.
Niçin küfrân eder insân, Hudâ ni'met verir iken,
Utanmayıp eder isyân, kamûyu ol görür iken.
Beher an hamdü şükretmez, dahî ihsânı fikretmez,
Hergün Hakkı zikretmez, bedende cân durur iken?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder