'' Allah - İnsan İlişkisi ''
Rabbimiz Şad suresinde "İnsanı iki elimle yarattım." buyuruyor. Allah hakkında
mücessem bir nitelik arzeden ıstılahlar bizim anlayacağımız manada değildir. İki
el Allah'ın insana verdiği kıymettendir. Elinin ucuyla bir işi tutar, bir de
bütün vücuduyla, iki elle bir işe sarılır. Burada Rabbimiz havale etmiyor, Kün
emriyle yaratma gücüne sahip olan Allah kendi kudret elleriyle iki elimle
yarattım diyor. "İnne, nahnü" biz kelimesini kullanan Rabbimiz insanı bizzat
ben, iki elimle yarattım buyuruyor: Yine hatırlarsanız insan iki terkipten
meydana gelen bir varlıktır. Üns ve nesy insanın ıstılah olarak terkibinde 1.
sırayı alan üns; ünsiyet, yakınlık, ilgi alâka gibi manaları ifade eder.
Hem cinsimize ve hem de bizi yaratan Allah'a karşı ilgi ve alâkamız vardır.
Birbirimize karşı ilgi, alâka ve merak duyarız. İkinci olarak yaratılanla
Yaratan arasındaki ilgiyi ifade etmektedir. İnsan kelimesinin ikinci manasını
teşkil eden nesy; unutmak fiilinden gelen bir kelimedir. Ünsiyet, yakınlık, ilgi
alâka kelimeleriyle meydana gelen insan kelimesinin ikinci terkibinde unutan,
hata eden, azan, inkâr eden, ezen gibi bir takım
manaları da içerisine alan bir kelime. İkisini bir araya getirdiğimiz zaman
insan meydana gelmektedir. Unutan bir varlık, hata eden bir varlık, hem
cinsleriyle irtibat kurmak isteyen bir varlık, kendisini yaratan yaratıcıya
karşı ilgi duyan bir varlık, yakınlık duyan bir varlık. İşte bizim insan
kelimesinden anlıyacağımız kısaca mana ve mefhum budur. İnsan kelimesinin ikinci
anlamı, bizim için daha fazla önem arzediyor ki insan Allah-ilişkisinin
tesbitinde bu iki husus her zaman zihnimizde bulunmalıdır. İnsanı iki özellik
kuşatmıştır.
1. Beşer, 2. Adem kelimesi. İnsanın insan olarak iki
özelliği vardır: Beşer ve
adem olma özelliği. Buradaki ademden maksat ilk Peygambere verilen ad
olarak mütala edilmemelidir. Mana itibarıyla aynıdır, fakat her insanda
ademlikte
vardır be-şerilik de vardır. Biz insanız. Hem ademiz. Allah (c.c.) bizi
iki
hususiyetle bezemiştir, donatmıştır. 1. beşeriyet yönümüzdür. Kur'an ve
Hadislerde bu hususta çok misal görebiliriz. Bunlara örnek verecek
olursak:
1. Nisa suresinin 28. ayeti "İnsan zayıf yaratılmıştır." Bunlar beşeriyet
yönümüzün hususiyetleridir.
2. İbrahim suresinin 34. ayetinde "Muhakkak ki insan zalim ve nankördür." Hem
zalimlik hem de nankörlük vasfı vardır. Bu zalimlik ve nankörlük vasfı beşeriyet
yönümüzün hususiyetlerindendir.
3. İsra suresinin 11. ayetinde "İnsan çok acelecidir." Acelecilik biz insanların
beşeri özelliklerinden bir tanesidir.
4. İsra suresinin 100. ayetinde "İnsan çok cimridir." buyurulmaktadır. Cimrilik
özelliği beşeri vasfımıza yakışmaktadır.
5. Kehf suresinin 54. ayetinde "İnsan tartışmayı, cedelleşmeyi çok sever."
Cedelleşmek,
tartışmak sevimsiz bir şey olduğu halde insan onu seviyor. Buna benzer
nice özellikler. Sanki bunlar unla suyun karışımından hamur meydana
geldiği gibi beşer
yönümüzün özelliğidir. Fakat bunların hiç birisini Rabbimiz sevmez.
Allah
cimriliği sevmez, aceleciliği sevmez (istisnalar dışında) hele hele
zalimliği,
hele hele nankörlüğü; bütün bunlar kınanan, reddedilen, sevilmeyen
hususlar
olduğu halde, gel gör ki mayamıza Allah (c.c.) katmış. Beşer yönümüze
bunlar
sunulmuş. Ben aceleci değilim, ben nankör değilim diyemezsin. Bu
sırıtan, bu
şımarık özellikleri törpülemek isteyen, bunları tesirsiz hale getirmek
isteyen,
bunların başına hakim olma güç ve kuvvetini bünyesinde tutma durumunda
olan
ikinci özelliğimiz adem olma özelliğimizdir. Yani ademiyet yönümüz
kuvvetlenirse, beşeriyet yönümüz; köşeye sıkışan, güç yetiremeyen,
insanı isyana
teşvikte güçsüz kalan hususlar olur. Bunların hiçbirini imha
edemezsiniz.
Bunların imhası insan olma özelliğimizin imhasıdır. Bunlar olacak,
bunlar
olmazsa bizim yaratılmış olmamız abes olur. Çünkü biz imtihan için
yaşıyoruz.
İmtihan edildiğimiz için bunlar bulunacak. Ama bunların her an için
geçerli
olacağı, bunları yapacağız manasına değildir. Bunları yapmamak ve
frenlemek
mü'minin ademiyet yönünün kuvvetli olması ve imtihanı kazanma
alametidir.
Ademiyet yönümüzün hususiyetleri ise, beşerlikten kaynaklanan
özelliklerimizin
zıddı olan her şey. Yani benim beşeriyet yönümde acelecilik, ademiyet
yönümde
teenni var. Biri şeytandan, diğeri rahmandan. Benim beşerilik yönümde
nankörlük,
ademlik yönümde teşekkür etme var. Ben şükretmek isteyen bir insan
olmalıyım.
Beşeriyet yönümde cimrilik olabilir ama ademiyet yönümde cömertlik
vardır.
Cömertlik cimriliğin hakkından gelir. Teenni aceleciliğin hakkından
gelir. Yani
beşer sıfatımızı tanımlayan, tarif eden her şeyin zıddını ademiyet
yönümüzde
vermiştir. Ademiyet yönümüzde batinî duygular, ruh ve kalb vardır. Hicr
suresinde. "Ona ruhumdan üfürdüm." Bizim beşer yönümüzü, beden yönümüzü
açıklarken "iki elimle yarattım" buyuran Allah,
Ademlik yönümüzü "Ona ruhumdan ürürdüm" ayeti ile açıklık getirmiştir.
K. Kerim
beşer ve ademiyet özellikleri ile yaratılmış insana şu emri vermiştir:
"Ey insan
ademiyet yönünü beşeriyet yönünün üstüne çıkar." Bizim dünyadaki
mücadelemiz,
sıkıntımız, cennetimiz, cehennemimiz, kazanmamız ve kaybetmemiz,
darusselam ve
ashabı cahîm gibi zıt iki diyara konulu olmamız buna bağlıdır. Mü'min
böylece
ademiyet yönünü beşeriyet yönünün üstüne çıkarmakla vazifeye davet
edilmiştir.
Adem (a.s.) bir anlık beşerilik yönünü öne aldığında Allah onu cennetten
çıkarttı. Sonra Rabbimiz tarafından Cennet gibi en büyük, en güzel yerden
yeryüzüne indirilen o insan, ademlik yönünü kuvvetlendiriyor, tevbe ediyor,
gözyaşı döküyor ademlik yönünün kuvvetlenmesiyle Yüce Allah Adem (a.s.)'e
nebilik veriyor, Cennette adem yeryüzünde nebi, ademiyet yönünü üstün çıkarınca
lütuf ve ikram olarak nebilik verilmiştir. Şeytan ise beşeri özelliklerde ısrar
ediyor. Sonu kafirlikle neticeleniyor.
İkisi de cennetten çıkarıldığı halde biri nebilik birine kafirlik veriliyor. Bu
temel ışığında Allah-insan ilişkisinin hassasiyet arzeden noktalarını izah
edelim:
İlişki, münasebet iki taraftandır. Allah'ın lütfü ile olan ilişkisi. Kulun
Allah'la olan ilişkisi. Allah'ın insanla olan ilişkisi vahiyledir. Vahiy varsa
vahiy gelmişse, bunun hikmeti Allah'ın insana olan ilgisinin bir tezahürüdür.
Allah insan ilişkisini vahiyle gerçekleştiriyor insan Allahla ilişkisini de
ibadetle gerçekleştiriyor. Vahiy ve ibadet ıstılahlarımızı bu manada
değerlendirirsek, bilgilenme mevzusu olmaktan çıkar. Burada hayatımızı
ilgilendiren müşahhas yönünü ortaya koyacağız. İnsan bir taraftan ibadetle
Allahla ilgi kurarken, insan-insan ile insan-tabiat ile, insan-nefsi ile,
insan-çevre ile ilişkisini (vs.) düzenlemek için, değer verdiği insana din
göndermiştir. Son din de İslâmdır. Rabbimiz (c.c.) kendisiyle insan arasındaki
münasebetlerin düzeltilmesinde devreye giren Hakk erleridir, ara bulucularıdır.
İsyankâr toplumu itaata davet eden, Rabbimizin gönderdiği ilâhi hükümleri
müşahhas olarak yaşattırmak, bir hareket ve hadiseyi ortaya koyarak "Ne oluyor
size, bu küskünlük, bu dargınlık ne yakışıyor mu size? Bu kadar nimetlerle
taltif edilen sen nankörlük mü yapıyorsun?" Peygamberler bu insanların beşer
hususiyetlerini zayıflatıp ademliğini kuvvetlendirerek galip getirmek isterler.
Ademlik yönü kuvvetlenince Allah-insan ilişkisi kuvvetlenir. Beşer yönü
kuvvetlenince Allah-insan ilişkisi zayıflar. İşte nebiler Allah ile kullar
arasındaki münasebetlerin bozulmasıyla devreye girerler. Nebiler bu manada fahri
gönüllüler ordusudur. Ücretsiz insanlardır. Mükâfatını bizzat Allah üzerine
aldığı için her şeylerinde gerçeklik vardır. "Sizden herhangi bir mükâfat, ücret
istemeyenlere tabi olun" buyuruyor Rabbimiz Yasin suresinde. Ücretsiz, fahri
gönüllülerdir, bir ordudur. Başlangıcı ve sonu belli. Aradaki isimleri bilen
Allah'tır. Allah'la ilişkisi bozulan toplumun Allah'la arasını düzeltebilmek
için adeta paçaları sıvamışlardır. Biz Allah'la iyi ilişkilere girebilmek için
şu ıstılahlarımıza hak ettiği müşahhas manaları vermemiz gerekir:
Allah, İnsan, Vahiy, Din, Nebi ve İbadet.
Bu ıstılahları biraz daha kavrar, genişliği mufassal olarak kitaplarımızdan
okursak, Allah'la olan ilişkilerimizin göstermelik midir, ikilem midir, riyakâr
mıdır, çok iyi anlayabiliriz. Ölçüdür bunlar. Bu altı husus iyi öğrenilmeli, iyi
kavranılmalıdır.
Allah: Kur'an'da tarifi yapılan bir varlıktır. Allah'ı en güzel tanımanın yolu
bu. Allah Kur'an'da hangi ayetlerde, hangi surelerde anlatılmış ise, işte
anlatılan Allah'ı öğrenmek ve inanmak. 99 güzel isim, bir de zatî ve subutî
sıfatlar. Onu iyi tanıyabilmek için 99 isim, zatî ve subutî sıfatlarını bilmeli
ve gereğini yaşamalıyız.
İnsan: Yaratılan, meleklerden üstün ve hayvanlardan aşağı. Beşerilik yönü üstün;
hayvanlardan aşağı. Ademiyet yönü üstün; Meleklerden üstün. Bunlar terazidir.
Vahy: Asilden vekile, Allah'tan insana, halifeye, külli iradeden cüzî iradeye
olan bir ilişkinin adı. Bizim hayatımız her yönüyle vahiyle donatılmıştır.
Bunlara Resulullah'ın sahih hadislerini de ilâve edecek olursak biz her zaman
vahyi idrak ederiz. Bize vahyi kitabî bir bilgi olarak 23 senede gelmiştir, şu
kadar ayettir gibi bilgilenmek güzeldir. Bir de bizim yaşayışımızla vahyi ortaya
koymak; vahiyden anladığımız budur. Kur'an Cebrail vasıtasıyla Peygambere
dolayısıyla bizlere gelmiştir. Şimdi 1400 sene evvel oturmuş olsaydı. Bedevi bir
Arap gelip pat küt bağırarak çağırarak girseydi, ne olurdu. Allah bunu vahiyle
düzeltti. Önce izin alın, selam verin, izin verilirse içeri girin. Bunlar
vahiyle düzeltilmiş oldu. Ormandan kesilen ağaç mobilya oldu. Bu vahiy bize
geldi. Biz eve girerken Bedevî gibi girersek bizim bu vahiyle irtibatımız yoktur
demektir. "Rüku edenlerle birlikte amel edin" bu ameli yaptığımız zaman ben
vahyi yaşıyorum. "Nerede olursanız Allah sizinle beraberdir." "Biz ona şah
damarından daha yakınız" gibi murakabeyi ilgilendiren, İlahî otoritenin
gölgesinde yaşadığını bildiren Rabbimiz bunu ayet ve hadislerle canlı tutmak
ister. Sonuçta vahiyle hareket eden bir insan ortaya çıkar. Vahiy insan doğru
saadete ulaşır. Saadetin bir manası vahiydir. Asrı saadet, devri cahiliyye.
İslam'la haşır neşir olan devir. Vahiy müslümanda huzur meydana getirir. Vahiy
kime giderse onda bir haslet meydana getirir. Mesela Allah, Nahl Sûresi'nde
arıya vahyetti, vahiy anda bal oldu. Toprakta vahyin karşılığı elmastır. Allah
nereye vahyederse vahiy karşılığında onu evetleyen kimsenin bir müsbeti, bir
doğruyu ortaya koyduğunu görürüz. İnsanda da saadeti meydana getirir. Vahiy
cahiliyyeden İslâm'a dönüşün en büyük göstergesidir.
Din: Yaşama tarzı.
Nebi: Arabulucu. Bakara ve Cuma Suresi'nde anlatılan 4 temel özellikle insanı
Allah'a barıştırırlar, İnsanı Allah'a teslim ederler:
1. Kur'an'ın tilaveti
2. Tilavet edilen Kur'an'ın talimatı, nasıl yaşanacağı
3. Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi
4. Hikmetle kalblerin mutmain edilmesi.
Son asır müfessirleri de: İşte peygamber vârisleri, 4 temel hususiyeti, fıkıh
halkası kurarak bu mevkiyi elde edebilirler. Bu 4 temelden bir müslüman sadece
tilaveti üstlenmişse, peygambere varisliği o nisbettedir. Bir kısmı tezkiyeyi
üstlenmişse, varisliği o nisbettedir. Kim olursa olsun bu 4 temel hususiyeti
hayata çektiği oranda Peygambere vâristir. Bunun dışında peygambere varis
olabileceğimiz başka bir özellik yoktur. Tilavet talimat, tezkiye ve hikmet.
İbadet: İnsan Allah ilişkisini düzene sokan ilâhi reçetedir. İmtihana alınan
insanın başarısı için ibadet devreye girer. İbadet olmayınca hiç bir şey olmaz.
Çünkü insanlar ibadet için yaratılmıştır. Bu ilişki bozulursa ne olur?
İlahî reçeteye ihtiyaç duymazsa, istiğna ehli olursa ne olur? Bu insan tamire
değil tahribe baslar. Bu insan ne kendisini düzeltir, ne evini düzeltir, ne
kıyafetini, ne sağını ne solunu, yani düzeltmekle görevli olduğu her şeyi
tahribe başlar, konuşması, bakışı, davranışı tahrib edici, yıkıcıdır. Çünkü
İlâhi mesajla olan irtibatını azalttı. Daha ne olur? Halife ve emanetçi olduğunu
unutur. Dağların ve taşların yüklenmediği yükün emanetçisi ve yeryüzünün
halifesiydi. Halife ve emanetçi olduğunu unutunca her şeyi unutur, ahireti
unutur, ahireti unutunca Allah'ı
unutur. Her zaman Allah der belki ama Allah insanı unutur, ama önce insan
Allah'ı unutur. Allah'ın insanı unutması insanı nefsiyle başbaşa bırakmasıdır.
Allah bir insanı unutmaya görsün, aradan çıkar tabiri caizse "Göz açıp yumuncaya
kadar beni nefsime bırakma" diyen peygamberimiz vardı. Bu duaya bakın bir de
Allah'ın nefsiyle bir insanı bırakıp unuttuğunu düşünün. Bu insan iflah olur mu?
İnsan nefsiyle başbaşa kalırsa ne olur? O insan hayvanlasın
İnsanın Allah'la ilişkisi kopunca ne olur?
Hayvandan beter olur. Neden A'raf Suresi'nde Rabbimiz: "Onlar hayvandırlar hatta
daha aşağı." Hayvan iman etmez, gayesi yoktur, hedefi yoktur da ondan. Belhüm
adal: Demek ki hayvanda bir takım güzellikler var: Sütünden içiyorsunuz,
gübresinden istifade ediyorsunuz, derisinden ayakkabı yaptırıyorsunuz, yük
taşıyorsunuz. Allah'la ilişkisini tamamen kesen insan hayvan da olamaz, yani
beşerlik galip olmuştur. Beşeri yönü kuvveüenen insan cahilleşir, zaaflaşır,
yahudileşir, hristiyanlaşır, fâsıklaşır, zâlimleşir, Müslümana zâlim veya yahudi
demiyoruz, yahudileşir demek istiyoruz. Bir insan, Yahudiyi taklit edecek: "O
kertenkelenin deliğine girse siz de takip edeceksiniz. Çünkü" kalpleri onların
kalbine benzedi." Onları taklit ederken zorlanmıyoruz "Ne zaman ki onlar eğrildi
Allah da onların kalblerini eğdi." Bu bir iftira değildir. İnsanın yahudileşmesi
ve hristiyanlaşması esasen o kadar zordu ki, günde 40 defa Allah'a münacatta
bulunuyoruz. Sonuçta aceleciliğiyle, hırsıyla, cedelleşmesiyle, zâlimleşmesiyle,
yırtıcı bir ruha sahip olur. Tahripkâr bir ruhu vardır. Aralan bozar,
nemmamcılık yapar, laf getirip götürür. Bunu genişletebiliriz. Dışındaki hayati
da düzeltemez, çünkü tahripkârdır.
Böyle insanın 7 kalbi marazı vardır: İnkâr, bid'at, kibir, hased, riya,
cimrilik, israf. Bu hastalıklar bir kalbe girerse insanın Rabbe dönmesinden
başka çaresi yoktur. İnsanda iki hakikat birleşmiştir: Beşeri ve ademi yön. Bir damla meni beşeri yön. Mükerrem bir
varlık, ademî yön.
Bu ağır yolculukta ölünceye kadar nasıl muvaffak olacağız, ümitsizlik olmasın.
Allah'ın lütfu-ikramı bol bol veriyor. Allah, rabbanî usulle göreve davet eder.
Bu görevde insanın muvaffakiyeti için.
1. Kainatı emrine vermiştir. İslamî hareketin canlı ve cansız üyeleri vardır.
Canlı insanlar. Cansız herşey, ay, güneş vs. İslâm'ın üyesidir. İbrahim (a.s.)
zamanında ateş bir üye idi. Nuh (a.s.) zamanında cansız üye olan su ve deniz.
Bedir Savaşında yağmurun yağması, ayakların kaymaması. Yağmur Peygamberin cansız
üyesidir. Cansız üyeler devreye girmediği müddetçe bir şey yapamayız. Uhud
savaşında topal bir sahabi savaş için izin istiyor ve şöyle dua ediyor: "Benim
vücudumu bir daha Medine'ye döndürme" yani şehid olayım. Şehid oluyor ve deveye
yükleniyor. Deve medineye gitmiyor, Uhud'a doğru çevrilince gidiyor. Olay
Peygamberimize intikal edince o duayı izah etti. Bir insanın duasını Allah onun
vefatından sonra bile bir deveyle yerine getirmiş oluyor.
2. İnsanı bir takım güç kuvvet ve meziyetle donatmıştır. Allah rububiyet
sıfatını tecellisiyle donatmıştır. İlişki rabbani usulle düzenlenir. Kullar bu
güçlü yolu katederler. Bu destekle ademiyet dünyasını beşeriyet dünyasının
üzerine hâkim kılıyor. O zaman meleklerden üstün bir insan. Yeryüzündeki
vazifelerini gerçekleştirmesi ve emanete hıyanet yapmaması için bu özellikler
verilmiştir. Hadisenin özü ve özeti budur. Allah insan ilişkisini bu çerçeve
içinde hesaba katarsak kendimiz, çevre tüm insanlık v.s. için temel görevlerini
anlayan, şahsiyetli, olgun, âhireti gözünden eksik etmeyen, muttakîlik sıfatıyla
hayatını devam ettirmiş olur. Yoksa Rabbimizle olan ilişkimiz bazen böyle bazen
öyle, bazen zayıf bazen kuvvetli. Böyle bir ilişkinin devamı zordur. Rabbimizle
münasebetim namazda, tavafta, ana babaya itaatta kuvvetli diğer zamanlar zayıf olmaz. İnsan
başıboş bırakılmamıştır. E yahsebül inşâmı en yütrake süde. Süde hakkında İmam
Şafii demiştir ki: Yani adım başı emir ve nehiy vardır. Adım atıyorsanız; farz,
vacip, haram mekruh... Böyle olunca vahyin sıcaklığında yaşar insan.
Allah gündem maddemizi boşluk bırakmaksızın doldurmuştur. (Müşteriye karşı
takınacağınız tavır, yolda giderken bakışınla rahatsız etme.) Allahımız süde
kelimesiyle hayatımızda boşluk bırakmamıştır. Bu mesajı kalbi dünyalarımıza
havale ediyorum. Tefekkür ve teemmülle bu meseleye eğilmenizi istiyoruz. Bu
gecede Allah emrazı fikriyye, kalbiyye, bedeniyye, ruhiyye, dünyeviyye yani tüm
hayatımızdaki hastalıkların izalesi için Allah'a müracaat etmeye devam ediyor.
Şeytan her zaman müdahale edebilir ama secde etmediğinden secde anındaki kula
müdahale edemez. Bu gecede uzun secdelerle Rabbimize müracaatta bulunalım.
Biz okudukça bilgilendikçe tehlikeleşiyoruz, sâlih amellerimizle barışmadığımız
müddetçe merkepleşiyoruz. İs-railoğullan merkepleşmekle tarif edilmiştir. İlim
artıyor, ama amel eksilince merkebleşiyoruz. Mum gibi etrafımızı aydınlatıyoruz
kendimiz karanlıktayız. Yani amelsizlik hastalığı. Husulü namazları kabirde mi
kılacağız, kabirde mi ağlıyacağız? Kendimizi çiğneyerek başkalarına gitmeyelim.
Yaptığımız ameller kalbimizle irtibatlı olsun. Dilimizin dediğini kalbimiz
tekzib etmesin.
"Bizi sâlihlerden eyle" duası ahirette söylenmeyecek. İmamı Azam da sâlihlerden
mi günahkârlardan mı olacağı hususuna üzülüyordu. Dünyada iken salih kullardan
olmak zorundayız.
Sözün özü budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder