BURS

BURS

27 Mart 2012 Salı

8. SEKİZİNCİ MEKTUP


SEKİZİNCİ MEKTUP

Kölelerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek kapınıza sunar ki, sahva ge­tirdikleri ve bekâya kavuşdurdukları günden beri şaşılacak bilgiler ve işi­tilmemiş ma'rifetler durmadan, birbiri ardınca ihsân olunmakdadır. Bun­ların çoğu, büyüklerin söylediklerine ve bildirdiklerine uymamakdadır. (Vahdet-i Vücûd) ve buna benzer şeyler için söyledikleri şeyleri dahâ o hâ­lin başında ihsân etdiler. Çoklukda, ya'nî mahlûklar aynasında birliği, ya'nî yaratanı görmek hâsıl oldu. Bu makâmdan çok yukarı derecelere çı­kardılar. Bu bilgilerden çeşid çeşid bildirdiler. Fekat, o makâmların ve ma'ri- fetlerin alâmetleri, işâretleri, o büyüklerin sözlerinden açıkça anlaşılamı­yor. Büyüklerden birkaçının sözlerinde kısaca ve kapalı bildirilmişdir. Bunların doğru olduğuna en sağlam şâhid, islâmiyyet ve Ehl-i sünnet âlim­lerinin söz birliği ile bildirdiklerine uygun olmalarıdır. Hiçbirşey dîn-i is- lâma uygunsuz olmuyor. Hiçbiri felesoflara ve onların kısa aklları ile an­layıp bildirdiklerine uygun düşmüyor. Hattâ, islâm âlimlerinden olup da, Ehl-i sünnetden ayrılmış olanların bildirdiklerine de uymuyor. Kazâ ve ka­der bilgisinde, kulun kuvveti işe te'sîr etdiği gösterildi. İşi yapmadan evvel gücü, kudreti yokdur. İş yapılırken kudret verilir. Teklîf, ya'nî Allahü te- âlânın emrleri ve yasakları, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi sebeb- lerde ve uzvlarda selâmet bulunduğu zemân yapıldığı anlaşıldı. Bu makâm- da kendimi Hâce Nakşibend "kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes" hazret­lerinin izinde buluyorum. Kendileri bu makâmda idi. Hâce Alâ'üddîn-i At- târ hazretleri de, bu makâmdan pay almışdır. Bu yüksek zincirin büyük hal­kalarından biri, hâce Abdülhâlık-ı Goncdevânî "kaddesallahü sirrehül akdes" hazretleridir. Eski büyüklerden, hâce Ma'rûf-i Kerhî ve imâm-ı Dâ- vüd-i Tâî ve Hasen-i Basrî ve Habîb-i Acemî "kaddesallahü teâlâ esrâre- hümül mukaddese" hazretleri de bu makâmdadırlar. Bu makâmdaki hâl­lerin sonu, tam bir uzaklık ve yabancılıkdır. İş ilâc kabûl etmez hâle gelmiş- dir. Perdeler arada oldukça çalışarak, uğraşarak perdeler kaldırılabilir. Şim­di kendini büyük bilmesi en büyük perdesidir. Onu bu dertden kurtaracak bir tabîb ve okuyacak bir sâlih yokdur. Sanki tam bir yabancılığa ve ayrı­lığa, kavuşmak ve birleşmek adını vermişler. Yazıklar olsun! Yûsüf ile Zelîhânın beyti onun hâline uygundur. Fârisî beyt tercemesi:
Defi dinliyor ve bu ses dostdandır diyor, Def çalanın eline, ondan kuvvet geliyor.
Şühûd nerede ve gören kimdir ve görülen nedir? Fârisî mısra' terceme-
si:
Arabî mısra' tercemesi:
Kendimi güçsüz yaratılmış bir kul biliyorum. Bütün âlemi de ve herşe-
yin yaratanı olan tam kudret sâhibini de biliyorum. Ve Onu yaratıcı ve her- şeye gücü yetici olmakdan başka dürlü bilmiyorum. Mahlûklarına benze­mesi ve herşeyde Onun görünmesi gibi şeyler bilmiyorum. Fârisî mısra' ter- cemesi:
Ehl-i sünnet âlimleri ba'zı işlerinde kusûr yapsa bile, onların Allahü te- âlâ için ve Onun sıfatları için söyledikleri bilgiler, o kadar çok doğru ve o kadar çok nûrludur ki, o sözlerin güzelliği yanında, o kusûrları hiç görün­müyor. Tesavvufculardan çoğu, o kadar riyâzetler ve mücâhedeler, sıkın­tılar çekdikleri hâlde, Allahü teâlânın zâtı için, sıfatları için inanışları, tam doğru olmadığından, bunlarda öyle güzellik görülmüyor. Bunun için, âlim­lere ve ilm öğrenenlere muhabbet çok oluyor. Onların hâli, tatlı geliyor. On­ların arasında bulunmak istiyorum. Dört başlangıçdan olan (Telvîh) kitâ- bını onlarla konuşmak ve (Hidâye) fıkh kitâbını onlarla birlikde okumak arzû ediyorum. Allahü teâlânın ilminin bütün mahlûklarla berâber olduğu­nu ve her şeyi kaplamış olduğunu, âlimlerin bildirdikleri gibi anlıyorum. Bu­nun gibi, Allahü teâlâ bu mahlûklar değildir. Bunlara bitişik, bunlardan ay­rı, bunlarla birlikde, bunlardan uzak, âlemi kaplamış, herşeye sinmiş olma­dığını biliyorum. İnsanların kendilerini ve sıfatlarını ve işlerini Allahü te- âlâ yaratıyor, biliyorum. Onların sıfatlarının, Onun sıfatı ve onların işleri­nin Onun işleri olmadığını anlıyorum. Her işin Onun kudreti ile yapıldığı­nı, mahlûkların kudretleri ile olmadığını anlıyorum. Ehl-i sünnet âlimleri de böyle söylemekdedir. Allahü teâlânın yedi sıfatının var olduğunu ve irâ­de sıfatının da olduğunu biliyorum. Kudret sıfatının, bir işi yapmağa ve yap­mamağa gücü yetmek olduğunu iyi anlıyorum. İsterse yapar, istemezse yapmaz demek değildir. Çünki, istemezse demek, irâde sıfatı yok demek- dir. Bu ise olamaz. Kudreti, felesoflar ve ba'zı tesavvufcular böyle anlamış­lardır. Bu sözleri, Allahü teâlânın mecbûr olmasını gösterir. Onu tabî'at ka- nûnları gibi yapmış olurlar. Her şeyi tabî'at yapıyor demelerine uygun olur. Kazâ ve kader bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi an­lıyorum. Mal sâhibi, mülk sâhibi, kendi malını, mülkünü dilediği gibi kul­lanır. İnsanların bir işe uygun yaratılmasını, ya'nî kâbiliyyet ve isti'dâdı, hiç te'sîrli görmüyorum. Çünki, te'sîr olursa insanlar mecbûr edilmiş olur. Allahü teâlâ seçer, dilediğini yapar. Başa gelenleri bildirmek vazîfe oldu­ğu için, saygısızlık olacak kadar yazdım. Fârisî mısra' tercemesi:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder