BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

29. YİRMİDOKUZUNCU MEKTUP


 29. 

YİRMİDOKUZUNCU MEKTUP

   Bu mektûb, Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserîye yazılmışdır. Farzları kıl­mağa ve sünnetleri, edebleri gözetmeğe teşvîk etmekde ve farzların yanın­da nâfileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı nemâzını gece yarı­sından sonra kılmamağı ve abdestde kullanılan suyu içmemeği ve mürîd- lerin secde etmelerinin câiz olmadığını bildirmekdedir:
Allahü teâlâ, bizi ve sizi te'assubdan, ya'nî başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygam­beri hürmetine "aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minettes- lîmâti ekmelühâ" pişmân olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın!
İnsanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduracak işler, farzlar ve nâfileler olmak üzere ikiye ayrılır. Farzların yanında nâfilelerin hiç kıyme­ti yokdur. Bir farzı vaktinde yapmak [vakti geçmiş ise, hemen kazâ etmek], bin sene nâfile ibâdet yapmakdan dahâ çok fâidelidir. Hangi nâfile olur­sa olsun, ne kadar hâlis niyyet edilirse edilsin, ister nemâz, oruc, zikr, fikr olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok fâidelidir.
Öğrendiğimize göre, Emîr-il-mü'minîn Ömer Fâ- rûk "radıyallahü anh" hazretleri sabâh nemâzını cemâ'at ile kıldıkdan son­ra, cemâ'ate bakdı, eshâbından birini bulamadı. (Filân kimse cemâ'atde yokdur) buyurdu. Orada bulunanlar, o kimse gecenin çok sâatlerinde u­yumaz. [Nâfile ibâdet yapar.] Belki şimdi uykuya dalmışdır, dediler. Ha­lîfe, (Eğer bütün gece uyuyup da sabâh nemâzını cemâ'at ile kılsaydı da- hâ iyi olurdu) buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki: Bir edebi gözetmek ve tenzîhî olsa bile, bir mekrûhdan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murâka- beden ve teveccühden dahâ fâidelidir. Tahrîmî olan mekrûhdan sakınma­nın fâidesini, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmek ile ve harâmlardan, mekrûhlardan sakınmak ile birlikde yapılırsa, elbet­te dahâ güzel, çok güzel olur. Fekat böyle olmazsa, pek zararlı olur. Me­selâ zekât olarak bir dank [ya'nî bir dirhemin dörtde birini ki, bir gram gü­müş demekdir] bir müslimân fakîre vermek, nâfile olarak dağlar kadar al- tun sadaka vermekden ve hayrât, hasenât ve yardımlar yapmakdan kat kat dahâ iyidir, kat kat dahâ çok sevâbdır. Bu bir dank zekâtı verirken, bir ede­bi gözetmek, meselâ, akrabâdan bir fakîre vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat dahâ fâidelidir. Bundan anlaşılıyor ki, yatsı nemâzını gece yarısın­dan sonra kılmak ve böylece gece nemâzı sevâbını da kazanmayı düşün­mek, çok yanlışdır. Çünki, hanefî mezhebindeki imâmlara göre "radıyal- lahü teâlâ anhüm" yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmak mekrûh- dur. Sözlerinden de, (Kerâhet-i tahrîmiyye) olduğu anlaşılmakdadır. Çün- ki, yatsı nemâzını gece yarısına kadar kılmak mubâh demişlerdir. Gece ya­rısından sonra kılmak mekrûh olur buyurmuşlardır. Mubâhın karşılığı olan mekrûh ise, tahrîmen mekrûhdur. Şâfi'î mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak câiz değildir. Bunun içindir ki, gece nemâzı kılmış ol­mak için ve bu vaktde zevk ve cem'ıyyet elde etmek için, yatsıyı gece ya­rısından sonraya bırakmak çok çirkindir. Böyle düşünen bir kimsenin, yal­nız vitr nemâzını gece yarısından sonraya bırakması yetişir. Vitr nemâzı- nı gece yarısından sonra kılmak müstehabdır. Böylece, hem vitr nemâzı müstehab olan vaktinde kılınmış olur, hem de gece nemâzı kılmak ve se­her vaktinde uyanık bulunmak ni'metlerine kavuşulmuş olur. O hâlde bu işden vaz geçmek ve geçmiş nemâzları kazâ etmek lâzımdır. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Kûfî "radıyallahü teâlâ anh" hazretleri, nemâz abdes- tinin edeblerinden bir edebi terk etdiği için kırk senelik nemâzı kazâ et- mişdir.
Şunu da söyliyelim ki, abdestsizliği gidermek için veyâ sevâb kazanmak için abdest almakda kullanılmış olan suya (Müsta'mel su) denir. Bu suyun içilmesi için kimseye izn vermeyiniz! Çünki, İmâm-ı a'zama göre müs- ta'mel su, kaba necsdir. Fıkh âlimleri bu suyun içilmesini yasak etmişler­dir. Bu suyu içmenin mekrûh olduğunu bildirmişlerdir. Evet, abdest aldık- dan sonra ibrikde kalan kullanılmamış sudan içmek şifâ olur demişlerdir. Eğer böyle olduğuna inanan bir kimse isterse, bu kullanılmamış sudan veririz. Bu fakîr, Dehli şehrine son gitdiğim zemân bu iş başıma gelmişdi. Sevdiklerimizden birkaçına rü'yâda, bu fakîrin abdestde kullandığı müs- ta'mel sudan içmelerinin lâzım olduğu, içmezlerse büyük zarar görecekle­ri bildirilmiş. Böyle şey olmaz diye çok karşı geldi isem de, fâidesi olmadı. Fıkh kitâblarına bakdım. Kurtuluş yolunu şöyle buldum ki, üç kerre yıka- dıkdan sonra, (Kurbet) ya'nî sevâb kazanmak niyyet etmeden, dördüncü yıkamak ile kullanılan su müsta'mel olmuyor. Bu sevdiklerimizin yalvar­ması üzerine niyyet etmeden dördüncü yıkamakda kullanılan suyu içmek için kendilerine verdim:
Şunu da bildirelim ki, güvenilir birkaç kimsenin bildirdiklerine göre, halîfelerinizden birkaçına mürîdleri secde ediyorlarmış, yeri öpmekle kalmıyarak kendilerine karşı secde yapıyorlarmış. Bu işin kötülüğü gü- neşden dahâ çok meydândadır. Bu işi yasak ediniz! Hem de çok sıkı ya­sak ediniz! Böyle işlerden herkesin sakınması lâzımdır. Hele başkaları­na önderlik eden bir kimsenin böyle işlerden sakınması dahâ çok lâzım­dır. Çünki, onun yolunda bulunanlar, onun yapdıklarını yaparlar ve bu be­lâya düşerler.
[Allah için yapılan secde, kıbleye karşı yapılır. Başka tarafa yapılan sec­de hiçbir zemân câiz değildir.]

Şunu da bildirelim ki, tesavvuf yolunda ilerliyenlerin bilgileri, hâl ile ka­vuşulan bilgilerdir. Hâller de, amellerden hâsıl olur. Amelleri dürüst olan ve ibâdetleri hakkı ile yapan kimselerde hâller hâsıl olur. Bu hâller, birçok şeyleri öğrenmelerine sebeb olur. Amellerin, ibâdetlerin düzgün olabilme­si için, bunları tanımak, herbirinin nasıl yapılacağını bilmek lâzımdır. Bu bilgiler, islâmiyyetin ahkâmını ya'nî emrlerini ve yasaklarını, meselâ, ne- mâzın, orucun ve bunlardan başka farzların ve alış verişlerin ve nikâh, ta­lâk gibi mu'âmelâtın bilgileridir. Kısaca, Allahü teâlânın insana emr etdi- ği şeylerin bilgileridir. Bu bilgiler, öğrenilmekle elde edilir. Bunları öğren­mek, her müslimâna elbette lâzımdır. Herşeyi öğrenmeden önce ve öğren-
dikden sonra birer cihâd vardır. Birincisi, ilmi aramak, bulmak ve elde et­mek için çalışmak cihâddır. İkincisi, ilmi elde etdikden sonra yerinde kul­lanabilmek için yapılan cihâddır. Bunun için, kıymetli toplantılarınızda, te- savvuf kitâbları okunulduğu gibi, fıkh kitâblarının da okunulması ve öğ­renilmesi lâzımdır. Fârisî dilinde yazılmış fıkh kitâbları çokdur. (Mec- mû'a-i hâni) ve (Umde-tül-islâm) ve (Kenz-i fârisî) fıkh kitâbları çok kıy­metlidir. Hattâ tesavvuf kitâbları okunmasa da, zararı olmaz; çünki, tesav- vuf bilgileri hâl ile, zevk ile, tadını tadarak elde edilir. Okumakla, dinle­mekle anlaşılmaz. Fıkh kitâblarını okumamak ise, zararlı olabilir. Bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. Az yazmak, çok şeyleri gösterir. Fârisî beyt tercemesi:
Az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana.
Allahü teâlâ bizi ve sizi, sevgili Peygamberine "aleyhi ve alâ âlihissalâ- tü vesselâm" tam olarak uymakla şereflendirsin!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder