BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

6. ALTINCI MEKTUP



    ALTINCI MEKTUP

Hizmetçilerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek kapınıza bildirir ki, tam mürşid olan Allahü teâlâ, sizin yüksek teveccühlerinizin yardımı ile, cez­be ve sülûk yollarının her ikisi ile de terbiye etmekdedir. Cemâl ve celâl sı­fatları ile yetişdirmekdedir. Şimdi cemâl, celâl oldu ve celâl, cemâl oldu. (Ri- sâle-i kudsiyye) kitâbının açıklamalarından bir kaçında, bu yazıyı açık an­laşıldığı gibi yazmayıp, hayâle gelen şeyleri yazmışlardır. Bu yazıyı açık an­laşıldığı gibi yazmak yerinde olur. Başka dürlü yazmak, anlaşılanı başka şek­le çevirmek yersiz olur. Bu terbiye ile yetişmenin alâmeti, Zât-i ilâhînin sev­gisinin hâsıl olmasıdır. Bundan önce bu sevgi hâsıl olamaz. Zât-i ilâhînin sevgisinin hâsıl olması (Fenâ)nın alâmetidir. (Fenâ), mâsivâyı unutmak de- mekdir. Allahü teâlâdan başka her şeye (Mâsivâ) denir. Bütün ilmler gö- ğüsden silinmedikçe, tam bir câhillik hâsıl olmadıkça, Fenâ elde edile­mez. Bu câhillik ve şaşkınlık, aralıksız olur; hiç yok olmaz. Bir zemân hâ­sıl olup başka zemân yok olması düşünülemez. Bekâdan önce tam bir câ- hillik vardır. Bekâdan sonra, bilgi ile bilgisizlik bir arada bulunur. Hiçbir- şey bilmez iken, şü'ûru yerindedir. Tam bir şaşkınlık varken, huzûr içinde­dir. Bu makâm, (Hakk-ul yakîn) makâmıdır. Burada bilgi ve görmek bir­birine perde olmaz. Bu câhillikden önce bulunan bilginin hiç kıymeti yok- dur. Bu câhillik varken ilm de verilirse, kendinde olur. (Şühûd), ya'nî bâ­tın ile görmek varsa, yine kendindedir. Ma'rifet veyâ hayret ya'nî ma'rifet- siz olmak, şaşkınlık varsa yine kendindedir. Kendinden başka şeyleri gör­dükçe, kendinde de görmüş olsa dahî, ilerleyememiş demekdir. Dışarıyı gör­mesinin büsbütün yok olması lâzımdır. Hâce Behâeddîn "kaddesallahü sir- rehül'azîz" hazretleri buyuruyor ki, (Ehlüllah, ya'nî Evliyâ, Fenâ ve Bekâ- dan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her bildiklerini kendi­lerinde bilirler. Onların hayretleri, bilgisiz olmaları kendilerindedir). Bun­dan da açıkça anlaşılıyor ki, şühûd ve ma'rifet ve hayret yalnız kendinde- dir. Bunların hiçbiri dışarıda yokdur. Bu üçünden biri dışarıda oldukça, ken­dinde de olsa dahî, Fenâya hiç kavuşamamış demekdir. Fenâ olmayınca, Be- kâ nasıl olabilir? Fenâ ve Bekâ mertebesinin sonu budur. Bu Fenâ tamdır ve tam olan Fenâ her şeyin yok olmasıdır. Bekâ da, Fenâya göre olur. Bunun içindir ki, Ehlüllahdan bir çoğu, Fenâ ve Bekâ hâsıl oldukdan son­ra, dışarıda da görürler. Fekat bizim büyüklerin yolu bütün yolların üstün­dedir. Fârisî beyt tercemesi:
Bu yolun büyüklerinden birini veyâ ikisini yüzlerce sene sonra bu ma- kâma kavuşdurmakla şereflendirirler. Başka yolları artık düşünmelidir. Bu yol, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdevânî "kuddise sirruh" hazretlerine bağ- lanmakdadır. Bu yolu temâmlayan, kuvvetlendiren ise, hâcelerin hâcesi olan Hâce Behâeddîn-i Nakşibend "kuddise sirruh" hazretleridir. Bunun halî­felerinden Hâce Alâ'üddîn-i Attâr "kuddise sirruh" hazretleri de bu ni'me- te kavuşmakla şereflenmişdir. Fârisî mısra' tercemesi:
Şaşılacak şeydir ki, önce, her belâ ve sıkıntı gelince sevinirdim, derd ve belâ arardım. Elimden dünyâlık çıkınca da tatlı gelirdi. Hep böyle olması­nı isterdim. Şimdi ise, sebebler âlemine getirdiler. Kendi zevallılığımı, aşa­ğılığımı görmeye başladım. Az bir sıkıntı gelince, hemen üzülüyorum. Her ne kadar üzüntü çabuk bitiyor, hiç kalmıyor ise de, önce üzüntü gelmeden olmuyor. Bunun gibi önce, belâların ve sıkıntıların gitmesi için düâ ederken, bunların gitmesini, yok olmasını düşünmüyordum. (Bana yalvarınız!) em­rine uymak istiyordum. Şimdi ise, belâların, sıkıntıların gitmesi için düâ edi­yorum. Eskiden korkular, üzüntüler yok olmuşdu, şimdi yine geldiler.
Eski hâllerin hep sekr, şü'ûrsuzlukdan ileri geldiğini anladım. Sahv, ya'nî şü'ûrlu olunca, câhiller için olan şeyler hâsıl olmakdadır. Böylece ze- vallılık, yalvarmak, korkmak, üzülmek, sıkılmak, sevinmek oluyor. Başlan- gıçda düâ etmek, belâdan kurtulmak için değildi. Bunu düşünmek gönlü­me iyi gelmiyordu. Fekat, hâl kaplamışdı. Peygamberlerin "aleyhimüssa- levâtü vetteslîmât" düâlarının böyle olmadığını düşünüyordum. Onlar, bir şeye kavuşmak için düâ ediyorlardı. Şimdi, bu hâl ile şereflendirdiler. İşin iç yüzünü açıkladılar. Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vettehıyyât" düâlarının zevallılıkla, düşkünlükle, korku ile olduğu, yalnız emre uymak için olmadığı anlaşıldı. Yalnız yüksek emrinize uymuş olmak için, hâsıl olan şeylerden bir çoğunu arasıra bildirmekle saygısızlık yapmakdayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder