Bu mektûb, kendi mürşidi, Evliyânın
büyüğü, kalb ilmlerinin mütehassısı (Bâkî-billâh) hazretlerine yazılmışdır.
İsm-i zâhire bağlı olan hâlleri ve Arşın üstündeki makâmlara yükselmeyi ve
Cennetin derecelerini ve ba'zı Evliyânın
mertebelerini bildirmekdedir:
Kâmil ve herkesi kemâle kavuşduran,
vilâyet derecelerine ulaşmış, ni- hâyeti
başlangıca yerleşdirilmiş olan yolda gidenlerin önderi, Allahü teâlâ-
nın beğendiği dînin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imâmımız şeyh
Muham- med Bâkî Nakşibendî ve Ahrârî
"kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes ve bellegahüllahü
sübhânehü ilâ aksâ mâ yetemennâhü" hazretlerine, kölelerinin en aşağısı
olan Ahmedden en yüksek makâma dilekcedir. Kıymetli emrlerinize uyarak bu
mektûbu yüzümün karası ile yazıyorum. Dağınık, bozuk
olan hâllerimi titriyerek arz ediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allahü
teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her şeyde ayrı
ayrı göründü. Bu tâifeye o kadar bağlandım ki, nasıl
bildireyim, kendimi tutamıyordum. Onların
şeklindeki zuhûr başka hiçbir şeyde yokdu. Âlem-i emrdeki la-
tîfelerin hâlleri ve acâib güzellikler bu şeklde görüldüğü kadar
başka hiçbir şeyde görülmüyordu. Onların yanında eriyordum. Yanıp kül oluyordum.
Bunun gibi her yiyecekde, her içecekde ve her cismde ayrı ayrı tecellîler
oldu. Lezzetli yemeklerde olan letâfet ve güzellik başka şeylerde yokdu. Tatlı
şerbetler de, tatlı olmayanlardan böyle başka idi. Kısaca her tatlı şeyde
başka başka kemâl vardı. Bu tecellînin incelikleri, yazmakla bildirilemez.
Yüksek hizmetinizde bulunmakla şereflenmiş olsaydım, belki bildirmek nasîb
olurdu. Bu tecellîlerin hepsi karşısında, yalnız (Refîk-ı
a'lâ)yı istiyordum. Bu tecellîlere bakmamağa çalışıyordum,
fekat kendimi tutamıyordum. Birdenbire, bu tecellîlerin, o
zemânsız, mekânsız, hiçbirşeye benzemeyen varlığa
bağlılığı değişdirmediğini anladım. Bâtın, ya'nî kalb ve rûh, hep ona bağlı
idi. Zâhire hiç bakmıyordu. Zâhirde bu bağlılık yokdu. Zâhir, bu tecellîlerle
şereflenmişdi. Bâtının gözü bu tecellîlere hiç kaymıyordu. Bunları bilmekden,
görmekden yüz çevirmişdi. Zâhir, çokluğa ve iki
varlığa bağlı olduğundan, bu tecellîlere uygun idi.
Bir zemân sonra, bu tecellîler görünmez oldu. Bâtının şaşkınlığı ve
bilgisizliği yine vardı. Tecellîler yok oldu. Bundan sonra,
(FENÂ) hâsıl oldu. Te'ayyün geri
geldikden sonra hâsıl olan Te'ayyün-i ilmî, bu fenâda yok oldu, bundan hiçbir
şey kalmadı. Bu zemân islâm-i hakîkî başlamağa ve şirk-i
hafînin alâmetleri yok olmağa başladı. İbâdetleri kusûrlu ve niyyet-
leri bozuk görmek ve kulluk ve yokluk alâmetleri görünmeğe
başladı. Al- lahü teâlâ, yüksek teveccühlerinizin ve
merhametinizin bereketi ile kulluk ne
demek olduğunu bildiriyor. Arşın üstüne yükselmek çok oluyor. Bunlardan
birinci çıkışda, uzun yolculukdan sonra, Arşın üstüne yükselince, Cennet
yukarıdan kuş bakışı göründü. Bildiklerimden birkaçının Cennetdeki ma-
kâmlarını görmek istedim. Dikkat etdim. Göründüler; makâmların
sâhib- lerini de o makâmlarda gördüm. Dereceleri,
yerleri, şevkleri ve zevkleri başka başka idi. Başka bir yükselişde
büyüklerimizin ve Ehl-i beyt imâmları- nın
ve Hulefâ-i Râşidînin ve Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" hazretlerinin
ve başka peygamberlerin makâmları ayrı ayrı göründü. Meleklerin yükseklerinin
makâmları. Arşın üstünde göründü. Arşın üstünde o kadar yükseltdiler ki,
yeryüzünden Arşa kadar veyâ bundan biraz dahâ az, ya'nî Hâce
Nakşibend "kaddesallahü teâlâ sirrahül akdes" hazretlerinin makâ-
mına olan uzaklık kadar ilerletdiler. Nakşibend hazretlerinin
makâmının üstünde, büyüklerden birkaçının makâmı vardı. Bu makâmın az üstünde
Ma'rûf-i Kerhî ve Şeyh Ebû Sa'îd-i Harrâzın makâmı vardı. Başka
büyüklerin makâmları, bu makâmlardan biraz aşağıda ve bir çoğu bu makâmda idiler.
Şeyh Alâüddevle ve Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ aşağıda idi. Ehl-i beyt
imâmları bu makâmın üstünde idi. Bunların üstünde, dört halîfenin
"rıdvâ- nullahi teâlâ aleyhim ecma'în"
makâmları vardı. Peygamberlerin "alâ ne- biyyinâ
ve aleyhimüssalâtü vesselâm" makâmları, o Serverin "sallallahü aleyhi
ve sellem" makâmının bir yanında idi. Meleklerin büyüklerinin
"salevâ- tullahi ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim
ecma'în" makâmları, bu ma- kâmın öte
yanında ve bu makâmdan ayrı idiler. O Serverin makâmı, bütün
makâmların üstünde, en başda idi. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ
bilir.
Allahü teâlânın
yardımı ile, her istediğim zemân yükseltiyorlar. İstemeden de yükseltdikleri
oluyor. Her birinde başka başka şeyler görülüyor. Hepsinin
eserleri belli oluyor. Bunların çoğu unutuluyor. O hâllerin birkaçını yazmak
istiyorum, fekat kalemi elime alınca hâtırlıyamıyorum. Çün-
ki, hiçbirine kıymet vermiyorum. Hattâ bu hâllerden tevbe ve
istigfâr edeceğim geliyor. Onun için yazmağa sıra gelmiyor. Bu bozuk
yazılarımı doldururken birkaç şey hâtırımda idi, fekat hiçbirini yazmak nasîb
olmadı. Saygısızlığımı uzatmıyayım.
Molla Kâsım Alînin hâli çok iyidir.
Kendini gayb etmiş, şü'ûrsuz, bitkin bir
hâldedir. Cezbe makâmlarının hepsini aşdı. Kendi hâllerinin, sıfatlarının
asldan geldiğini biliyordu. Simdi, o sıfatları kendinden uzak görüyor.
Kendini bomboş buluyor, hattâ sıfatları durduran nûru da
kendinden ayrılmış görüyor. Kendini o nûrun öte tarafında buluyor.
Sevdiklerimizin hepsinin hâlleri, her gün dahâ iyi olmakdadır. Bundan sonraki
mektûbda in- şâallahü teâlâ uzun uzun arz ederim,
efendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder