BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

22. YİRMİİKİNCİ MEKTUP


 22. 

YİRMİİKİNCİ MEKTUP

   Bu mektûb, Lâhor müftîsi şeyh Muhammedin oğlu şeyh Abdülmecîde yazılmışdır. Rûhun nefse niçin bağlanmış olduğu ve bunların yükselmele­rini ve inmelerini ve cesedin ve rûhun Fenâ ve Bekâlarını ve Da'vet makâ- mını bildirmekdedir:
Nûr ile zulmeti birlikde bulunduran Allahü teâlâ, her dürlü aybdan, ku- sûrdan uzakdır. Mekânsız, cihetsiz olan rûhu, cihetli olan, maddeden ya­pılmış olan bedene yaklaşdıran, Rabbimizi tesbîh ederiz. Zulmetli olan be­deni, nûrlu olan rûha sevdirdi. Nûr zulmete âşık oldu. Çok severek, onun ile birleşdi. Bu bağlantı ile, nûrun cilâsı artdı. Ona yakınlaşmakla, parlak­lığı çoğaldı. Nûrun bu hâli, ayna yapılacak cama benzemekdedir. Cama par­laklık vermek için ve cismleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. Karanlık, katı toprak maddeleri ile sıva­nan camın parlaklığı artar. Kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. Parlak olan nûr, karanlık cesede bağlanınca, önceden Al- lahü teâlâya olan yakınlığını unutdu. Hattâ, kendi varlığını ve özellikleri­ni unutdu. Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unutdu. Onunla bir arada kalınca, kıymeti­ni gayb etdi. Kötüleşdi. Bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! Onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. Buna kavu- şamazsa, yükselmeğe uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! Allahü teâlâ ona ezelde merhamet etdiyse, onu lutfüne, inâ- yetine kavuşdurdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan ni'metleri hâ- tırlar, eski hâline döner.
Arabî beyt tercemesi:
Hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır.
Herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır.
Nûr bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühûduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makâma sürükler. Bura­ya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutduracak kadar çoğa- lırsa, beden de onun nûrları ile aydınlanır. Nûrların müşâhedesinde ken­dini unutur.
Matlûbun huzûruna perdesiz olarak kavuşur. İnsan, şimdi hem cesedin, hem rûhun fenâsına kavuşmakla şereflenir. Bu fenâdan sonra, bu şühûd ile bekâ hâsıl olursa, fenâ ve bekâ temâmlanmış olur. Velî ismini almak hak­kı olur. Vilâyet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: Yâ, tam şühû- da dalar, kendini hep unutur. Yâhud, insanları Hak teâlâya çağırmak için geri döner. Geri döndükden sonra, bâtını Allahü teâlâ ile, zâhiri insanlar ile olur. Bu zemân nûr, kendisine karışmış olan zulmetden kurtulur. Mat­lûbuna, ya'nî Hak teâlâya döner. (Eshâb-ı yemîn)den olur. Kendisinin sa­ğı solu yok ise de, hâli sağ olmağa uygundur. Çünki hayrları kendinde toplamışdır, kemâle kavuşmuşdur. Bu ikisi de sağda bulunur. Sağ mubârek- dir. (Allahü teâlâ hakkında da, iki eli, mubârek olan sağ tarafdadır) buyu- rulmuş olması da bunun gibidir. (İki eli demek, Onun râzı olduğu, beğen­diği şey demekdir). Mekânsız nûr ve bâtın dediğimiz, rûhdur. Ciheti olan karanlık ve zâhir ise, nefs demekdir.
Süâl: Birinci kısmdan olan, ya'nî geriye dönmeyen Evliyâ da, âlemi bi­liyor, insanlarla birlikde yaşıyor. Bunların hep Allahü teâlâya bağlı olma­ları ve kendilerini unutmaları ne demekdir?
İnsanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşdurmak için geri dö­nen Evliyâ ile bunların arasında ne fark vardır?
Cevâb: Kendilerini unutmak ve hep Allahü teâlâya bağlı kalmak demek, nefs rûhun nûrları arasına girdikden sonra, rûh ile nefsin birlikde, Allahü teâlâya teveccüh etmesi demekdir. Böyle olduğu yukarıda bildirilmişdir. Mahlûkları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organla­rı ile olur. Bu organlar, nefsin tafsîlidir. Nefsin arzûları ile işlemekdedir. Hu­lâsa olan, kuvvet merkezi olan nefs, rûhun nûrları altında Allahü teâlâyı mü- şâhede etmekdedir. Bunun tafsîli, açıkda olan kısmları, eski şü'ûru ile ha­reket etmekdedir.
Hulâsanın yok hâle gelmesi ile, onların hareketinde gevşeklik hâsıl ol­muyor. Bu âleme rücû' etmiş olan Evliyâ "rahmetullahi aleyhim ecma'în" böyle değildir. Bunların nefsi, mutmeinne oldukdan sonra, rûhun nûrları altından çıkıyor. Mahlûklar âlemine bağlanıyor. Bu bağlılıkla, insanları Al- lahü teâlânın rızâsına çağırıyor.
Nefs hulâsadır, toplulukdur dedik. His organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsîlidir, açıkda bulunan parçalarıdır dedik. Çünki nef­sin etden olan kalbe ya'nî yüreğe bağlılığı vardır. Yüreğin de, (Hakîkat-i câmi'a-i kalbiyye), ya'nî kısaca kalb veyâ gönül denilen latîfeye bağlılığı var­dır. Yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile, rûha da bağlanmış olur. Rûh- dan gelen feyzler, bu bağlılıklar vâsıtası ile nefse gelir. Sonra nefsden or­ganlara ve kuvvetlere yayılır. Bunlar nefsde hulâsa olarak mevcûddur. Bu anlaşılınca, Evliyânın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. Bi­rincileri, sekr sâhibleridir, ya'nî şü'ûrsuzdurlar. İkincileri sahv sâhibleridir. Ya'nî şü'ûrludurlar. Birincileri dahâ şerefli, ikincileri ise, dahâ üstündür. Birincilerin hâli Evliyâlığa uygundur. İkincilerin hâli Peygamberliğe uygun­dur. Allahü teâlâ, bizleri Evliyânın kerâmetlerine kavuşmakla şereflendir­sin ve Enbiyâya "salevâtüllahi teâlâ ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ cemî'i melâiketil mukarrebin vel'ibâdissâlihîn ilâ yevmiddîn" tam uy­makla yükseltsin! Bu satırları yazan düâcınızın, arabîsi, fârisîsinden dahâ güzel değil ise de, şerefli mektûbunuz arabî kelimelerle yazılmış olduğun­dan, mektûbumuzu da, sizin gibi yazdık. Sözümüz burada temâm oldu. He­pinize selâm olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder